Din, sözlükte; âdet, taat, ceza ve mükâfat, sulta, hal ve tavır, itaat, hesap verme, sîret ve hüküm gibi birçok manalara gelmektedir. (Âsim Efendi, Kamus Tercümesi, c.3, s.481; ibn. Manzur, Lisanu'l-Arab, Din maddesi).
Istılahta ise din; Allah tarafından vaz edilmiş bir kanun, bir hükümler ve prensipler manzumesi olup, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle hayra, kurtuluşa ve hidayete sevk eden ilahi bir düzenleme demektir.
"İslam dindir" demek, pek çok hakikati ifade eder. İslam ne bir nazariye, ne bir felsefi doktrini, ne bir beşeri telakki ve sistem, ne de bir ideolojidir. İslam, insanları Allah'a çağıran ve taşıyan ilahi bir yoldur, bir kurtuluş caddesidir.
İslam'ın esası, Allah'a kulluktur. Bu da ancak iman ve ibadetin bütünleşmesiyle gerçekleşir. İslam'da Allah'a gidişte, kulluk ve ibadet asıldır. Bu tespit dinin gaye ve hedefini anlama bakımından çok önemlidir.
İslam'ın kaynağı vahiydir
Vahiy kelimesi sözlükte, gizli konuşmak, ilham etmek, emretmek, ima ve işaret etmek, fısıldamak, seslenmek gibi birçok manaya gelir. (Usânu'l-Arab, C.XV, s.379-382).
Istılahi olarak vahiy; Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarını peygamberlerine; rüya, ilham, kitap ve melek gibi vasıtalarla bildirmesidir. Bu tanımdan anlaşılmaktadır ki; dinin kaynağı vahiydir, akıl değildir.
Bununla birlikte akıl gerçek hüviyetini İslam'da bulmuştur. İslam, akla büyük önem vermiş, onu fazilet ve terakkinin temeli, hakikati bulmanın vasıflarından biri ve mükellefiyetin sebebi saymıştır.
Ancak aklın 'selîm' vasfına kavuşup, akl-ı selim olması, vahyi kaynak kabul edip onun ışığını almasıyla mümkündür. İslam, akl-ı selime büyük önem vermekle beraber, rehbersiz mücerret akılcılığı da reddetmiştir.
Bilindiği üzere İslam'da bilginin vasıtaları; sadık haber, akl-ı selim ve hiss-i selim (beş duyu) olmak üzere üçtür. Sadık haber, vahyi esas alır; aklın ve beş duyunun önderi ve rehberidir. Bu yönüyle sadık haber hidayette kalmanın gereği ve teminatıdır.
Dinin kaynağının vahiy olması, onu vaz edenin Allah olduğunu ifade eder. İslam'ı vaz eden Allah'tır. Resûl-i Ekrem (s.a.v) ise Cenâb-ı Hakk'ın emir ve talimatıyla İslam'ı tebliğ etmiştir:
"Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir." (Hicr: 94).
"Ey Resûlüm, doğrusu sen, her sevdiğine hidayet veremezsin! Fakat Allah, dilediği kimseye hidayet verir ve hidayete kavuşacak olanları, O, daha iyi bilir." (Kasas: 56).
"O (Kutlu Elçi Hz. Muhammed), arzusuna göre konuşmaz. O'nun (bildirdikleri) kendisine vahyolunandan başkası değildir."
İslam'ın temeli Kelime-i Şehâdet'tir
Kelime-i Şehâdet İslam'ın temeli olup, iki nükteyi ifade etmektedir;
1-Tevhid: Allah'tan başka ilah yoktur.
2-Nübüvvet: Hz. Muhammed (s.a.v) Allah'ın elçisidir.
Burada asıl olan tevhiddir, ancak tevhid nübüvvetle tamamlanır. Nübüvvetsiz tevhid, sahih ve kâmil olmaz. Diğer bir ifadeyle "Muhammedün Resûlullah" ibaresi kabul edilmedikçe gerçek anlamda; "Lailaheillallah" şehadeti de kabul edilmiş olmaz.
Bunun pratik anlamı şudur: İslam'ı anlamak ancak nübüvvete inanmak ve onu anlamakla mümkündür. Nübüvveti anlamanın muhtevasında ise, Resûl-i Ekrem (s.a.v)'i tanımak ve ona tabi olmak vardır.
Resûl-i Ekrem'in tanınması ise, ancak O'nun sünnetini yaşamak ve hadisleriyle amel etmekle mümkündür. Zira Resûlullah'ın sünneti, İslam'ın ve Kur'ân'ın yaşanma tarzı ve üslubudur. Bu bakımdan hadislere veya sünnete itiraz; ister direkt, isterse dolaylı olsun, İslam'a itirazdır.
Nübüvvete itirazın bir şekli de velayete itirazdır. Zira ilmen ve tecrübe ile sabittir ki velayet, hakikatte nübüvvetin bir uzantısıdır. Velayeti bir nehir olarak düşünürsek, bu nehir nübüvvet denizine ulaşır. Bu deniz ise neticede tevhid okyanusuna gark olur.
Bütün bu izahlardan sonra şu tespitte bulunabiliriz: Günümüzde yaşanan küfür, Allah'ı (c.c) inkârdan değil, daha ziyade nübüvveti inkârdan veya ona uzak kalmaktan kaynaklanıyor. İnsanlığın ana problemi budur.
Peki acaba, İslam dünyasının bu konudaki hatası nereden kaynaklanmaktadır? Cevap açıktır: İslam dünyasındaki sapmaların sebebi, nübüvvetin gereğini yapmamaktır. Bunun başka bir ifadesi ise, nübüvvetin devamı niteliğindeki velayet gerçeğinden uzak veya mahrum kalmaktır.
Bunun ise müşahhas anlamı şudur: Velayet yolunun erleri olan kâmil insanlar, arifler ve Allah dostları anlaşılmadan, Peygamberin getirdiklerinin lâhuti hazzına ermek ve manasını anlamak mümkün olamaz.
Günümüzde sönmeye yüz tutmuş iman ve İslam aşkının tekrar dirilmesi için, nübüvvet nuruna gark olmuş mana erlerini sayıları azdan az da olsa bulmak, onlarla bütünleşmek şart ve esastır. Tarih de bu tesbitimize ışık tutmaktadır. Zira tasavvuf erbabının ve alperenlerimizin aşk ve vecd dolu hizmetleri bunun en açık, en canlı şahididir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; günümüzde İslam'a itirazların önemli bir sebebi de velayet gerçeğine ve ona bağlı hakikatlere ters düşmek veya bu zengin mana ufkuna yükselememektir.
(Prof. Dr. Haydar Baş Hikmetin Sırları eserinden)
(Prof. Dr. Haydar Baş Hikmetin Sırları eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- İmam Muhammed Bâkır / 07.04.2025
- İmam Zeynelabidin / 06.04.2025
- Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin / 05.04.2025
- İmam Hasan dönemi bugüne ne kadar da benziyor / 04.04.2025
- İmam Ali'nin hilafeti / 03.04.2025
- Gelmiş ve gelecek kadınların en üstünü Hz. Fatıma / 02.04.2025
- En güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (sav) / 01.04.2025
- Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt / 31.03.2025
- Ramazan Bayramımız mübarek olsun / 30.03.2025
- Vesile haktır / 29.03.2025
- İmam Zeynelabidin / 06.04.2025
- Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin / 05.04.2025
- İmam Hasan dönemi bugüne ne kadar da benziyor / 04.04.2025
- İmam Ali'nin hilafeti / 03.04.2025
- Gelmiş ve gelecek kadınların en üstünü Hz. Fatıma / 02.04.2025
- En güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (sav) / 01.04.2025
- Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt / 31.03.2025
- Ramazan Bayramımız mübarek olsun / 30.03.2025
- Vesile haktır / 29.03.2025