Herşeylerini feda ederek Medine'ye hicret eden muhacirlere yardım etme hususunda, Medineli Müslümanlar ellerinden geleni yapıyorlardı.
Fakat Medine'nin çalışma şartlarına alışkın olmayan muhacirlerin, hem gönüllerinin telif edilmesi; hem de kendi başlarına geçinmeye alışana kadar kendilerine yardımcı olunması gereğini duyan Allah Resulü, bu amaçla hicretin beşinci ayında Ensar ile Muhaciri biraraya topladı. 45 muhacirle 45 Medineli Müslümanı birbirleriyle kardeş ilan etti.
Hz. Peygamber kurduğu bu kardeşlik müessesesini iki temel üzerine bina etmişlerdi: Maddî-manevî bir dayanışma (ki, bu dayanışmanın temeli hak ve eşitlikti), birbirlerine varis olabilme.
Bu müessese neticesinde, Medineli ailelerden herbirisi bir aileyi yanlarına alarak mallarını ve evlerini paylaşıp, beraber çalışmaya, kazanmaya başladılar.
Bununla da yetinmeyen Medineliler Allah Resulüne giderek, hurmalıklarını da kardeşleriyle paylaşmayı teklif etmişlerdir. Bu kardeşlik ve fedakârlığın, hayata şehvet gözlüğüyle bakan insanların idrak edemeyeceği bir boyutu daha vardı: Hanımından ayrı düşen veya müşrik olduğu için hanımı kendisiyle Medine'ye gelmeyen muhacirler vardı. Medineli Müslümanlardan bazıları hanımlarından birisini boşayarak kardeşlerine vermekle, kardeşini kendisine tercih etme faziletinin ve fedakârlığın en yüce örneklerini bizlere hediye etmişlerdir.
Bütün bu yardımlarından dolayı Medineli Müslümanlar, 'Ensar' (yardımcılar) lakabını almışlardır.
Allah (cc), Haşr sûresinin 9. ayetinde bu kardeşliği şu suretle methetmişlerdir: "Muhacirlerden önce Medine'yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere muhabbet beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı bir kaygı duymazlar. Kendilerinde ihtiyaç bile olsa (kardeşlerini) nefisleri üzerlerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından korunursa, işte bunlar (azaptan) kurtulanlardır".
Bu kardeşlerden biri vefat ettiğinde, diğeri malına varis de olmaktaydı. Bedir harbinden sonra bu miras hükmü kaldırılmıştır. Zira Mekkeli muhacirler ticaret ve ziraatı öğrenerek kendi maişetlerini temin etmiş, Medine'ye ve şartlarına alışmışlardı. Bu noktada bir misal vermek gerekirse; Sa'd b. Rebi ile Abdurrahman b. Avf kardeş tayin edilmişti. Ensar'dan olan Hz. Sa'd; Medine'nin en zenginlerinden biri idi. Kardeşine malının yarısını teklif ettiğinde Abdurrahman b. Avf (ra): "Allah, malını hayırlı etsin. Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik çarşınızın yolunu göstermektir" şeklinde mukabele etmişlerdi.
Ertesi gün çarşıya götürülen Hz. Abdurrahman, peynir, yağ gibi şeyler alıp satmakla işe başlamış, kısa zaman sonra da Medine'nin sayılı tüccarlarından birisi olmuşlardı. Öyle ki, bir kıtlık zamanında 700 deveyi yükleriyle beraber infak etmişlerdi. Kendileri şöyle derlermiş: "Taşa uzansam, altında ya altın, ya da gümüşe rastladığımı görürüm".
Onun zengin olmasında, Allah Resulünün duasının makbuliyeti de en büyük âmildir. Allah Rasulü malının bereketlenip artması için kendisine dua etmişlerdi. Engin bir ticarî dehaya sahip olan bu sahabi, Medine pazarına hakim olan Yahudilere karşılık bir Müslüman pazarı kurmak ve piyasayı elinde tutmakla vazifeli idi. Bu sebeple Hz. Resulüllah kendilerine çokça dua eder; örnek bir ticari oluşa vesile olmasına dualarıyla bereket katarlardı.
Hikmetler
Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik anlaşması sadece bir sembolden ibaret değildi. Bu kardeşlik öylesine gerçek ve samimi idi ki, miras hukuku bile bu kardeşliğe bağlanmıştı.
Ayrıca, bu kardeşliğin kapsadığı boyutlar bize şunu da göstermiştir: Adalet ve eşitlik bir toplumda ne kadar kontrol altına alınırsa alınsın, ne kadar bir devlet otoritesine bağlanırsa bağlansın, bu adalet ve eşitliğin mânâsı bir tek şeyle gerçeğini bulabilir. O da, aradaki sevgi ve muhabbettir. Ensar ile Muhacir arasındaki adalet ve eşitliğin bekçisi de bu sevgi ve muhabbet olmuştur.
Muhacirleri yurtlarından çıkarıp Medine'ye -hem de hiçbir şeysiz- götüren kuvvet, Allah ve Resulüne karşı duydukları itimad ve sevgi idi. Zaten sahib olageldikleri birçok nimeti bırakıp geldikleri için, Muhacirlerin Ensarın malına, evine ortak olması, bir hazıra konma veya başkasının sırtından geçinme değildir. Nitekim Abdurrahman b. Avf örneğinde olduğu gibi; hemen bir meşgale bulmak suretiyle onlar, kısa zamanda kendi maişetlerini temin eder duruma gelmeye azami gayret sarfetmişlerdir.
Fakat Medine'nin çalışma şartlarına alışkın olmayan muhacirlerin, hem gönüllerinin telif edilmesi; hem de kendi başlarına geçinmeye alışana kadar kendilerine yardımcı olunması gereğini duyan Allah Resulü, bu amaçla hicretin beşinci ayında Ensar ile Muhaciri biraraya topladı. 45 muhacirle 45 Medineli Müslümanı birbirleriyle kardeş ilan etti.
Hz. Peygamber kurduğu bu kardeşlik müessesesini iki temel üzerine bina etmişlerdi: Maddî-manevî bir dayanışma (ki, bu dayanışmanın temeli hak ve eşitlikti), birbirlerine varis olabilme.
Bu müessese neticesinde, Medineli ailelerden herbirisi bir aileyi yanlarına alarak mallarını ve evlerini paylaşıp, beraber çalışmaya, kazanmaya başladılar.
Bununla da yetinmeyen Medineliler Allah Resulüne giderek, hurmalıklarını da kardeşleriyle paylaşmayı teklif etmişlerdir. Bu kardeşlik ve fedakârlığın, hayata şehvet gözlüğüyle bakan insanların idrak edemeyeceği bir boyutu daha vardı: Hanımından ayrı düşen veya müşrik olduğu için hanımı kendisiyle Medine'ye gelmeyen muhacirler vardı. Medineli Müslümanlardan bazıları hanımlarından birisini boşayarak kardeşlerine vermekle, kardeşini kendisine tercih etme faziletinin ve fedakârlığın en yüce örneklerini bizlere hediye etmişlerdir.
Bütün bu yardımlarından dolayı Medineli Müslümanlar, 'Ensar' (yardımcılar) lakabını almışlardır.
Allah (cc), Haşr sûresinin 9. ayetinde bu kardeşliği şu suretle methetmişlerdir: "Muhacirlerden önce Medine'yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere muhabbet beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı bir kaygı duymazlar. Kendilerinde ihtiyaç bile olsa (kardeşlerini) nefisleri üzerlerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından korunursa, işte bunlar (azaptan) kurtulanlardır".
Bu kardeşlerden biri vefat ettiğinde, diğeri malına varis de olmaktaydı. Bedir harbinden sonra bu miras hükmü kaldırılmıştır. Zira Mekkeli muhacirler ticaret ve ziraatı öğrenerek kendi maişetlerini temin etmiş, Medine'ye ve şartlarına alışmışlardı. Bu noktada bir misal vermek gerekirse; Sa'd b. Rebi ile Abdurrahman b. Avf kardeş tayin edilmişti. Ensar'dan olan Hz. Sa'd; Medine'nin en zenginlerinden biri idi. Kardeşine malının yarısını teklif ettiğinde Abdurrahman b. Avf (ra): "Allah, malını hayırlı etsin. Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik çarşınızın yolunu göstermektir" şeklinde mukabele etmişlerdi.
Ertesi gün çarşıya götürülen Hz. Abdurrahman, peynir, yağ gibi şeyler alıp satmakla işe başlamış, kısa zaman sonra da Medine'nin sayılı tüccarlarından birisi olmuşlardı. Öyle ki, bir kıtlık zamanında 700 deveyi yükleriyle beraber infak etmişlerdi. Kendileri şöyle derlermiş: "Taşa uzansam, altında ya altın, ya da gümüşe rastladığımı görürüm".
Onun zengin olmasında, Allah Resulünün duasının makbuliyeti de en büyük âmildir. Allah Rasulü malının bereketlenip artması için kendisine dua etmişlerdi. Engin bir ticarî dehaya sahip olan bu sahabi, Medine pazarına hakim olan Yahudilere karşılık bir Müslüman pazarı kurmak ve piyasayı elinde tutmakla vazifeli idi. Bu sebeple Hz. Resulüllah kendilerine çokça dua eder; örnek bir ticari oluşa vesile olmasına dualarıyla bereket katarlardı.
Hikmetler
Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik anlaşması sadece bir sembolden ibaret değildi. Bu kardeşlik öylesine gerçek ve samimi idi ki, miras hukuku bile bu kardeşliğe bağlanmıştı.
Ayrıca, bu kardeşliğin kapsadığı boyutlar bize şunu da göstermiştir: Adalet ve eşitlik bir toplumda ne kadar kontrol altına alınırsa alınsın, ne kadar bir devlet otoritesine bağlanırsa bağlansın, bu adalet ve eşitliğin mânâsı bir tek şeyle gerçeğini bulabilir. O da, aradaki sevgi ve muhabbettir. Ensar ile Muhacir arasındaki adalet ve eşitliğin bekçisi de bu sevgi ve muhabbet olmuştur.
Muhacirleri yurtlarından çıkarıp Medine'ye -hem de hiçbir şeysiz- götüren kuvvet, Allah ve Resulüne karşı duydukları itimad ve sevgi idi. Zaten sahib olageldikleri birçok nimeti bırakıp geldikleri için, Muhacirlerin Ensarın malına, evine ortak olması, bir hazıra konma veya başkasının sırtından geçinme değildir. Nitekim Abdurrahman b. Avf örneğinde olduğu gibi; hemen bir meşgale bulmak suretiyle onlar, kısa zamanda kendi maişetlerini temin eder duruma gelmeye azami gayret sarfetmişlerdir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.