İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşunun 79. yıldönümü törenlerle kutlandı. İstanbul'da ilk tören, askerî ve mülkî erkanın katılımlarıyla Taksim Cumhuriyet Anıtı'nda düzenlendi. Anıta çelenklerin konulmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu.
Taksim Cumhuriyet Anıtı'nda yapılan törenden sonra Vali Erol Çakır, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan ve Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, İstanbul Valiliği'nde tebrikleri kabul etti. Daha sonra Aksaray Orduevi'nde, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) şükran ziyaretinde bulunuldu ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'a çiçek takdim edildi.
Mondros ve işgal yılları
Tarih boyunca hür ve bağımsız yaşamış Türk milleti, 1.Dünya Savaşı'nda müttefikleri yenilgiyi kabul edip savaştan çekilince yenilmiş sayılmıştı. 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'yla da Türk devleti ve de milleti yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Çünkü, bu bir ateşkes değil kayıtsız koşulsuz bir teslimiyetin belgesi idi. Yaklaşık sekiz yıl savaştan sonra, Türk kuvvetleri perişan olmuş, orduları dağılmış, morali çökmüş, savaşlarda büyük insan kayıplarına uğramış, kaynakları tükenmiş, galiplerin kendisi hakkında vereceği karara razı ve kadere boyun eğmiş bir görünümdeydi. Ordu dağılıyor, silah, cephane ve ulaşım yolları ile tüm haberleşme araçları ve liman, tersaneler İtilaf Devletleri'nin denetimine bırakılıyordu. Ve asıl kara tablo yeni başlıyordu: İtilaf Devletleri, Mondros'un 7. maddesine dayanarak, ülkenin her karışını işgale girişiyordu.
Geldikleri gibi giderler
İşte bütün bu namüsait şartlar içerisinde, emperyalizmin temsilcisi Avrupalı devletler, kendilerince bir hak olarak gördükleri Mondros hükümlerine dayanarak İstanbul'a da girmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip, Haydarpaşa rıhtımına ayak basınca düşman gemilerinin zafer bayrakları açarak ve toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, azınlıkların da sarhoş çığlıkları atarak karşı sahilleri çınlattığına şahit olmuştur. Atatürk, bu manzarayı görünce, gözyaşlarına boğulan Yaverine dönerek; kendinden emin, asil, milletine güvenen inanç ve ruhla şu meşhur cümleyi sarf etmiştir: "Geldikleri gibi giderler"
Türk bayrağını selamlayarak gittiler
Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919' da Samsun' a ayak basarak Kurtuluş Savaşı' nı başlattı. O'nun Anadolu' da kuvvetlenmesi ve İstanbul'da toplanan Mebuslar Meclisi'nin milli sınırları çizmesi sonucunda, düşmanlar da 16 Mart 1920 sabahı İstanbul'u resmen işgal ettiler.
Ve fakat, Anadolu'nun her köşesinde tutuşan Kuva-yı Milliye ruhu ve Milli Mücadele bilinciyle birlik ve beraberliğini tesis eden Türk Milleti, Atatürk'ün önderliğinde sömürgeci Batı dünyasına karşı yek vücut olarak zaferden zafere koştu. 18 Eylül' de Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlenmiş oldu. Mudanya Ateşkes Antlaşması' yla İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya kurtarıldı.
İmzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince, düşman askerleri altı hafta sonra İstanbul' dan ayrılacaklardı.
"Geldikleri gibi gittiler" hem de Türk bayrağını selamlayarak.
6 Ekim 1923 tarihinde Şükrü Naili (Gökberk) Paşa komutasındaki Türk birlikleri sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul'a girdi. Türk askerinin İstanbul'a girişi halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Böyece 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu.
Nutuk'tan
"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
O halde, ya istiklal ya ölüm!
Taksim Cumhuriyet Anıtı'nda yapılan törenden sonra Vali Erol Çakır, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan ve Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, İstanbul Valiliği'nde tebrikleri kabul etti. Daha sonra Aksaray Orduevi'nde, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) şükran ziyaretinde bulunuldu ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'a çiçek takdim edildi.
Mondros ve işgal yılları
Tarih boyunca hür ve bağımsız yaşamış Türk milleti, 1.Dünya Savaşı'nda müttefikleri yenilgiyi kabul edip savaştan çekilince yenilmiş sayılmıştı. 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'yla da Türk devleti ve de milleti yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Çünkü, bu bir ateşkes değil kayıtsız koşulsuz bir teslimiyetin belgesi idi. Yaklaşık sekiz yıl savaştan sonra, Türk kuvvetleri perişan olmuş, orduları dağılmış, morali çökmüş, savaşlarda büyük insan kayıplarına uğramış, kaynakları tükenmiş, galiplerin kendisi hakkında vereceği karara razı ve kadere boyun eğmiş bir görünümdeydi. Ordu dağılıyor, silah, cephane ve ulaşım yolları ile tüm haberleşme araçları ve liman, tersaneler İtilaf Devletleri'nin denetimine bırakılıyordu. Ve asıl kara tablo yeni başlıyordu: İtilaf Devletleri, Mondros'un 7. maddesine dayanarak, ülkenin her karışını işgale girişiyordu.
Geldikleri gibi giderler
İşte bütün bu namüsait şartlar içerisinde, emperyalizmin temsilcisi Avrupalı devletler, kendilerince bir hak olarak gördükleri Mondros hükümlerine dayanarak İstanbul'a da girmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip, Haydarpaşa rıhtımına ayak basınca düşman gemilerinin zafer bayrakları açarak ve toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, azınlıkların da sarhoş çığlıkları atarak karşı sahilleri çınlattığına şahit olmuştur. Atatürk, bu manzarayı görünce, gözyaşlarına boğulan Yaverine dönerek; kendinden emin, asil, milletine güvenen inanç ve ruhla şu meşhur cümleyi sarf etmiştir: "Geldikleri gibi giderler"
Türk bayrağını selamlayarak gittiler
Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919' da Samsun' a ayak basarak Kurtuluş Savaşı' nı başlattı. O'nun Anadolu' da kuvvetlenmesi ve İstanbul'da toplanan Mebuslar Meclisi'nin milli sınırları çizmesi sonucunda, düşmanlar da 16 Mart 1920 sabahı İstanbul'u resmen işgal ettiler.
Ve fakat, Anadolu'nun her köşesinde tutuşan Kuva-yı Milliye ruhu ve Milli Mücadele bilinciyle birlik ve beraberliğini tesis eden Türk Milleti, Atatürk'ün önderliğinde sömürgeci Batı dünyasına karşı yek vücut olarak zaferden zafere koştu. 18 Eylül' de Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlenmiş oldu. Mudanya Ateşkes Antlaşması' yla İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya kurtarıldı.
İmzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince, düşman askerleri altı hafta sonra İstanbul' dan ayrılacaklardı.
"Geldikleri gibi gittiler" hem de Türk bayrağını selamlayarak.
6 Ekim 1923 tarihinde Şükrü Naili (Gökberk) Paşa komutasındaki Türk birlikleri sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul'a girdi. Türk askerinin İstanbul'a girişi halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Böyece 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu.
Nutuk'tan
"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türk'ün haysiyeti, gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
O halde, ya istiklal ya ölüm!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.