Hicret, bir devlet kurma hareketi idi. Resulullah (sav), kuracağı devlet için bir mescidin şart olduğunu biliyordu. Bunun için, ilk olarak Medine'ye geldiğinde devesinin çöktüğü araziyi, mescid için kullandı. İki yetim çocuğa ait olan bu araziyi Resulullah satın almıştı. Burada, gölgelik olacak kadar bir çatı taşıyan, sade bir mescid yaptı. Hz. Peygamber, mescidin inşasında bilfiil çalışmış, kerpiç taşımışlardır.
Mescid-i Nebevî, sadece cemaatle namaz kılmak için kullanılmıyordu. Müslümanların her türlü dinî ve dünyevî ihtiyaçları (sohbet, nikâh, ihtilafların çözümü vs.) çoğu zaman burada karşılanıyordu. Mescid bir eğitim ve öğretim yeri idi. Aynı zamanda, dışarıdan gelen temsilcilerle Allah Resulü burada görüşüyorlardı.
Böylelikle mescid hem manevi eğitim ve birliğin tesis edildiği merkez, hem eğitim ve öğretimin icra edildiği bir mektep hem de devlet işlerinin görüşüldüğü bir hükûmet konağı olma vazifesi görüyordu.
Allah Resulünün, bir mescid yapımını ilk iş telakki ederek ve kendisi de bizzat çalışarak kısa zamanda bu mescidi tamamlaması; mescidin İslâm'da ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, yaptığı mescidi sade kılıp, göreceği vazifeleri ulvî tutan Allah Resulü, bu tavırlarıyla, günümüz Müslümanına da âli bir ufuk çizmektedirler. Demek ki, Müslüman, dişinden tırnağından artırarak Allah rızası için yükselttiği mescidlerin tezyinâtını sade tuttuğu gibi; bu mescidde Allah için kardeş olmayı, Allah için gözyaşı dökmeyi, Allah için eğitim öğretim yapmayı, Allah için zikretmeyi, her şeyin üzerindeki bir hedef olarak görmeli ve tatbik etmelidir. Ancak bu takdirde, Allah Resulü örnek alınmış, ancak bu takdirde Allah'ın evine değer verilmiş ve böylelikle Rabbimizin rızası alınmış olur.
Ve ilk ezan
Hz. Peygamber (sav), Müslümanları cemaatle namaza toplamak için bir çare düşündü. Bu hususta Ashab-ı Kiram'la müşâvere etti. Ashabtan bazıları Hristiyanlarda olduğu gibi çan çalınmasını, bazıları da Yahudiler gibi boru öttürülmesini ileri sürdüler. Hz. Peygamber, bu tekliflerin hiçbirinden hoşnut kalmadı. Bir rivayette, lisân-ı vahyin ta'limi üzerine ezan-ı şerifin sıygası, şekli tesbit olunmuş ve Bilâl-i Habeşi tarafından ilk ezan okunmuştur. Bazı rivayetlerde, ezanın Abdullah b. Zeyd tarafından teklif olunduğu ve onun buna dair bir rüya gördüğü nakl olunur. Diğer bir rivayette, Hz. Ömer'in de buna mümâsil bir rüyasından bahsolunmaktadır. Aynı hadise hakkında, birbirini te'yid eden rüyalar görülmüş olması mümkün olduğundan, bu rivayetler arasında bir ayrılık yoktur, diyebiliriz. Ezan, hem namaz vaktinin geldiğini ilan eder, hem de Müslümanlık esaslarının neşrine yardımcı olur. Bir nevi dine davettir. Din hürriyetinin bir alâmetidir. Mekke'de tazyik altındayken ezan okunamazdı. Medine'de hürriyete kavuşunca ezan başladı ve dinî hürriyetin sembolü oldu. Düşman istilasında kalan Müslüman topraklarında işlenen ilk zulüm ezanı men etmek olur. Çünkü ezan, bir paroladır. Müslümanların hürriyet ve birlik alametidir. Hz. Peygamberin müezzini olmak şerefi Bilâl-i Habeşi'ye nasip olmuştur. Sesi gayet güzeldi. Neccaroğullarından bir kadının, mescidin yanıbaşında yüksek bir evi vardı. Bilâl onun damına çıkar, tatlı sesiyle beş vakit ezanı okurdu. Her sabah seher vaktinde Medine halkı, Bilâl'in hoş nağmeleriyle, 'Allahu Ekber... Lâilâhe illâllah' sadalârıyla uyanırlar, huşû içinde Allah'a ibadete koyulurlardı. Hazret-i Bilâl'in hoş ahenk ve tatlı nağmelerle günde beş vakit okuduğu ezan sesleri, günün muayyen saatlerinde dalga dalga her tarafa yayılır, akıp giden hayatın kulağına Allah'ın varlığını, birliğini söyler, kâinata Allah'ın Tevhid dinini ilan ederdi. Günde beş defa, yeni dinin esasları, Medine havasının ihtizazlariyle kulaklara ulaşır, çağlara yüce hakikatı fısıldardı. Allahu Ekber -Allah en büyüktür. O, ulular ulusudur, diye başlayan bu dine davet, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğuna şehadet ederek iman sahiplerini namaza ve niyaza bütün insanlığı da felaha davet eder ve şu yüce hakikatı ilan ederdi: Lâilâhe illâllah - Allah'tan başka ilâh yoktur.
İslâm'ın güzelliği ve yüceliği, her emrinde olduğu gibi ezanda da gayet açık olarak görülmektedir. Çan çalmak, boru öttürmek, ateş yakmak gibi cansız ve heyecansız şeylere bir bak. Bir de minarelerden yükselen ezan sesine kulak ver. Ezandaki yüksek mânâların ruhları okşayan tatlı nağmelerin seni bu fani âlemin üstüne, maveraya çekip götürdüğünü duyarsın. İşte ezanın verdiği dinî şuur budur.
Müezzinlerin pîri olan Hz. Bilâl-i Habeşi, Asr-ı Saadet'te Hz. Peygamberin müezzini olarak yaşamıştır. Peygamberimizin irtihalinden sonra eski günleri hatırlayarak çok mahzun olurdu. Medine'nin herşeyi ona, candan bağlandığı büyük Peygamberi hatırlatırdı. Bu hüzün havasından biraz uzaklaşmak için Suriye taraflarına gitmişti. Hz. Ömer, Şam'a geldiğinde Bilâl o müessir sesiyle bir defa ezan okumuş, bütün İslâm mücahidleri ağlamışlardır. Bilâl bir aralık Medine'ye ziyarete gelmiş, Peygamber Efendimizin pek sevgili torunu Hz. Hüseyin'in ricası üzerine Peygamber zamanında okuduğu gibi o yanık sesiyle bir sabah ezanı okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medine halkı, Resulullah tekrar aralarına dönmüş gibi heyecanlı anlar yaşamışlar, eski günlerin yadıyla gözlerinden yaşlar dökerek tatlı hatıraları canlandırmışlardır. Dinî şuur ve heyecan, ne tatlı bir haz kaynağıdır!
Mescid-i Nebevî, sadece cemaatle namaz kılmak için kullanılmıyordu. Müslümanların her türlü dinî ve dünyevî ihtiyaçları (sohbet, nikâh, ihtilafların çözümü vs.) çoğu zaman burada karşılanıyordu. Mescid bir eğitim ve öğretim yeri idi. Aynı zamanda, dışarıdan gelen temsilcilerle Allah Resulü burada görüşüyorlardı.
Böylelikle mescid hem manevi eğitim ve birliğin tesis edildiği merkez, hem eğitim ve öğretimin icra edildiği bir mektep hem de devlet işlerinin görüşüldüğü bir hükûmet konağı olma vazifesi görüyordu.
Allah Resulünün, bir mescid yapımını ilk iş telakki ederek ve kendisi de bizzat çalışarak kısa zamanda bu mescidi tamamlaması; mescidin İslâm'da ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, yaptığı mescidi sade kılıp, göreceği vazifeleri ulvî tutan Allah Resulü, bu tavırlarıyla, günümüz Müslümanına da âli bir ufuk çizmektedirler. Demek ki, Müslüman, dişinden tırnağından artırarak Allah rızası için yükselttiği mescidlerin tezyinâtını sade tuttuğu gibi; bu mescidde Allah için kardeş olmayı, Allah için gözyaşı dökmeyi, Allah için eğitim öğretim yapmayı, Allah için zikretmeyi, her şeyin üzerindeki bir hedef olarak görmeli ve tatbik etmelidir. Ancak bu takdirde, Allah Resulü örnek alınmış, ancak bu takdirde Allah'ın evine değer verilmiş ve böylelikle Rabbimizin rızası alınmış olur.
Ve ilk ezan
Hz. Peygamber (sav), Müslümanları cemaatle namaza toplamak için bir çare düşündü. Bu hususta Ashab-ı Kiram'la müşâvere etti. Ashabtan bazıları Hristiyanlarda olduğu gibi çan çalınmasını, bazıları da Yahudiler gibi boru öttürülmesini ileri sürdüler. Hz. Peygamber, bu tekliflerin hiçbirinden hoşnut kalmadı. Bir rivayette, lisân-ı vahyin ta'limi üzerine ezan-ı şerifin sıygası, şekli tesbit olunmuş ve Bilâl-i Habeşi tarafından ilk ezan okunmuştur. Bazı rivayetlerde, ezanın Abdullah b. Zeyd tarafından teklif olunduğu ve onun buna dair bir rüya gördüğü nakl olunur. Diğer bir rivayette, Hz. Ömer'in de buna mümâsil bir rüyasından bahsolunmaktadır. Aynı hadise hakkında, birbirini te'yid eden rüyalar görülmüş olması mümkün olduğundan, bu rivayetler arasında bir ayrılık yoktur, diyebiliriz. Ezan, hem namaz vaktinin geldiğini ilan eder, hem de Müslümanlık esaslarının neşrine yardımcı olur. Bir nevi dine davettir. Din hürriyetinin bir alâmetidir. Mekke'de tazyik altındayken ezan okunamazdı. Medine'de hürriyete kavuşunca ezan başladı ve dinî hürriyetin sembolü oldu. Düşman istilasında kalan Müslüman topraklarında işlenen ilk zulüm ezanı men etmek olur. Çünkü ezan, bir paroladır. Müslümanların hürriyet ve birlik alametidir. Hz. Peygamberin müezzini olmak şerefi Bilâl-i Habeşi'ye nasip olmuştur. Sesi gayet güzeldi. Neccaroğullarından bir kadının, mescidin yanıbaşında yüksek bir evi vardı. Bilâl onun damına çıkar, tatlı sesiyle beş vakit ezanı okurdu. Her sabah seher vaktinde Medine halkı, Bilâl'in hoş nağmeleriyle, 'Allahu Ekber... Lâilâhe illâllah' sadalârıyla uyanırlar, huşû içinde Allah'a ibadete koyulurlardı. Hazret-i Bilâl'in hoş ahenk ve tatlı nağmelerle günde beş vakit okuduğu ezan sesleri, günün muayyen saatlerinde dalga dalga her tarafa yayılır, akıp giden hayatın kulağına Allah'ın varlığını, birliğini söyler, kâinata Allah'ın Tevhid dinini ilan ederdi. Günde beş defa, yeni dinin esasları, Medine havasının ihtizazlariyle kulaklara ulaşır, çağlara yüce hakikatı fısıldardı. Allahu Ekber -Allah en büyüktür. O, ulular ulusudur, diye başlayan bu dine davet, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğuna şehadet ederek iman sahiplerini namaza ve niyaza bütün insanlığı da felaha davet eder ve şu yüce hakikatı ilan ederdi: Lâilâhe illâllah - Allah'tan başka ilâh yoktur.
İslâm'ın güzelliği ve yüceliği, her emrinde olduğu gibi ezanda da gayet açık olarak görülmektedir. Çan çalmak, boru öttürmek, ateş yakmak gibi cansız ve heyecansız şeylere bir bak. Bir de minarelerden yükselen ezan sesine kulak ver. Ezandaki yüksek mânâların ruhları okşayan tatlı nağmelerin seni bu fani âlemin üstüne, maveraya çekip götürdüğünü duyarsın. İşte ezanın verdiği dinî şuur budur.
Müezzinlerin pîri olan Hz. Bilâl-i Habeşi, Asr-ı Saadet'te Hz. Peygamberin müezzini olarak yaşamıştır. Peygamberimizin irtihalinden sonra eski günleri hatırlayarak çok mahzun olurdu. Medine'nin herşeyi ona, candan bağlandığı büyük Peygamberi hatırlatırdı. Bu hüzün havasından biraz uzaklaşmak için Suriye taraflarına gitmişti. Hz. Ömer, Şam'a geldiğinde Bilâl o müessir sesiyle bir defa ezan okumuş, bütün İslâm mücahidleri ağlamışlardır. Bilâl bir aralık Medine'ye ziyarete gelmiş, Peygamber Efendimizin pek sevgili torunu Hz. Hüseyin'in ricası üzerine Peygamber zamanında okuduğu gibi o yanık sesiyle bir sabah ezanı okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medine halkı, Resulullah tekrar aralarına dönmüş gibi heyecanlı anlar yaşamışlar, eski günlerin yadıyla gözlerinden yaşlar dökerek tatlı hatıraları canlandırmışlardır. Dinî şuur ve heyecan, ne tatlı bir haz kaynağıdır!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.