Şu kâinatta her şeyi
kendi yapar sanır, insanoğlu…
Hâlbuki her iş takdirin ötesine geçmez…
Hani, bir söz varya
Anadolu yaylasında…
“Kul tedbir alır,
Allah’ın takdiri güler” diye…
İşte tam o minvalde
olup gider, hayat…
Tabiî ki vesileye sarılıp,
yürümek en doğrusu…
Ancak senin/benim
hesabımızın üstünde
esas hesap sahibinin
programını unutmadan,
göz ardı etmeden…
Neden yazdım bunları…
Dünya sahnesinde insanoğlu,
çeşitli şekillerde denenir,
imtihanlardan geçer…
Hastalık, darlık, varlık,
sağlık, yokluk ve
daha niceleri…
Zaten yaşamanın sırrı da
bu ‘imtihanlar’ değil mi?
O zaman denilebilir ki,
Her an her durumla karşılaşmak,
düşmek, kalkmak, doğrulmak,
hayatın içinde var…
Denenmiyorsan,
kendini yokla,
acaba nerde, ne yapıyorum sorusu
kulaklarında çınlasın?
***
Hayat,
konforizmin tutsağı,
rahatlık ve doymaz nefs
mübtelalığı değildir…
Hayat, ruhun ve bedenin
kanaati, dinginliği ve esenliğidir…
Hayat, göz tokluğu,
kadirşinaslık ve
hatır bilirlikle huzur dolar...
Unutmamalı!
Kabristanlar, nice
‘var’ sahipleri ve
‘yok’ sakinleriyle dolu…
Gözün ve gönlün tokluğu,
iç huzurun anahtarı değil mi?
İnsanları güzel yönleriyle alıp,
eksik taraflarını terbiye edip,
hayırlamak mesele…
Tutmak , durulamak,
güzel söyleyip,
hayra ve iyiye çağırmak
maharet…
Bütün imkânlara rağmen,
birbirinden kopan ve
bencillikte zirve yapan ruhların,
kaynaştırılıp, huzurda buluşması
marifet…
Önce kendi kapımızı
süpürerek başlamalı…
Her an her nefes,
zamanımızın azaldığını
aklımızdan, kalbimizden çıkarmadan…
Yoksa,
sıradanlık, basitlik öze inememe
sıfatımız olur…
Biz Ademoğluyuz,
gayemiz ‘İNSAN’ olmaktır…
kendi yapar sanır, insanoğlu…
Hâlbuki her iş takdirin ötesine geçmez…
Hani, bir söz varya
Anadolu yaylasında…
“Kul tedbir alır,
Allah’ın takdiri güler” diye…
İşte tam o minvalde
olup gider, hayat…
Tabiî ki vesileye sarılıp,
yürümek en doğrusu…
Ancak senin/benim
hesabımızın üstünde
esas hesap sahibinin
programını unutmadan,
göz ardı etmeden…
Neden yazdım bunları…
Dünya sahnesinde insanoğlu,
çeşitli şekillerde denenir,
imtihanlardan geçer…
Hastalık, darlık, varlık,
sağlık, yokluk ve
daha niceleri…
Zaten yaşamanın sırrı da
bu ‘imtihanlar’ değil mi?
O zaman denilebilir ki,
Her an her durumla karşılaşmak,
düşmek, kalkmak, doğrulmak,
hayatın içinde var…
Denenmiyorsan,
kendini yokla,
acaba nerde, ne yapıyorum sorusu
kulaklarında çınlasın?
***
Hayat,
konforizmin tutsağı,
rahatlık ve doymaz nefs
mübtelalığı değildir…
Hayat, ruhun ve bedenin
kanaati, dinginliği ve esenliğidir…
Hayat, göz tokluğu,
kadirşinaslık ve
hatır bilirlikle huzur dolar...
Unutmamalı!
Kabristanlar, nice
‘var’ sahipleri ve
‘yok’ sakinleriyle dolu…
Gözün ve gönlün tokluğu,
iç huzurun anahtarı değil mi?
İnsanları güzel yönleriyle alıp,
eksik taraflarını terbiye edip,
hayırlamak mesele…
Tutmak , durulamak,
güzel söyleyip,
hayra ve iyiye çağırmak
maharet…
Bütün imkânlara rağmen,
birbirinden kopan ve
bencillikte zirve yapan ruhların,
kaynaştırılıp, huzurda buluşması
marifet…
Önce kendi kapımızı
süpürerek başlamalı…
Her an her nefes,
zamanımızın azaldığını
aklımızdan, kalbimizden çıkarmadan…
Yoksa,
sıradanlık, basitlik öze inememe
sıfatımız olur…
Biz Ademoğluyuz,
gayemiz ‘İNSAN’ olmaktır…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Emin Bektaş / diğer yazıları
- Sancaktar / 11.05.2020
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013