Brüksel Zirvesi Türkiye kamuoyuna aktarıldığı üzere Kıbrıs konusunda düğümlendiği saatlerde Başbakan Erdoğan "AB 500 binlik Rum Kesimi için 70 milyonluk Türkiye'yi feda etmez" diye sitemde bulunmuştu. Erdoğan gerçek anlamda rest çekip masayı terk edebilseydi AB'nin Türkiye'yi feda edip etmeyeceğini görebilirdik. Ama böyle bir olay yaşanmadığı için bunu göremedik. Ancak hükümet "sonucu belli olmayan AB macerası" için milli dava Kıbrıs'ı feda etti. Bugüne kadar ısrarla dile getirdiğimiz Kıbrıs endişemiz, 17 Aralık 2004 tarihi itibariyle Başbakan Erdoğan marifetiyle Rum'a teslim edildi. Yarım asırlık Kıbrıs davası, mücadelesi masabaşında kaybedildi. Binlerce şehidin kanıyla sulanmış Kıbrıs, tek kurşun sıkılmadan bir Türk Başbakanının iki dudağı arasından çıkan üç kelime ile (tamam, kabul ediyoruz!) feda edildi.
Ve maalesef Kıbrıs'ı Rum'a teslim edenler "milli kahraman" olarak duyuruluyor.
Avrupa Birliği, Türk hükümetinin ve özellikle Başbakanın diplomatik beceriksizliğinden en üst düzeyde istifade ederek Kıbrıs'ı koparmayı bildi. Türkiye'nin imzaladığı metinde Kıbrıs'la ilgili paragraf şöyle diyor:
"Avrupa Konseyi, Türkiye'nin 10 yeni üye ülkenin katılımını hesaba katarak Ankara Anlaşması'nın uyum protokolünü imzalama kararını memnuniyetle karşılar. Bu bağlamda Türkiye tarafından yapılan 'Türk hükümeti mevcut katılım müzakereleri öncesinde, AB'ye üye olmak için gerekli uyarlamalar üzerinde anlaştıktan ve bunları sonuçlandırdıktan sonra Ankara Anlaşması'nın uyum protokolünü imzalamaya hazır olduğunu teyit eder' açıklaması memnuniyetle karşılandı."
Bizzat Başbakan Erdoğan'dan Kıbrıs Rum Kesimi'ni "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanıma sözü alan AB, bunu da yukarıdaki paragrafla kayıt altına alıyor. Başbakan Erdoğan da bunun sadece "teknik bir prosedür" olduğunu ifade ederek, hem altına imza attığı metinle ilgili hem de diplomatik tuzaklarla ilgili bilgisizliğini ortaya koyuyor. Sayın Başbakan, altına imza attığınız-attırdığınız o metinle Kıbrıs Rum Kesimi'ni resmen tanımış oluyorsunuz. Bu tanıma 17 Aralık'ta veya 3 Ekim'de olmuş, ne fark eder?
AB, Türkiye'ye müzakere tarihi olarak 3 Ekim 2005'i verdi ama Türkiye'nin üyeliği garanti değil. Nitekim zirve esnasında Avusturya liderinin "Türkiye'nin üyeliğini referanduma götüreceğiz" açıklamasını yapması boşuna değil. AB Türkiye'ye dair yepyeni bir şartlar manzumesi oluşturdu ve Türkiye'yi karanlık bir dehlizin içine sürükledi.Türkiye'ye özel AB düzenlemeleri
Avrupa Birliği sadece Türkiye'ye has birçok uygulama geliştirdi. Diğer aday ülkelere uygulanmayan düzenlemelerden bazıları şöyle:
Siyasi Raporlama: Siyasi kriterlerin tamamlanmasından sonra, Türkiye'nin yaptıkları devamlı olarak denetlenecek ve düzenli bir şekilde raporlanacak.
Kalıcı Koruma Önlemleri: AB mevzuatında böyle bir şey yok. Sadece Türkiye için metne eklendi. Serbest dolaşım, tarım ve yapısal politikalar konusunda Türkiye'ye karşı AB kendini koruyor! AB'nin böyle bir "korunma" psikolojisine sahip olması oldukça ilginç. Adamlar hem bizden korkuyor, hem de birliğe alacaklar!
Açık Uçlu Müzakere: AB, tarihinde ilk kez bir aday ülkeyle açık uçlu müzakere ettiğini ve bunun sonucunun garanti edilemeyeceğini duyurma ihtiyacı duydu. Türkiye, bu kararla AB üyeliği garanti olmayan bir müzakere sürecine girecek. Oysa Hırvatistan için 2007 yılı üyelik yılı olarak kabul edildi.
Avrupa Değerlerine Demirleme: Bu da ilk defa ortaya atılan bir kavram. AB Türkiye'nin üyelik zorunluluklarını yerine getiremeyeceğinden hareketle, bu durumda Türkiye'yi AB kuyruğundan koparmamak için "AB değerlerine en kuvvetli bağla demirletilmesi" maddesini gündeme getirdi.
Askıya Alma: İlk kez askıya alma prosedürünü başlatma yetkisi, AB Komisyonu'yla birlikte üye ülkelerin üçte birine de verildi. Üye ülkelerin üçte biri istedikleri zaman Türkiye'nin üyeliğini askıya alabilecekler.
Türkiye'ye dayatılan ve imza attırılan bu utanç belgesindeki tuzaklar saymakla bitmiyor. Türkiye'yi böyle bir dehlizin içine sokup Kıbrıs'ı satanları tarih asla affetmeyecek!
Ve maalesef Kıbrıs'ı Rum'a teslim edenler "milli kahraman" olarak duyuruluyor.
Avrupa Birliği, Türk hükümetinin ve özellikle Başbakanın diplomatik beceriksizliğinden en üst düzeyde istifade ederek Kıbrıs'ı koparmayı bildi. Türkiye'nin imzaladığı metinde Kıbrıs'la ilgili paragraf şöyle diyor:
"Avrupa Konseyi, Türkiye'nin 10 yeni üye ülkenin katılımını hesaba katarak Ankara Anlaşması'nın uyum protokolünü imzalama kararını memnuniyetle karşılar. Bu bağlamda Türkiye tarafından yapılan 'Türk hükümeti mevcut katılım müzakereleri öncesinde, AB'ye üye olmak için gerekli uyarlamalar üzerinde anlaştıktan ve bunları sonuçlandırdıktan sonra Ankara Anlaşması'nın uyum protokolünü imzalamaya hazır olduğunu teyit eder' açıklaması memnuniyetle karşılandı."
Bizzat Başbakan Erdoğan'dan Kıbrıs Rum Kesimi'ni "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanıma sözü alan AB, bunu da yukarıdaki paragrafla kayıt altına alıyor. Başbakan Erdoğan da bunun sadece "teknik bir prosedür" olduğunu ifade ederek, hem altına imza attığı metinle ilgili hem de diplomatik tuzaklarla ilgili bilgisizliğini ortaya koyuyor. Sayın Başbakan, altına imza attığınız-attırdığınız o metinle Kıbrıs Rum Kesimi'ni resmen tanımış oluyorsunuz. Bu tanıma 17 Aralık'ta veya 3 Ekim'de olmuş, ne fark eder?
AB, Türkiye'ye müzakere tarihi olarak 3 Ekim 2005'i verdi ama Türkiye'nin üyeliği garanti değil. Nitekim zirve esnasında Avusturya liderinin "Türkiye'nin üyeliğini referanduma götüreceğiz" açıklamasını yapması boşuna değil. AB Türkiye'ye dair yepyeni bir şartlar manzumesi oluşturdu ve Türkiye'yi karanlık bir dehlizin içine sürükledi.Türkiye'ye özel AB düzenlemeleri
Avrupa Birliği sadece Türkiye'ye has birçok uygulama geliştirdi. Diğer aday ülkelere uygulanmayan düzenlemelerden bazıları şöyle:
Siyasi Raporlama: Siyasi kriterlerin tamamlanmasından sonra, Türkiye'nin yaptıkları devamlı olarak denetlenecek ve düzenli bir şekilde raporlanacak.
Kalıcı Koruma Önlemleri: AB mevzuatında böyle bir şey yok. Sadece Türkiye için metne eklendi. Serbest dolaşım, tarım ve yapısal politikalar konusunda Türkiye'ye karşı AB kendini koruyor! AB'nin böyle bir "korunma" psikolojisine sahip olması oldukça ilginç. Adamlar hem bizden korkuyor, hem de birliğe alacaklar!
Açık Uçlu Müzakere: AB, tarihinde ilk kez bir aday ülkeyle açık uçlu müzakere ettiğini ve bunun sonucunun garanti edilemeyeceğini duyurma ihtiyacı duydu. Türkiye, bu kararla AB üyeliği garanti olmayan bir müzakere sürecine girecek. Oysa Hırvatistan için 2007 yılı üyelik yılı olarak kabul edildi.
Avrupa Değerlerine Demirleme: Bu da ilk defa ortaya atılan bir kavram. AB Türkiye'nin üyelik zorunluluklarını yerine getiremeyeceğinden hareketle, bu durumda Türkiye'yi AB kuyruğundan koparmamak için "AB değerlerine en kuvvetli bağla demirletilmesi" maddesini gündeme getirdi.
Askıya Alma: İlk kez askıya alma prosedürünü başlatma yetkisi, AB Komisyonu'yla birlikte üye ülkelerin üçte birine de verildi. Üye ülkelerin üçte biri istedikleri zaman Türkiye'nin üyeliğini askıya alabilecekler.
Türkiye'ye dayatılan ve imza attırılan bu utanç belgesindeki tuzaklar saymakla bitmiyor. Türkiye'yi böyle bir dehlizin içine sokup Kıbrıs'ı satanları tarih asla affetmeyecek!
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012