Baştan başa bir fazilet kitabı
Başta İslam Türk âlemi olmak üzere dünyanın ne kadar da çok ihtiyacı var Osmanlı gerçeğine. Dünyalılara savaş açmış bulunan Neo-Con'ların eline geçmiş ABD, bütün Müslümanlara kan kustururken, tepelerine bomba üstüne bomba yağdırırken, ismet-i harimlerine musallat olurken, ne kadar da ihtiyaç var Osmanlıya, Osmanlı gibi olmaya.
Hastalar, telefon başında "meşgul" sesine mahkum edilip daha da hasta olmaya zorlanırken, hastanelerde rehin kalırken, bir soğan bir kırmızı altın lira dahi olsa alıp vermeyi zapturapt altına alarak uygulayan, tedavi eden, bununla da yetinmeyip cebine yol harçlığı koyarak dua merasimi ile uğurlayan Osmanlı gerçeğine ne kadar da ihtiyaç var.
IMF, Dünya Bankası, AB, ABD kapısında iki büklüm el açmış durumdaki Türkiye'nin, 2. Abdülhamit döneminde, Resul-i Zişân Efendimiz'i rencîde edecek bir tiyatro eserini bir haberle durduran örneğin bânisi Osmanlı'nın bâkiyesi üzerinde kurulmuş olduğunun farkına varmaya ne kadar da ihtiyaç var.
Yıkılmaya yüz tuttuğu anda bile izzet-i nefsimize, değerlerimize, haysiyetimize, varlığımızın anlamına katkıda bulunan en küçük bir şeye dahi dil-el uzatan her şeye müdahale ediyordu Osmanlı. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlığa prim vermiyor, imanın en zayıf noktası kalp ile buğz sınırında otlamıyor, münkeri dil ile bile değil hep el ile düzeltmenin hesabını yapıyor, paşinde koşuyordu. Fransa Kralı Fransuva'nın, Alman İmparatoru Şarlken'i esir alması olayında olduğu gibi başkasına karşı işlenmiş olsa da def etmeye çoğu zaman bir mektubu bile yetiyordu.
Osmanlı, bugün Osmanlı bakiyesi topraklarda bir Osmanlı bâkiyesi millete, Filistinlilere, aklın havsalanın almadığı zulümleri, işkenceleri reva gören Yahudilerin bile sığındığı limandı.
Kudretinden, azametinden çok şey kaybettiği dönemde bile 12 bin km uzaklıktaki din kardeşlerine elini uzatma kudretini kendinde bulabiliyor, onun içindir ki Endonezya'nın Açe Sumatra adasında herkesin isim hanesi Ahmet, Mehmet gibi Müslüman Türk ismi ile doluyordu.
Peki Osmanlı, bir uç beyliği iken nasıl oldu da böyle bir cihan devleti oldu; 600 yıl ömür sürdü?
Tarihten, bağrından çıktığı Selçuklu'nun tarihinden ders almakla işe başladı Osmanlı. İ'lay-ı Kelimetullah'ı varlık sebebi bildi. İlk ateşi olduğu gibi bütün ateşlerini ağzı dualıların nefesiyle yaktı. Uçmak için iki kanadın şart olduğunu hiç unutmadı. Çınarın köklerini, kimyası bu olan su ile suladı. Gövdeyi böyle bir kök üzerine oturttu. Dallar, budaklar, yapraklar, çiçekler, meyveler ile süslemeyi ihmal etmedi. İşte bu yazı dizimizde, İcmal Takvimi, Osmanlı Padişahları Ansiklopedisi (Yavuz Bahadıroğlu) ve Osmanlı'yı Cihan Devleti Yapan 150 Sır ( Ali Karaçam) kaynaklarından istifade ederek, Osmanlı'yı cihan devleti yapan o kökten, dallardan, yapraklardan, çiçeklerden kıssalar halinde oluşan bir demeti sunacağız sizlere.
Osmanlı farkı
Önce, yerli, yabancı bazı düşünürlerin, bize "ne kadar da ihtiyacımız var" dedirtecek konumu hakkındaki fikirlerini aktaralım.
İlk etapta Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun dilinden konumunu tespit edelim: "Osmanlı İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu'ndan sonra stratejik önemi büyük topraklar üzerinde dünyanın en uzun ömürlü devleti kuran ve üç kıtada bütünlük ve birliğini devam ettiren tek devlettir."
Bu "tek devlet" hakkında Batılı düşünür Fernad Grenard, "Kuruluşu insanlık tarihinin en büyük ve en şaşılacak vakalarından biri" değerlendirmesini yaparken, ünlü tarihçi Arnold Toynbee, şu tespitte bulunuyor: "Osmanlı Türklerinin bu kadar küçük bir başlangıçtan, o kadar elverişsiz şartlar altında, bu derece sürekli bir devlet kudretine erişmesi, cihan tarihinin en fevkalade tezahürlerinden biridir. Osmanlıların Yakın Doğu'da yerlerine geçen Avrupalı veya yerli hiçbir devlet, bu bölgeyi Osmanlılar kadar iyi idare edememişlerdir. Avrupa devletleri, Osmanlılardan aldıkları ülkeleri ancak zulümle yönetebilmişlerdir."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Osmanlı tarihi baştan başa bir fazilet kitabıdır" derken bu fazilet kitabının çapını dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık, "Osmanlı arşivleri görülmeden 20. Yüzyılın tarihi yazılamaz" şeklinde dile getiriyor.
HER ŞEY ALLAH RIZASI İÇİNDİ
Osmanlı'da her şey Allah rızası içindi. Osmanlının hedefi çok büyüktü ve bu hedef, yeryüzünde Allah'ın rızasını tahsildi. Osmanlılar, Allah'ın rızasını tahsil edebilmek için yola çıkmış Hak erleri, Allah'a kul olma sevdalılarıydı.
Yavuz'un müthiş cevabı
Hilafetin de Osmanlılara geçtiği Mısır seferi dönüşünde ordu Anadolu kıyısına geldiğinde, halkın, padişahı alkışlamak için İstanbul sokaklarına döküldüğü haberi geldi. Yavuz Sultan Selim çok sıkıldı. Sahilde gecenin beklenmesini emretti. Kimse bu işe bir mana veremeyip, bir şey sormaya da cesaret edemedi. Akşam oldu. Etraf karardı. Fakat Yavuz'da hiçbir hareket yoktu. Sonunda devrin büyük âlimlerinden İbn-i Kemal, huzura çıktı.
- "Padişahım! Asker kullar merak içinde. Halk sokaklara dökülmüş vaziyette sizi alkışlamayı beklemekte. Lakin siz şehre girmezsiniz. Bunun sebeb-i hikmeti nedir?" diye sordu.
Yavuz Sultan Selim Han şu müthiş cevabı verdi:
- "Efendi! Sen bizi hâlâ tanıyamadın mı? Biz şan, şöhret ve alkış toplamak için değil, Allah rızasını tahsil için savaşırız."
Yavuz, ancak yatsı vaktinden sonra bir kayığa bindi, kimseye görünmeden karşı sahile geçti ve sarayına gizlice girdi.
Hak yolunda tozlanan ayaklar
Sultan 2. Bayezid, girdiği her savaşta elbisesine bulaşan tozları dönüşte toplar ve bir kavanozda biriktirirdi. Yine bir savaş dönüşünde elbisesini çıkarmış, üstündeki tozları toplamaya başlamıştı. Hanımı Gülbahar Hatun, durumu görünce merak içinde sordu:
- "Padişahım! Merakımı bağışlayın. O tozları niçin topluyor, biriktiriyorsunuz?"
Padişahın verdiği cevap şu oldu:
- "Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma koyulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları Cehennem ateşinden koruyacağını vadetmektedir. İşte Hak yolunda küffarla savaşırken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiyetimizdir; öldüğümüzde bu tozları kabrimize koysunlar."
Sultan Bayezid-i Veli, biriktirdiği bu tozlardan bir tuğla yaptırdı. Vasiyeti gereği bu tuğla, öldüğü zaman kabrine konuldu.
Yarın: İman ve insana dayalı medeniyet
Kamil BAYRAKTAR
e-mail: editor@yenimesaj.com.tr
Başta İslam Türk âlemi olmak üzere dünyanın ne kadar da çok ihtiyacı var Osmanlı gerçeğine. Dünyalılara savaş açmış bulunan Neo-Con'ların eline geçmiş ABD, bütün Müslümanlara kan kustururken, tepelerine bomba üstüne bomba yağdırırken, ismet-i harimlerine musallat olurken, ne kadar da ihtiyaç var Osmanlıya, Osmanlı gibi olmaya.
Hastalar, telefon başında "meşgul" sesine mahkum edilip daha da hasta olmaya zorlanırken, hastanelerde rehin kalırken, bir soğan bir kırmızı altın lira dahi olsa alıp vermeyi zapturapt altına alarak uygulayan, tedavi eden, bununla da yetinmeyip cebine yol harçlığı koyarak dua merasimi ile uğurlayan Osmanlı gerçeğine ne kadar da ihtiyaç var.
IMF, Dünya Bankası, AB, ABD kapısında iki büklüm el açmış durumdaki Türkiye'nin, 2. Abdülhamit döneminde, Resul-i Zişân Efendimiz'i rencîde edecek bir tiyatro eserini bir haberle durduran örneğin bânisi Osmanlı'nın bâkiyesi üzerinde kurulmuş olduğunun farkına varmaya ne kadar da ihtiyaç var.
Yıkılmaya yüz tuttuğu anda bile izzet-i nefsimize, değerlerimize, haysiyetimize, varlığımızın anlamına katkıda bulunan en küçük bir şeye dahi dil-el uzatan her şeye müdahale ediyordu Osmanlı. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlığa prim vermiyor, imanın en zayıf noktası kalp ile buğz sınırında otlamıyor, münkeri dil ile bile değil hep el ile düzeltmenin hesabını yapıyor, paşinde koşuyordu. Fransa Kralı Fransuva'nın, Alman İmparatoru Şarlken'i esir alması olayında olduğu gibi başkasına karşı işlenmiş olsa da def etmeye çoğu zaman bir mektubu bile yetiyordu.
Osmanlı, bugün Osmanlı bakiyesi topraklarda bir Osmanlı bâkiyesi millete, Filistinlilere, aklın havsalanın almadığı zulümleri, işkenceleri reva gören Yahudilerin bile sığındığı limandı.
Kudretinden, azametinden çok şey kaybettiği dönemde bile 12 bin km uzaklıktaki din kardeşlerine elini uzatma kudretini kendinde bulabiliyor, onun içindir ki Endonezya'nın Açe Sumatra adasında herkesin isim hanesi Ahmet, Mehmet gibi Müslüman Türk ismi ile doluyordu.
Peki Osmanlı, bir uç beyliği iken nasıl oldu da böyle bir cihan devleti oldu; 600 yıl ömür sürdü?
Tarihten, bağrından çıktığı Selçuklu'nun tarihinden ders almakla işe başladı Osmanlı. İ'lay-ı Kelimetullah'ı varlık sebebi bildi. İlk ateşi olduğu gibi bütün ateşlerini ağzı dualıların nefesiyle yaktı. Uçmak için iki kanadın şart olduğunu hiç unutmadı. Çınarın köklerini, kimyası bu olan su ile suladı. Gövdeyi böyle bir kök üzerine oturttu. Dallar, budaklar, yapraklar, çiçekler, meyveler ile süslemeyi ihmal etmedi. İşte bu yazı dizimizde, İcmal Takvimi, Osmanlı Padişahları Ansiklopedisi (Yavuz Bahadıroğlu) ve Osmanlı'yı Cihan Devleti Yapan 150 Sır ( Ali Karaçam) kaynaklarından istifade ederek, Osmanlı'yı cihan devleti yapan o kökten, dallardan, yapraklardan, çiçeklerden kıssalar halinde oluşan bir demeti sunacağız sizlere.
Osmanlı farkı
Önce, yerli, yabancı bazı düşünürlerin, bize "ne kadar da ihtiyacımız var" dedirtecek konumu hakkındaki fikirlerini aktaralım.
İlk etapta Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun dilinden konumunu tespit edelim: "Osmanlı İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu'ndan sonra stratejik önemi büyük topraklar üzerinde dünyanın en uzun ömürlü devleti kuran ve üç kıtada bütünlük ve birliğini devam ettiren tek devlettir."
Bu "tek devlet" hakkında Batılı düşünür Fernad Grenard, "Kuruluşu insanlık tarihinin en büyük ve en şaşılacak vakalarından biri" değerlendirmesini yaparken, ünlü tarihçi Arnold Toynbee, şu tespitte bulunuyor: "Osmanlı Türklerinin bu kadar küçük bir başlangıçtan, o kadar elverişsiz şartlar altında, bu derece sürekli bir devlet kudretine erişmesi, cihan tarihinin en fevkalade tezahürlerinden biridir. Osmanlıların Yakın Doğu'da yerlerine geçen Avrupalı veya yerli hiçbir devlet, bu bölgeyi Osmanlılar kadar iyi idare edememişlerdir. Avrupa devletleri, Osmanlılardan aldıkları ülkeleri ancak zulümle yönetebilmişlerdir."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Osmanlı tarihi baştan başa bir fazilet kitabıdır" derken bu fazilet kitabının çapını dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık, "Osmanlı arşivleri görülmeden 20. Yüzyılın tarihi yazılamaz" şeklinde dile getiriyor.
HER ŞEY ALLAH RIZASI İÇİNDİ
Osmanlı'da her şey Allah rızası içindi. Osmanlının hedefi çok büyüktü ve bu hedef, yeryüzünde Allah'ın rızasını tahsildi. Osmanlılar, Allah'ın rızasını tahsil edebilmek için yola çıkmış Hak erleri, Allah'a kul olma sevdalılarıydı.
Yavuz'un müthiş cevabı
Hilafetin de Osmanlılara geçtiği Mısır seferi dönüşünde ordu Anadolu kıyısına geldiğinde, halkın, padişahı alkışlamak için İstanbul sokaklarına döküldüğü haberi geldi. Yavuz Sultan Selim çok sıkıldı. Sahilde gecenin beklenmesini emretti. Kimse bu işe bir mana veremeyip, bir şey sormaya da cesaret edemedi. Akşam oldu. Etraf karardı. Fakat Yavuz'da hiçbir hareket yoktu. Sonunda devrin büyük âlimlerinden İbn-i Kemal, huzura çıktı.
- "Padişahım! Asker kullar merak içinde. Halk sokaklara dökülmüş vaziyette sizi alkışlamayı beklemekte. Lakin siz şehre girmezsiniz. Bunun sebeb-i hikmeti nedir?" diye sordu.
Yavuz Sultan Selim Han şu müthiş cevabı verdi:
- "Efendi! Sen bizi hâlâ tanıyamadın mı? Biz şan, şöhret ve alkış toplamak için değil, Allah rızasını tahsil için savaşırız."
Yavuz, ancak yatsı vaktinden sonra bir kayığa bindi, kimseye görünmeden karşı sahile geçti ve sarayına gizlice girdi.
Hak yolunda tozlanan ayaklar
Sultan 2. Bayezid, girdiği her savaşta elbisesine bulaşan tozları dönüşte toplar ve bir kavanozda biriktirirdi. Yine bir savaş dönüşünde elbisesini çıkarmış, üstündeki tozları toplamaya başlamıştı. Hanımı Gülbahar Hatun, durumu görünce merak içinde sordu:
- "Padişahım! Merakımı bağışlayın. O tozları niçin topluyor, biriktiriyorsunuz?"
Padişahın verdiği cevap şu oldu:
- "Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma koyulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları Cehennem ateşinden koruyacağını vadetmektedir. İşte Hak yolunda küffarla savaşırken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiyetimizdir; öldüğümüzde bu tozları kabrimize koysunlar."
Sultan Bayezid-i Veli, biriktirdiği bu tozlardan bir tuğla yaptırdı. Vasiyeti gereği bu tuğla, öldüğü zaman kabrine konuldu.
Yarın: İman ve insana dayalı medeniyet
Kamil BAYRAKTAR
e-mail: editor@yenimesaj.com.tr
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.