İnsan, yaratılışı itibariyle daima Allah'ı arar; O'ndan başkasıyla mutlu ve mutmain olamaz. Ancak, insanı ve varoluş gayesini kavrayabilmek için, insanın yaratılışındaki nükteler ve hikmetleri kavramak gerekir. İnsan, Cenab-ı Hakk'ın yeryüzündeki tahakkukunu gerçekleştirmekle mükellef büyük bir varlıktır. Allah'ın yeryüzündeki halifesi olmak suretiyle kulluğunu ortaya koyması gereken bu yüce varlık, şerefli bir mahluktur. Onun büyüklüğü, nefha-i ilahiyye'ye mahal olmasından ve Hakk'ın ondaki tecellisindendir. Beşer cihetiyle bir hiç olan, yokluğa mahkum olan insan, Allahü Teala'nın kendisi için tayin ettiği yüce mevki ve gaye sebebiyle yaratılmışların en şereflisidir.Ancak, insanı ve varoluş gayesini kavrayabilmek için, insanın yaratılışındaki nükteler ve hikmetleri kavramak gerekir. Bilindiği gibi insan Bezm-i Elest'te önce ruh olarak yaratılmıştır. Bütün ruhlara Cenab-ı Hakk'ın: "Ben sizin Rabb'iniz ve Halikınız değil miyim" şeklinde tecelli eden suali, "Sen bizim Rabb'imiz ve Halikımızsın" diye cevap bulmuştu. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:"Kıyamet gününde 'Biz bunlardan habersizdik' diyemeyesiniz diye Rabb'in, Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı ve onları kendilerine şahit tuttu; dedi ki: 'Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?' (Onlar da), 'evet (Rabb'imiz olduğuna) şahit olduk' dediler" (Araf: 172). Bu ayeti kerime insan ruhunun fıtri olarak Allah'a yönelmek istediğini vurgulayan bir gerçektir. Ruhun itaatten yana olup Allah'a muhtaç olduğunu, huzurunun ancak Allah'a yönelmekle tahakkuk edeceğini anlatan bir hakikattir.İnsan Allah'tan gelmiştir ve tekrar O'na dönecektir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de vurgulanır: "Biz Allah için varız ve biz sonunda O'na döneceğiz" (Bakara, 126). O halde insan fıtratı Allah'ı arar ve O'nu ister. İnsanı başka hiçbir şey mutlu ve mutmain edemez.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.