Sosyal hayat, ölçüsü ve nizamı, naklî delilleriyle ikame edildi. Kâinattaki cebrî nizam, insanın dış ortamını oluşturan sosyal sahada ihtiyara bırakıldı. Allahu Teala'nın dış ortamı düzenleyen nizamına kendi isteğiyle uyması istendi. Naklî delillerle düzenlenmiş hak ölçüsü, nizamı ve müeyyideleri, ahlâk-ı şeriyye olarak bilinmektedir.Vahiyle sabit olmuş naklî deliller bunu gerçekleştirdi. Resûlullah Efendimiz (sav) fert ve toplum hayatına bunu hakim kaldı.
Hiç şüphesiz ki ahkam-ı şeriyye adâletin teminatı olarak insanın Hakk'a gidişinde önündeki engelleri kaldırır. Zahir şartların İslâmîleşmesi, kalben Allah'a olan seyrü seferin kolaylaşması demektir. Zaten bütün mesele, kulluk için uygun ortam oluşturmaktır; içinde bulunduğu her nimet ve fırsatı değerlendirmeyen kimseden ise böyle bir ortamı oluşturması beklenemez.
Ahkam-ı şeriyyenin hedefi insanı sırat- müstakîm üzerinde emniyet ve selametle yürütmektir. İlâhî hükümler, kalbi Allah'a yöneltir, zahir engelleri kaldırır, adil ölçüyü hakim kılar. Aksi düşünülürse insan, Allah'tan kopuk kalır; dış ortam ve zahir şartlar ilâhî hududu tecavüz ettiğinden insan batıla saplanır, ölçü kalmaz, buhran ve felaketlere zemin hazırlanır.
Bunun için ahkam-ı şeriyyenin icrası itikadî ve amelî bir mesuliyet oluşturmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenlerin kâfir, fâsık, ve zâlim olarak vasfedilmesi bundan dolayıdır. Bu önemli husus Kur'an-ı Kerim'de pek çok yerde vurgulanır. Bir kaçını zikredelim:
"... O halde insanlardan korkmayın Benden korkun, ayetlerimi hiçbir değerle değişmeyin, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir."
"... Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır."
"... Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir."
Hiç şüphesiz ki ahkam-ı şeriyye adâletin teminatı olarak insanın Hakk'a gidişinde önündeki engelleri kaldırır. Zahir şartların İslâmîleşmesi, kalben Allah'a olan seyrü seferin kolaylaşması demektir. Zaten bütün mesele, kulluk için uygun ortam oluşturmaktır; içinde bulunduğu her nimet ve fırsatı değerlendirmeyen kimseden ise böyle bir ortamı oluşturması beklenemez.
Ahkam-ı şeriyyenin hedefi insanı sırat- müstakîm üzerinde emniyet ve selametle yürütmektir. İlâhî hükümler, kalbi Allah'a yöneltir, zahir engelleri kaldırır, adil ölçüyü hakim kılar. Aksi düşünülürse insan, Allah'tan kopuk kalır; dış ortam ve zahir şartlar ilâhî hududu tecavüz ettiğinden insan batıla saplanır, ölçü kalmaz, buhran ve felaketlere zemin hazırlanır.
Bunun için ahkam-ı şeriyyenin icrası itikadî ve amelî bir mesuliyet oluşturmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenlerin kâfir, fâsık, ve zâlim olarak vasfedilmesi bundan dolayıdır. Bu önemli husus Kur'an-ı Kerim'de pek çok yerde vurgulanır. Bir kaçını zikredelim:
"... O halde insanlardan korkmayın Benden korkun, ayetlerimi hiçbir değerle değişmeyin, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir."
"... Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır."
"... Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir."