Ya da Öz(ürlü)dür
büzürlüdür
Meyvelerini şimdilerde "devlet iradesini sorgulayan ciddi taleplerle" vermeye başlayan o meşhur "Dinerarası Diyalog ve Hoşgörü" faaliyetlerinin ilk aylarıydı.
Ülkenin seçilmiş mekanlarında, kimi papazlar, hahamlar, monsenyörler ara sıra ağızlarındaki baklayı çıkarıp gerçek niyetlerini cümle aralarına serpiştirip, ama her fırsatta "hoşgörü" postuna bürünmeyi de ihmal etmeden dolaşıyordu.
Bu faaliyetlerin önemli bir kişisi M.Ü. İlahiyat Fakültesi'nde bir panelde şunu diyordu;
"Dinlerarası diyalog ve Hoşgörü" faaliyetleri başladıktan sonra, sadece İstanbul'da her gün en az bir evladımız Hıristiyan oluyor".
İşte bu dönemler, sonradan adından bir harf değiştirerek "yenilenen" gazetenin bir köşe yazarı ile konuşuyoruz
Şunu sordum kendisine:
-Yoğun bir Hıristiyanlaştırma faaliyetleri var. İslam'ın önü kesilirken sürekli diğer dinlere yayılma fırsatı veriliyor. Niye gazete olarak bir şey yapmıyorsunuz?
Cevabı şu olmuştu:
-Ben yazdım, ama gazetenin sahibi ve başyazarı... yayınlatmadı.
-Neden?
-Bir şeyden korkmuş herhalde.
İşte tam bu sırada şunu sormak ihtiyacını hissettim:
-Şu ülkede milletin gözbebeği askeriyeye her fırsatta en ağır hakaretleri yapıyorsunuz ama, "Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü" aleyhinde birinden korkma iddiasıyla yazamıyorsunuz. Pek inandırıcı gelmiyor insana".
Bunun üzerine manalı manalı güldü yazar arkadaş.
Şu ülkede iki olmazsa olmaz kurum çok ciddi bir tehlike içindedir.
Bunlardan biri din, İslam dini, diğeri ise milli bütünlüktür.
Prof. Dr. Haydar Baş beye ait olan şu ifade bunu en güzel bir şekilde ifade eder.
"Dinî Bütünlüğümüz Millî Bütünlüğümüzdür, Millî Bütünlüğümüz de Dinî Bütünlüğümüzdür."
Millî bütünlüğümüzün teminatı olan dinimiz üzerinde oynana oyunlar "Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü" faaliyetlerinden sonra daha bir yoğunlaşır, aleniyet kazanır.
Ve arkasından da vatanın hudutları tartışma konusu olacak kadar millî bütünlüğümüz masaya yatırılır.
İşte o "tek harflik" idealin sesi gazete, bu tehlikeden pek bahsetmedi, "bir yerlerden korktuğu" için.
Nisan yağmuru aslında "rahmet", nebatat için yeşerme vesilesi olduğu gibi, yılan için de körlük sebebidir.
Geçen hafta Bursa'da yapılan BTP'nin tanıtım ve katılım gecesi ülke insanı için bir "rahmet" bir umut ışığı olduğu gibi, köşelerinde tünemiş papağan gibi duran kimilerinin de gözüne isabet etti.
Baştan sona tam bir mide gurultusunu hatırlatan yazısında bay Öz(ürlü)dür bakın ne diyor:
"Global güçler, acaba İşçi Partisi ile Bağısız Türkiye Partisi'ne mi havale ettiler, toplumsal patlamanın önlenmesi görevini".
Kafatası boşluğunda beyin yerine püre olanların dışında herkes şunu çok iyi bilir;
Global güçlerin en fazla karşı olduğu şey içinde "millîlik" bulunan kavramlardır. Millî duyarlılıktır. Bir milletin millî değerlerini yıkmadan o ülkede globalizmin kendine yer bulması mümkün değildir.
Globalizm milliliğin zıddı kamilidir
Şöhretini sık sık "kapatılmakta" bulan ve bunun için inanmadığı şeyleri manşetlerine taşımak bir gazete için çok doğaldır da, global güçlerin kendilerine engel olacak hareketleri destekleyebileceklerini düşünüp, savunmak ve yazmak en azından büyük bir "hamakat" örneğidir.
Yazarın iddiasının aksine, şunu herkes bilir ki, global güçler gayelerine bir an önce varmak için "toplumsal patlamaları" tahrik edecek oluşumlara destek veriyorlar.
Yıllardır toplumu germeyi kendine vazife edinmiş kimi gazeteler, köşe yazarlarıyla, bunun 'acaba'sız en açık delilidir.
Mesela düşünün; Bir babayiğit çıkıp da şu milletin kanayan yarası "başörtüsü" meselesini çözerse, bu adamlar ne yazacak, toplumu ne ile gerecek, kime hakaret yağdıracak.
Bu konudaki samimiyetsizliklerinin en açık delillerinden biri de şudur.
Başörtüsüne "teferruat/ikinci mesele" diyene methiyeler dizenlerin, Başörtüsü "farz bir ibadettir ve bu milletin en önemli değeridir" diyen sayın Baş'a aklınca çamur atmaya kalkışıyorlar.
Devam ediyor yazar:
"Haydar Hoca'yı dinlerken insan gayri ihtiyarı hüzünleniyor. İçiniz burkulup göz pınarlarınız da yaşla doluyor".
"Hüzünlenmesinde" ve "göz yaşında" bile kendi ihtiyarı/arzusu olmayanların yazdıklarını kendi iradesiyle yazdıklarına inanabiliyor musunuz?
Ve böylesi idrak yoksunu bir kişinin, top yekun Anadolu insanının bağrına bastığı BTP hareketini doğru tahlil etmesi nasıl mümkün olsun?
BTP'yi bağrına basan bu millet ne yapıyorsa hepsini kendi ihtiyar ve iradesiyle yapıyor.
Çünkü onların rehberi olan sayın Baş da bu milletten aldığı güçle kendi irade ve ihtiyarıyla hareket ediyor.
Atlantik ötesinden aldığı emirlerle değil.
Bunun en açık ispatı şudur ki, eğer Sayın Baş oralardan aldığı emirlerle hareket etmiş olsaydı şol yazara konu, gazetesine de manşet olurdu, haber olurdu.
Bütün bu fosillerin bir başka kuyruk yarası da şudur.
Bu ülkede başörtüsü gibi, Kur'an öğrenmek de belli engellerle karşı karşıya bırakıldı.
Bunu da tıpkı başörtüsü gibi dillerine dolayacakları günü kollayanlar, tam on yıldır bunu yapamıyorlar.
Çünkü Sayın Baş'ın önderliğinde kurulan Meltem TV tam on yıldır bu millete Kur'an öğretiyor.
Şimdi bu kafa nasıl sevsin Sayın Baş'ı?
Bir beyin özürlü çıkar da, Sayın Baş'a bu millete on yıldır Kur'an öğretme vazifesini global güçler verdi derse şaşmayın.
Ne yapsın?
"Eyvah Kur'an elden gitti" diye istismar edemeyenlere, "eyvah global güçler" demek kalıyor iftira olarak.
Demirdeki kireçlenme, ile beyin bölgesindeki kireçlenme çok farklı şeylerdir.
Sahi, Sayın Prof. Dr. Haydar Baş'ı bu millet Bursa'da ilk kez mi görüp dinledi? Sayın Baş'ı bu millet tam 20 yıldır biliyor ve dinliyor.
Peki niye Bursa programından sonra kuyruk acısı?
büzürlüdür
Meyvelerini şimdilerde "devlet iradesini sorgulayan ciddi taleplerle" vermeye başlayan o meşhur "Dinerarası Diyalog ve Hoşgörü" faaliyetlerinin ilk aylarıydı.
Ülkenin seçilmiş mekanlarında, kimi papazlar, hahamlar, monsenyörler ara sıra ağızlarındaki baklayı çıkarıp gerçek niyetlerini cümle aralarına serpiştirip, ama her fırsatta "hoşgörü" postuna bürünmeyi de ihmal etmeden dolaşıyordu.
Bu faaliyetlerin önemli bir kişisi M.Ü. İlahiyat Fakültesi'nde bir panelde şunu diyordu;
"Dinlerarası diyalog ve Hoşgörü" faaliyetleri başladıktan sonra, sadece İstanbul'da her gün en az bir evladımız Hıristiyan oluyor".
İşte bu dönemler, sonradan adından bir harf değiştirerek "yenilenen" gazetenin bir köşe yazarı ile konuşuyoruz
Şunu sordum kendisine:
-Yoğun bir Hıristiyanlaştırma faaliyetleri var. İslam'ın önü kesilirken sürekli diğer dinlere yayılma fırsatı veriliyor. Niye gazete olarak bir şey yapmıyorsunuz?
Cevabı şu olmuştu:
-Ben yazdım, ama gazetenin sahibi ve başyazarı... yayınlatmadı.
-Neden?
-Bir şeyden korkmuş herhalde.
İşte tam bu sırada şunu sormak ihtiyacını hissettim:
-Şu ülkede milletin gözbebeği askeriyeye her fırsatta en ağır hakaretleri yapıyorsunuz ama, "Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü" aleyhinde birinden korkma iddiasıyla yazamıyorsunuz. Pek inandırıcı gelmiyor insana".
Bunun üzerine manalı manalı güldü yazar arkadaş.
Şu ülkede iki olmazsa olmaz kurum çok ciddi bir tehlike içindedir.
Bunlardan biri din, İslam dini, diğeri ise milli bütünlüktür.
Prof. Dr. Haydar Baş beye ait olan şu ifade bunu en güzel bir şekilde ifade eder.
"Dinî Bütünlüğümüz Millî Bütünlüğümüzdür, Millî Bütünlüğümüz de Dinî Bütünlüğümüzdür."
Millî bütünlüğümüzün teminatı olan dinimiz üzerinde oynana oyunlar "Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü" faaliyetlerinden sonra daha bir yoğunlaşır, aleniyet kazanır.
Ve arkasından da vatanın hudutları tartışma konusu olacak kadar millî bütünlüğümüz masaya yatırılır.
İşte o "tek harflik" idealin sesi gazete, bu tehlikeden pek bahsetmedi, "bir yerlerden korktuğu" için.
Nisan yağmuru aslında "rahmet", nebatat için yeşerme vesilesi olduğu gibi, yılan için de körlük sebebidir.
Geçen hafta Bursa'da yapılan BTP'nin tanıtım ve katılım gecesi ülke insanı için bir "rahmet" bir umut ışığı olduğu gibi, köşelerinde tünemiş papağan gibi duran kimilerinin de gözüne isabet etti.
Baştan sona tam bir mide gurultusunu hatırlatan yazısında bay Öz(ürlü)dür bakın ne diyor:
"Global güçler, acaba İşçi Partisi ile Bağısız Türkiye Partisi'ne mi havale ettiler, toplumsal patlamanın önlenmesi görevini".
Kafatası boşluğunda beyin yerine püre olanların dışında herkes şunu çok iyi bilir;
Global güçlerin en fazla karşı olduğu şey içinde "millîlik" bulunan kavramlardır. Millî duyarlılıktır. Bir milletin millî değerlerini yıkmadan o ülkede globalizmin kendine yer bulması mümkün değildir.
Globalizm milliliğin zıddı kamilidir
Şöhretini sık sık "kapatılmakta" bulan ve bunun için inanmadığı şeyleri manşetlerine taşımak bir gazete için çok doğaldır da, global güçlerin kendilerine engel olacak hareketleri destekleyebileceklerini düşünüp, savunmak ve yazmak en azından büyük bir "hamakat" örneğidir.
Yazarın iddiasının aksine, şunu herkes bilir ki, global güçler gayelerine bir an önce varmak için "toplumsal patlamaları" tahrik edecek oluşumlara destek veriyorlar.
Yıllardır toplumu germeyi kendine vazife edinmiş kimi gazeteler, köşe yazarlarıyla, bunun 'acaba'sız en açık delilidir.
Mesela düşünün; Bir babayiğit çıkıp da şu milletin kanayan yarası "başörtüsü" meselesini çözerse, bu adamlar ne yazacak, toplumu ne ile gerecek, kime hakaret yağdıracak.
Bu konudaki samimiyetsizliklerinin en açık delillerinden biri de şudur.
Başörtüsüne "teferruat/ikinci mesele" diyene methiyeler dizenlerin, Başörtüsü "farz bir ibadettir ve bu milletin en önemli değeridir" diyen sayın Baş'a aklınca çamur atmaya kalkışıyorlar.
Devam ediyor yazar:
"Haydar Hoca'yı dinlerken insan gayri ihtiyarı hüzünleniyor. İçiniz burkulup göz pınarlarınız da yaşla doluyor".
"Hüzünlenmesinde" ve "göz yaşında" bile kendi ihtiyarı/arzusu olmayanların yazdıklarını kendi iradesiyle yazdıklarına inanabiliyor musunuz?
Ve böylesi idrak yoksunu bir kişinin, top yekun Anadolu insanının bağrına bastığı BTP hareketini doğru tahlil etmesi nasıl mümkün olsun?
BTP'yi bağrına basan bu millet ne yapıyorsa hepsini kendi ihtiyar ve iradesiyle yapıyor.
Çünkü onların rehberi olan sayın Baş da bu milletten aldığı güçle kendi irade ve ihtiyarıyla hareket ediyor.
Atlantik ötesinden aldığı emirlerle değil.
Bunun en açık ispatı şudur ki, eğer Sayın Baş oralardan aldığı emirlerle hareket etmiş olsaydı şol yazara konu, gazetesine de manşet olurdu, haber olurdu.
Bütün bu fosillerin bir başka kuyruk yarası da şudur.
Bu ülkede başörtüsü gibi, Kur'an öğrenmek de belli engellerle karşı karşıya bırakıldı.
Bunu da tıpkı başörtüsü gibi dillerine dolayacakları günü kollayanlar, tam on yıldır bunu yapamıyorlar.
Çünkü Sayın Baş'ın önderliğinde kurulan Meltem TV tam on yıldır bu millete Kur'an öğretiyor.
Şimdi bu kafa nasıl sevsin Sayın Baş'ı?
Bir beyin özürlü çıkar da, Sayın Baş'a bu millete on yıldır Kur'an öğretme vazifesini global güçler verdi derse şaşmayın.
Ne yapsın?
"Eyvah Kur'an elden gitti" diye istismar edemeyenlere, "eyvah global güçler" demek kalıyor iftira olarak.
Demirdeki kireçlenme, ile beyin bölgesindeki kireçlenme çok farklı şeylerdir.
Sahi, Sayın Prof. Dr. Haydar Baş'ı bu millet Bursa'da ilk kez mi görüp dinledi? Sayın Baş'ı bu millet tam 20 yıldır biliyor ve dinliyor.
Peki niye Bursa programından sonra kuyruk acısı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Ana-baba hakları-2 / 30.04.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024