Ülkemiz yangın yerine döndü. Son birkaç yıldır millet olarak ateşlerde yürüyoruz. Ülkeyi bu ateşe atan kifayetsiz, muhteris siyasi aktörler ateş etrafında dans ediyor, ateş ortasından yükselen çığlıklarla adeta coşuyor.
Sirtaki oynayıp tabak kıran Yunan politikacılarına nazire yaparken, bizimkiler tabak yerine devlet kurumlarını kırıp döküyor.
Ülkeyi IMF'sinden Dünya Bankası'na, ABD'sinden Avrupa Birliği'ne, yaban ellere teslim edenler, adeta son bir altın vuruşla egemenliğin devrine hazırlanırken suçluluk telaşı içinde önüne gelen herşeye saldırıyor. İktidara gelen siyasi aktörler züccaziye dükkanına dalan fil misali sağa sola toslayıp rafta vitrinde ne varsa döküyor, ayaklarıyla burnuyla eziyor.
Ülkeye verecek bir şeyi olmayan misyonsuz, vizyonsuz, projesiz, programsız hırslı kadrolar Demirelvari rodeoculuğa soyunarak sadece atın sırtından yani iktidarın sırtından düşmemek için yapay kavgalar üreterek ayakta kalmaya çalışıyor.
Eskiden siyasi partiler birbirini yerdi. Bugün aralarından su sızmıyor. Artık partiler birbirleri ile değil, devletle, milletimizin göz bebeği askerle kavga ediyor. Niçin mi? Aralarında bir fark kalmadığı için. Hepsi aynı tavanın balıkları oldukları için.
Eskisinden en eskisine, yenisinden en yeni oluşumcusuna hepsi "Ben ABD'ye daha iyi Derviş'lik yaparım" yarışında.
Bütün partiler, milletimiz karamsarlığa bedbinliğe iterek ülkeyi yabancı güçlere teslim etme yarışında.
"IMF'siz olmaz, Dünya Banka'sız olmaz, Yahudi lobileri ile anlaşmadan olmaz" anlayışını pompalamayı, ülkeyi küresel-liberal girdabın içine itmeyi vizyon zanneden politikacılar, önlerinde engel olarak milletimizin manevi direnci ile fiziki direcinin sembolleştiği Türk ordusunu rakip olarak görüyor.
Ama, millet bu teslimiyetçi, zihnen devşirilmiş aydınlara, politikacılara artık pirim vermiyor. Kavgadan usanan millet, "yeter artık kavga değil, çözüm istiyoruz" diyor.
Bu ülkenin, milleti milletle; milleti devletle; devleti dinle; dindarı devletle; askeri siville kavga ettirecek ucuz kahramanlar ihtiyacı yok!
Kafa kafaya rekabetin yaşandığı, topla tüfekle değil, kültürle, ekonomi ile siyasetle ülkelerin işgal edildiği çağımızda milletini yüceltecek gerçek kahramanlara ihtiyacı var.
Öyleyse millet olarak siyasetçilere sormalı, hangi proje ile, hangi tez ile, hangi ufuk ile ülkeyi geleceğe taşıyacaksın?
Bundan önce bu büyük misyonun kahramanı olabilmek çile ister, fedakarlık ister. Sende bu kumaş var mı?
Bu da kendini millete ait hisetmekle olur. Milletin acısını, çilesini, özlemlerini yüreğinde hissetmekle olur.
Bu aidiyet duygusundan nasipsiz, toprağına, insanına, tarihine, inancına yabancı veya ilk fırsatta yabancılaşan insanların milete verebileceği hiç bir şey yoktur.
Bu gün "Ben işçiyim, ben köylüyüm, ben çiftçiyim, ben memurum, ben polisim, ben askerim, ben milletin kendisiyim" diyen milli duruşa sahip ve yerli-özgün projeleri olan tek bir kişi var: Prof. Dr. Haydar Baş.
Milletin gözünden ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın milletimiz bunu çıplak gözleri ile görüyor. Çünkü O, sanal rüzgarla değil, ayağında demir çarık Anadolu Anadolu dolaşarak insanımızla buluşuyor. Dertlerini paylaşıyor. Çözümlerini sunuyor.
Bir Anadolu işadamının ifadesi ile 'bizim gibi ilahi söyleyen, bizim gibi şarkı söyleyen, bizim gibi Tuna Marşını, Gençlik Marşını söyleyen, bizim gibi sevinen üzülen, ekonomiyi ekonomistten, hukuku hukukçulardan, dış politikayı diplomatlardan iyi bilen ama bütün bunları bizim adeta talim ettiren "Başöğretmen" gibi bir nisan O.
Prof. Dr Haydar Baş, Yahudi lobilerinin, localarının değil milletin bağrından çıkan bir kahraman. İçimizden biri O.
Onun için seviliyor, onun için milletin ümidi, geleceği oluyor.
Sirtaki oynayıp tabak kıran Yunan politikacılarına nazire yaparken, bizimkiler tabak yerine devlet kurumlarını kırıp döküyor.
Ülkeyi IMF'sinden Dünya Bankası'na, ABD'sinden Avrupa Birliği'ne, yaban ellere teslim edenler, adeta son bir altın vuruşla egemenliğin devrine hazırlanırken suçluluk telaşı içinde önüne gelen herşeye saldırıyor. İktidara gelen siyasi aktörler züccaziye dükkanına dalan fil misali sağa sola toslayıp rafta vitrinde ne varsa döküyor, ayaklarıyla burnuyla eziyor.
Ülkeye verecek bir şeyi olmayan misyonsuz, vizyonsuz, projesiz, programsız hırslı kadrolar Demirelvari rodeoculuğa soyunarak sadece atın sırtından yani iktidarın sırtından düşmemek için yapay kavgalar üreterek ayakta kalmaya çalışıyor.
Eskiden siyasi partiler birbirini yerdi. Bugün aralarından su sızmıyor. Artık partiler birbirleri ile değil, devletle, milletimizin göz bebeği askerle kavga ediyor. Niçin mi? Aralarında bir fark kalmadığı için. Hepsi aynı tavanın balıkları oldukları için.
Eskisinden en eskisine, yenisinden en yeni oluşumcusuna hepsi "Ben ABD'ye daha iyi Derviş'lik yaparım" yarışında.
Bütün partiler, milletimiz karamsarlığa bedbinliğe iterek ülkeyi yabancı güçlere teslim etme yarışında.
"IMF'siz olmaz, Dünya Banka'sız olmaz, Yahudi lobileri ile anlaşmadan olmaz" anlayışını pompalamayı, ülkeyi küresel-liberal girdabın içine itmeyi vizyon zanneden politikacılar, önlerinde engel olarak milletimizin manevi direnci ile fiziki direcinin sembolleştiği Türk ordusunu rakip olarak görüyor.
Ama, millet bu teslimiyetçi, zihnen devşirilmiş aydınlara, politikacılara artık pirim vermiyor. Kavgadan usanan millet, "yeter artık kavga değil, çözüm istiyoruz" diyor.
Bu ülkenin, milleti milletle; milleti devletle; devleti dinle; dindarı devletle; askeri siville kavga ettirecek ucuz kahramanlar ihtiyacı yok!
Kafa kafaya rekabetin yaşandığı, topla tüfekle değil, kültürle, ekonomi ile siyasetle ülkelerin işgal edildiği çağımızda milletini yüceltecek gerçek kahramanlara ihtiyacı var.
Öyleyse millet olarak siyasetçilere sormalı, hangi proje ile, hangi tez ile, hangi ufuk ile ülkeyi geleceğe taşıyacaksın?
Bundan önce bu büyük misyonun kahramanı olabilmek çile ister, fedakarlık ister. Sende bu kumaş var mı?
Bu da kendini millete ait hisetmekle olur. Milletin acısını, çilesini, özlemlerini yüreğinde hissetmekle olur.
Bu aidiyet duygusundan nasipsiz, toprağına, insanına, tarihine, inancına yabancı veya ilk fırsatta yabancılaşan insanların milete verebileceği hiç bir şey yoktur.
Bu gün "Ben işçiyim, ben köylüyüm, ben çiftçiyim, ben memurum, ben polisim, ben askerim, ben milletin kendisiyim" diyen milli duruşa sahip ve yerli-özgün projeleri olan tek bir kişi var: Prof. Dr. Haydar Baş.
Milletin gözünden ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın milletimiz bunu çıplak gözleri ile görüyor. Çünkü O, sanal rüzgarla değil, ayağında demir çarık Anadolu Anadolu dolaşarak insanımızla buluşuyor. Dertlerini paylaşıyor. Çözümlerini sunuyor.
Bir Anadolu işadamının ifadesi ile 'bizim gibi ilahi söyleyen, bizim gibi şarkı söyleyen, bizim gibi Tuna Marşını, Gençlik Marşını söyleyen, bizim gibi sevinen üzülen, ekonomiyi ekonomistten, hukuku hukukçulardan, dış politikayı diplomatlardan iyi bilen ama bütün bunları bizim adeta talim ettiren "Başöğretmen" gibi bir nisan O.
Prof. Dr Haydar Baş, Yahudi lobilerinin, localarının değil milletin bağrından çıkan bir kahraman. İçimizden biri O.
Onun için seviliyor, onun için milletin ümidi, geleceği oluyor.
İbrahim Berk / diğer yazıları
- Cübbe düştü haç göründü / 07.01.2020
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014