O devir Basra'sı ciddi bir ticaret merkezidir. Uzak illerden Hindistan'dan, Yemen'den, Türkistan'dan kervanlar gelir, gider. Gün boyu denkler, yükler, iner.... Tacirler tahıl, baharat, silah, mücevher devirip dururlar. Ama bir gönül ehli vardır ki, Habibi Acemi hazretleri, o başkadır. O, ne kumaştan, ne bakliyattan anlar. Eli belinde dolaşır, hırslı tüccarlara ve sıkışan borçlulara para satar. Hesabına sıkıdır, vadesi geldi mi dakika geçirmez, imzalattığı seneti son kuruşuna kadar tahsil eder. Diyelim ki ödeyemedi. Vay onların haline... Gel gelelim ki gün olur devran döner, Habib Acemî hazretleri sermayeyi sıfırlar. Elde avuçta bir şey bırakmamıştır ama bakmak zorunda olduğu çocukları vardır. Hanımı bir sabreder, iki sabreder, nitekim bir gün yiyecekleri kalmadığını söyler. Habib seccadesini Fırat kıyılarına serer, akşamlara kadar ibadet eder. Eve geldiğinde hanımı iş bulup bulmadığını sorar. Habib, - Çok iyi bir iş buldum, der, eğer bugüne kadar bu işte çalışsaydım neler kazanmazdım...Habib sonraki günler evden daha erken çıkar, daha geç döner, kendinden geçercesine ibadet eder. Üç beş gün sonra hanımı yine sıkıştırır. Evde hiç bir şey kalmadığını hatırlatır. Habib - Öyle cömert birinin hizmetinde çalışıyorum ki, kereminden bir şey istemeye utanıyorum.-Artık istesen iyi olacak ama.-Tamam.-Tamam, tamam diyorsun ama istiyemiyorsun. Bak bu gün son olsun. Akşama bekliyorum.Habib yine seccadesini serer, zikreder. Evde bir şey olmadığını hatırladığında hava çoktan kararmıştır. Hanımını nasıl geçiştireceğini düşüne düşüne evine yaklaşır. İçeriden ekmek, yemek kokuları gelmekte, çocukların neşeli çığlıkları dışarılara taşmaktadır. Hanımı onu kapıda karşılar:- Efendin gerçekten kerem sahibi imiş, der. Sen henüz çıkmıştın ki, dört beyaz elbiseli adam geldi. Birisi un çuvalını, birisi yüzülmüş koyunu, birisi de içinde yağ, bal, baharat bulunan zenbilleri bıraktı. En sondaki nur yüzlü efendin, eşiğe içinde 300 dirhem olan bir kese koydu ve dedi ki: - Habib'e söyle, daha fazla çalışsın ücretini artıralım!..