İmam Rıza’nın münazaralarından
İmam (a.s.): ‘Mûsa (a.s.) akşam ile yatsı arası, halkın haberi olmadığı bir zamanda Firavun’un şehirlerinden birine girdi. Orada kavga etmekte olan iki kişi gördü. Onlardan birisi kendi taraftarlarından, diğeri de düşmanlarındandı
26.03.2024 08:18:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İmam (a.s.): 'Mûsa (a.s.) akşam ile yatsı arası, halkın haberi olmadığı bir zamanda Firavun'un şehirlerinden birine girdi. Orada kavga etmekte olan iki kişi gördü. Onlardan birisi kendi taraftarlarından, diğeri de düşmanlarındandı.
Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı yardım istedi. Mûsa (a.s.) da Allah'ın hükmüyle düşmanı olanın aleyhine hüküm verdi ve derken ona yumruk attı, o da öldü. Mûsa (a.s.) bu işten sonra 'Bu iş, şeytanın işidir' dedi. Mûsa'nın maksadı o iki kişi arasındaki kavgaydı, adamı öldürmesi değildi. 'O, (şeytan) açıkça saptırıcı bir düşmandır.'
Memun: 'Peki, Mûsa'nın şu sözünün anlamı nedir: Rabbim, ben kendi nefsime zulmettim, beni bağışla!'
İmam (a.s.): 'Maksadı şuydu: Ben bu şehre girmekle kendimi uygun olmayan zor şartlar altında bıraktım. 'Feğfir li' cümlesi burada 'Beni düşmanlarımdan gizle de bulup öldürmesinler' mânâsındadır.
Allah-u Teala da onu mağfiret etti (buradaki tefsire göre onu gizledi). Çünkü O, örten ve rahmet edendir. Mûsa (a.s.) dedi: 'Allah'ım! Bana verdiğin bu nimetten (yani, bir kişiyi bir yumruk¬la öldürebilecek güç) dolayı artık suçlu günahkârların destekçisi olmayacağım. Aksine, bu güçle râzı olana dek Senin yolunda cihad edeceğim.'
Hz. Mûsa, böylece o şehirde 'Korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen kişi bir başkasına karşı onu (tekrar) çağırıyor.'
Mûsa ona dedi ki: 'Sen gerçekten apaçık bir azgınsın.' Dün bir kişiyle kavga ettin, bugün de bir başkasıyla kavga ediyorsun, seni te'dib edeceğim! O ikisinin düşmanı olanı tutmak istediğinde, diğeri aleyhinde sanıp 'Ey Mûsa! Dün birisini öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun, dedi.'
Memun: 'Ey Ebu'l-Hasan, Allah seni peygamberleri tarafından mükâfaatlandırsın! Öyleyse, Mûsa'nın Firavun'a dediği şu sözü-nün mânâsı nedir: Ben o işi yaptığım zaman dallinden (sapkınlardan) idim.'
İmam (a.s.): 'Mûsa (a.s.) Medyen'den Firavun'un yanına döndüğünde Firavun şöyle dedi: 'Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin, sen nankörlerdensin.'
Hz. Mûsa dedi: 'Ben o işi yaptım ama o zaman şaşkınlardan idim, senin şehirlerinden birine girmekle şaşkındım (yolu kaybetmiştim). Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni peygamberlerden kıldı.'
Allah azze ve celle, peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.v.) de buyuruyor ki: 'Seni bir yetim iken bulup da barındırmadı mı?' Yani, Seni yalnız bulup da halkı Sana yöneltmedi mi? 'Ve Seni yol bilmez (veya şaşırmış bir durumda) iken doğru yola yöneltip iletmedi mi?'
Yani Sen, kendi kavmin içerisinde kaybolmuş ve tanınmaz durumda iken halkı Seni tanımaya yöneltti. 'Bir yoksul iken Seni bulup da zengin etmedi mi?' Yani, Senin duanı kabul ederek böylece Seni zengin etti.'
Memun: 'Aferin size ey Resûlullah'ın evladı! Peki, Allah-u Teala'nın şu buyruğunun anlamı nedir: 'Mûsa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, 'Rabbim' demişti; 'bana görün de bakayım Sana'. Allah; 'Beni asla göremezsin' dedi.' Nasıl oluyor da Kelimullah Mûsa b. İmran (a.s.) Allah-u Teala'nın görülemeyeceğini bilemiyor ve O'ndan böyle bir istekte bulunuyor?'
İmam (a.s.): 'Kelimullah Mûsa b. İmran (a.s.) Allah-u Teala'nın gözlerle görülebilecek olandan yüce olduğunu biliyordu. Fakat Al- lah-u Teala Mûsa ile konuşunca ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yakınlaştırınca, kavmine dönerek onlara Allah-u Teala'nın kendisiyle konuştuğunu ve O'nunla yakından münacaat ettiğini haber verdi.
Mûsa'nın kavmi, 'Senin duyduğun gibi biz de O'nun sesini duymadıkça sana inanmayacağız' dediler. Hz. Mûsa'nın kavminin nüfusu yedi yüz bin kişiydi. Onlardan yetmiş bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi yüz kişi seçti ve son olarak onların arasından da yetmiş kişiyi Rabbinin tayin ettiği vakit için seçti.
Onları Sîna Dağı'na götürdü. Dağın eteğinde onları bekleterek kendisi yalnız başına dağa çıktı. Allah-u Teala'dan kendisiyle konuşmasını ve onlara sesini duyurmasını diledi.
Allah-u Teala da onunla konuştu ve topluluk Allah'ın konuşmasını yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan, önden ve arka¬dan duydular. Çünkü Allah-u Teala ağaçtan ses çıkarttı ve o sesi her taraftan duyacakları şekilde yaydı. Ama onlar şöyle söylediler:
'Allah'ı apaçık görmedikçe duyduğumuz sesin Allah'ın sesi olduğuna inanmayacağız.' Böyle ağır bir söz konuşup azgınlık ve tekebbür gösterdiklerinde Allah-u Teala onlara bir yıldırım gönderdi de onları zulümlerinden dolayı yakalayıp öldürdü. Mûsa (a.s.) dedi:
'Ey Rabbim! İsrailoğulları'nın yanına döndüğümde onlar şöyle diyecekler: Onları götürüp öldürdün mü? Çünkü Allah ile konuşman gerçek değildi!'
Böylece Allah-u Teala onları diriltip Mûsa ile gönderdi. Onlar yine dediler: 'Sen eğer Allah'tan O'na bakman için kendisini göstermesini istesen, O, senin isteğini kabul eder ve sen O'nu gör-düğün gibi, bize de O'nu anlatırsın; biz de Allah'ı gerektiği gibi tanımış oluruz.'
Mûsa (a.s.) cevaplarında şöyle dedi: 'Ey kavmim! Allah (c.c), gözle görülmez, O'nun niteliği yoktur; ancak ayet ve nişaneleri ile tanınır.' 'Allah'tan, bu dediğimizi istemezsen sana asla inanmayız' dediklerinde Mûsa (a.s.), Allah'a şöyle arz etti: 'Allah'ım! İsrailoğulları'nın dediklerini duydun. Sen onların yararına olanı daha iyi bilirsin.'
Bu sırada Allah, Mûsa'ya (a.s.) şöyle vahyetti: 'Ey Mûsa! Onların istediklerini Benden iste, seni onların cehaletinden dolayı sorgulamayacağım.' O vakit Mûsa (a.s.) dedi: 'Rabbim, Kendini bana göster de bakayım!' Allah-u Teala da şöyle buyurdu: 'Beni kesinlikle göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin Beni.' Derken, Rabbi dağa tecelli edince dağ, yerle bir oldu ve Mûsa bayılıp yere yığıldı.
Kendisine gelince de, 'Sen, noksan sıfatlardan münezzehsin, Sana tevbe ettim' dedi. 'Tevbe ettim Sana' yani, kavmimin bilgisizliğinden Sana olan gerçek inanç ve bilgime döndüm. Kavmim içinde Senin görülmediğine inananların ilki benim.'
Memun: 'Allah, hayrını bol etsin ey Ebu'l-Hasan! Bana Allah-u Teala'nın şu ayeti hakkında bilgi veriniz: Peygamberler, ümitlerini kesip tamamen inkâr edileceklerini zannettikleri zaman bizim yardımımız geldi.'
İmam (a.s.): 'Yani; peygamberler kendi kavimlerinden ümitlerini kesince ve kavimleri de peygamberlerini yalancı sanınca bizim yardımımız geldi.'
Memun: 'Allah, hayrını bol etsin ey Ebu'l-Hasan! Bana, Allah'ın şu ayeti hakkında bilgi veriniz: Allah, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın.'
İmam (a.s.): 'Mekke müşrikleri nezdinde Hz. Resûlullah'tan (s.a.v.) daha günahkâr bir kimse yoktu. Çünkü, onlar Bîset'ten önce üç yüz altmış puta tapıyorlardı. Resûlullah (s.a.v.) 'lâ ilahe illallah' kelimesini söylemeye davet edince bu onlara çok ağır geldi. İşte bundan dolayı şöyle dediler: 'İlahları bir tek ilah mı yaptı?
Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey. Onlardan önde gelen bir grup 'Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılıkta) da kararlı olun; çünkü, asıl istenen şey de budur' diye çekip gitti. Biz bunu son dinlerin hiçbirinde duymadık. Bu, ancak bir yalan!'
Sonra Allah-u Teala, Mekke'yi Peygamberi için (s.a.v.) fethe-dince şöyle buyurdu: '(Ey Peygamber!) Şüphe yok ki Biz, Sana apaçık bir fetih vermişizdir.' Maksat, Mekke'nin fethidir.
'Allah senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın' ayetinden kasıt, yani, 'Mekkeli müşrikler nezdinde Allah'ın birliğine davetinle önceden ve sonradan telakki edilen günahları örtsün'dür. Çünkü, Mekke müşriklerinin bir kısmı Müslüman oldular, bir kısmı da Mekke'den dışarı çıktılar.
Geri kalanlar ise, Peygamber'in (s.a.v.), halkı tevhide davet etmesine karşı gelebilecek yüksek bir güce sahip değillerdi. Böylece, Peygamber'in (s.a.v.) onlara galibiyetiyle onlar açısından günah sayılan şeyler de örtülmüş (kapanmış) oldu.'
Memun: 'Allah, hayrını bol etsin ey Ebu'l-Hasan! Bana Allah-u Teala'nın şu buyruğu hakkında bilgi veriniz: Allah Seni affetsin, neden onlara izin verdin?'
İmam (a.s.): 'Bu ayet (Türkçe'deki söylenişiyle 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!' kabilindendir.) Allah (c.c), zâhirde peygamberiyle konuşmuştur ama gerçekte O'nun ümmetini kastetmiştir.
Şu ayet de öyledir: 'Eğer şirk koşacak olursan amellerin hiç olur ve zarara uğrayanlardan olursun.' Yine, şu ayet de öyledir: Sana sebat etme kabiliyeti vermeseydik and olsun ki birazcık onlara meyledecektin.'
Memun: İçim rahatladı ey Resûlullah'ın oğlu! Bana gizli olan şeyi açıkladınız. Allah-u Teala, peygamberler ve İslam'dan taraf seni mükâfaatlandırsın."
Ali bin Muhammed bin Cehm şöyle diyor: "Memun kalkıp namaza giderken mecliste bulunan Muhammed bin Câfer bin Muhammed'in (İmam Rıza'nın amcası) elinden tutarak onu da kendisiyle birlikte götürdü. Ben de onları izledim.
Memun, ona, 'Kardeşinin oğlunu nasıl buldun?' diye sordu. Muhammed bin Câ- fer de cevaben, 'O âlimdir ama onun hiçbir âlim ile ilişkisinin olduğunu görmedik' dedi. Onun bu sözü üzerine Memun şöyle dedi: 'Kardeşinin oğlu, Peygamber'in (s.a.v.) Ehl-i Beyt'indendir; öyle bir Ehl-i Beyt ki, Peygamber (s.a.v.) onların hakkında şöyle buyurmuştur:
Bilin ki Ehl-i Beyt'imin iyileri ve neslimin arınmışları, küçüklükte halkın en olgunları ve büyüdüklerinde de halkın en bilginleridirler. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar, sizden daha bilgilidirler. Onlar sizleri hidayetten çıkarıp dalalet kapısına sokmazlar.'
İmam Rıza (a.s.) da kendi evine gitti. Sabah olunca İmam Rıza'nın yanına gittim. Memun'un ve İmam'ın amcasının sözlerini ona bildirdim. İmam gülerek şöyle buyurdu:
Ey İbn-i Cehm! Ondan duydukların seni aldatmasın, o beni hile ile tuzak kurup öldürecek, Allah da benim için ondan intikam alacaktır." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı yardım istedi. Mûsa (a.s.) da Allah'ın hükmüyle düşmanı olanın aleyhine hüküm verdi ve derken ona yumruk attı, o da öldü. Mûsa (a.s.) bu işten sonra 'Bu iş, şeytanın işidir' dedi. Mûsa'nın maksadı o iki kişi arasındaki kavgaydı, adamı öldürmesi değildi. 'O, (şeytan) açıkça saptırıcı bir düşmandır.'
Memun: 'Peki, Mûsa'nın şu sözünün anlamı nedir: Rabbim, ben kendi nefsime zulmettim, beni bağışla!'
İmam (a.s.): 'Maksadı şuydu: Ben bu şehre girmekle kendimi uygun olmayan zor şartlar altında bıraktım. 'Feğfir li' cümlesi burada 'Beni düşmanlarımdan gizle de bulup öldürmesinler' mânâsındadır.
Allah-u Teala da onu mağfiret etti (buradaki tefsire göre onu gizledi). Çünkü O, örten ve rahmet edendir. Mûsa (a.s.) dedi: 'Allah'ım! Bana verdiğin bu nimetten (yani, bir kişiyi bir yumruk¬la öldürebilecek güç) dolayı artık suçlu günahkârların destekçisi olmayacağım. Aksine, bu güçle râzı olana dek Senin yolunda cihad edeceğim.'
Hz. Mûsa, böylece o şehirde 'Korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen kişi bir başkasına karşı onu (tekrar) çağırıyor.'
Mûsa ona dedi ki: 'Sen gerçekten apaçık bir azgınsın.' Dün bir kişiyle kavga ettin, bugün de bir başkasıyla kavga ediyorsun, seni te'dib edeceğim! O ikisinin düşmanı olanı tutmak istediğinde, diğeri aleyhinde sanıp 'Ey Mûsa! Dün birisini öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun, dedi.'
Memun: 'Ey Ebu'l-Hasan, Allah seni peygamberleri tarafından mükâfaatlandırsın! Öyleyse, Mûsa'nın Firavun'a dediği şu sözü-nün mânâsı nedir: Ben o işi yaptığım zaman dallinden (sapkınlardan) idim.'
İmam (a.s.): 'Mûsa (a.s.) Medyen'den Firavun'un yanına döndüğünde Firavun şöyle dedi: 'Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin, sen nankörlerdensin.'
Hz. Mûsa dedi: 'Ben o işi yaptım ama o zaman şaşkınlardan idim, senin şehirlerinden birine girmekle şaşkındım (yolu kaybetmiştim). Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni peygamberlerden kıldı.'
Allah azze ve celle, peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.v.) de buyuruyor ki: 'Seni bir yetim iken bulup da barındırmadı mı?' Yani, Seni yalnız bulup da halkı Sana yöneltmedi mi? 'Ve Seni yol bilmez (veya şaşırmış bir durumda) iken doğru yola yöneltip iletmedi mi?'
Yani Sen, kendi kavmin içerisinde kaybolmuş ve tanınmaz durumda iken halkı Seni tanımaya yöneltti. 'Bir yoksul iken Seni bulup da zengin etmedi mi?' Yani, Senin duanı kabul ederek böylece Seni zengin etti.'
Memun: 'Aferin size ey Resûlullah'ın evladı! Peki, Allah-u Teala'nın şu buyruğunun anlamı nedir: 'Mûsa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, 'Rabbim' demişti; 'bana görün de bakayım Sana'. Allah; 'Beni asla göremezsin' dedi.' Nasıl oluyor da Kelimullah Mûsa b. İmran (a.s.) Allah-u Teala'nın görülemeyeceğini bilemiyor ve O'ndan böyle bir istekte bulunuyor?'
İmam (a.s.): 'Kelimullah Mûsa b. İmran (a.s.) Allah-u Teala'nın gözlerle görülebilecek olandan yüce olduğunu biliyordu. Fakat Al- lah-u Teala Mûsa ile konuşunca ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yakınlaştırınca, kavmine dönerek onlara Allah-u Teala'nın kendisiyle konuştuğunu ve O'nunla yakından münacaat ettiğini haber verdi.
Mûsa'nın kavmi, 'Senin duyduğun gibi biz de O'nun sesini duymadıkça sana inanmayacağız' dediler. Hz. Mûsa'nın kavminin nüfusu yedi yüz bin kişiydi. Onlardan yetmiş bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi yüz kişi seçti ve son olarak onların arasından da yetmiş kişiyi Rabbinin tayin ettiği vakit için seçti.
Onları Sîna Dağı'na götürdü. Dağın eteğinde onları bekleterek kendisi yalnız başına dağa çıktı. Allah-u Teala'dan kendisiyle konuşmasını ve onlara sesini duyurmasını diledi.
Allah-u Teala da onunla konuştu ve topluluk Allah'ın konuşmasını yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan, önden ve arka¬dan duydular. Çünkü Allah-u Teala ağaçtan ses çıkarttı ve o sesi her taraftan duyacakları şekilde yaydı. Ama onlar şöyle söylediler:
'Allah'ı apaçık görmedikçe duyduğumuz sesin Allah'ın sesi olduğuna inanmayacağız.' Böyle ağır bir söz konuşup azgınlık ve tekebbür gösterdiklerinde Allah-u Teala onlara bir yıldırım gönderdi de onları zulümlerinden dolayı yakalayıp öldürdü. Mûsa (a.s.) dedi:
'Ey Rabbim! İsrailoğulları'nın yanına döndüğümde onlar şöyle diyecekler: Onları götürüp öldürdün mü? Çünkü Allah ile konuşman gerçek değildi!'
Böylece Allah-u Teala onları diriltip Mûsa ile gönderdi. Onlar yine dediler: 'Sen eğer Allah'tan O'na bakman için kendisini göstermesini istesen, O, senin isteğini kabul eder ve sen O'nu gör-düğün gibi, bize de O'nu anlatırsın; biz de Allah'ı gerektiği gibi tanımış oluruz.'
Mûsa (a.s.) cevaplarında şöyle dedi: 'Ey kavmim! Allah (c.c), gözle görülmez, O'nun niteliği yoktur; ancak ayet ve nişaneleri ile tanınır.' 'Allah'tan, bu dediğimizi istemezsen sana asla inanmayız' dediklerinde Mûsa (a.s.), Allah'a şöyle arz etti: 'Allah'ım! İsrailoğulları'nın dediklerini duydun. Sen onların yararına olanı daha iyi bilirsin.'
Bu sırada Allah, Mûsa'ya (a.s.) şöyle vahyetti: 'Ey Mûsa! Onların istediklerini Benden iste, seni onların cehaletinden dolayı sorgulamayacağım.' O vakit Mûsa (a.s.) dedi: 'Rabbim, Kendini bana göster de bakayım!' Allah-u Teala da şöyle buyurdu: 'Beni kesinlikle göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin Beni.' Derken, Rabbi dağa tecelli edince dağ, yerle bir oldu ve Mûsa bayılıp yere yığıldı.
Kendisine gelince de, 'Sen, noksan sıfatlardan münezzehsin, Sana tevbe ettim' dedi. 'Tevbe ettim Sana' yani, kavmimin bilgisizliğinden Sana olan gerçek inanç ve bilgime döndüm. Kavmim içinde Senin görülmediğine inananların ilki benim.'
Memun: 'Allah, hayrını bol etsin ey Ebu'l-Hasan! Bana Allah-u Teala'nın şu ayeti hakkında bilgi veriniz: Peygamberler, ümitlerini kesip tamamen inkâr edileceklerini zannettikleri zaman bizim yardımımız geldi.'
İmam (a.s.): 'Yani; peygamberler kendi kavimlerinden ümitlerini kesince ve kavimleri de peygamberlerini yalancı sanınca bizim yardımımız geldi.'
Memun: 'Allah, hayrını bol etsin ey Ebu'l-Hasan! Bana, Allah'ın şu ayeti hakkında bilgi veriniz: Allah, senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın.'
İmam (a.s.): 'Mekke müşrikleri nezdinde Hz. Resûlullah'tan (s.a.v.) daha günahkâr bir kimse yoktu. Çünkü, onlar Bîset'ten önce üç yüz altmış puta tapıyorlardı. Resûlullah (s.a.v.) 'lâ ilahe illallah' kelimesini söylemeye davet edince bu onlara çok ağır geldi. İşte bundan dolayı şöyle dediler: 'İlahları bir tek ilah mı yaptı?
Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey. Onlardan önde gelen bir grup 'Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılıkta) da kararlı olun; çünkü, asıl istenen şey de budur' diye çekip gitti. Biz bunu son dinlerin hiçbirinde duymadık. Bu, ancak bir yalan!'
Sonra Allah-u Teala, Mekke'yi Peygamberi için (s.a.v.) fethe-dince şöyle buyurdu: '(Ey Peygamber!) Şüphe yok ki Biz, Sana apaçık bir fetih vermişizdir.' Maksat, Mekke'nin fethidir.
'Allah senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın' ayetinden kasıt, yani, 'Mekkeli müşrikler nezdinde Allah'ın birliğine davetinle önceden ve sonradan telakki edilen günahları örtsün'dür. Çünkü, Mekke müşriklerinin bir kısmı Müslüman oldular, bir kısmı da Mekke'den dışarı çıktılar.
Geri kalanlar ise, Peygamber'in (s.a.v.), halkı tevhide davet etmesine karşı gelebilecek yüksek bir güce sahip değillerdi. Böylece, Peygamber'in (s.a.v.) onlara galibiyetiyle onlar açısından günah sayılan şeyler de örtülmüş (kapanmış) oldu.'
Memun: 'Allah, hayrını bol etsin ey Ebu'l-Hasan! Bana Allah-u Teala'nın şu buyruğu hakkında bilgi veriniz: Allah Seni affetsin, neden onlara izin verdin?'
İmam (a.s.): 'Bu ayet (Türkçe'deki söylenişiyle 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!' kabilindendir.) Allah (c.c), zâhirde peygamberiyle konuşmuştur ama gerçekte O'nun ümmetini kastetmiştir.
Şu ayet de öyledir: 'Eğer şirk koşacak olursan amellerin hiç olur ve zarara uğrayanlardan olursun.' Yine, şu ayet de öyledir: Sana sebat etme kabiliyeti vermeseydik and olsun ki birazcık onlara meyledecektin.'
Memun: İçim rahatladı ey Resûlullah'ın oğlu! Bana gizli olan şeyi açıkladınız. Allah-u Teala, peygamberler ve İslam'dan taraf seni mükâfaatlandırsın."
Ali bin Muhammed bin Cehm şöyle diyor: "Memun kalkıp namaza giderken mecliste bulunan Muhammed bin Câfer bin Muhammed'in (İmam Rıza'nın amcası) elinden tutarak onu da kendisiyle birlikte götürdü. Ben de onları izledim.
Memun, ona, 'Kardeşinin oğlunu nasıl buldun?' diye sordu. Muhammed bin Câ- fer de cevaben, 'O âlimdir ama onun hiçbir âlim ile ilişkisinin olduğunu görmedik' dedi. Onun bu sözü üzerine Memun şöyle dedi: 'Kardeşinin oğlu, Peygamber'in (s.a.v.) Ehl-i Beyt'indendir; öyle bir Ehl-i Beyt ki, Peygamber (s.a.v.) onların hakkında şöyle buyurmuştur:
Bilin ki Ehl-i Beyt'imin iyileri ve neslimin arınmışları, küçüklükte halkın en olgunları ve büyüdüklerinde de halkın en bilginleridirler. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar, sizden daha bilgilidirler. Onlar sizleri hidayetten çıkarıp dalalet kapısına sokmazlar.'
İmam Rıza (a.s.) da kendi evine gitti. Sabah olunca İmam Rıza'nın yanına gittim. Memun'un ve İmam'ın amcasının sözlerini ona bildirdim. İmam gülerek şöyle buyurdu:
Ey İbn-i Cehm! Ondan duydukların seni aldatmasın, o beni hile ile tuzak kurup öldürecek, Allah da benim için ondan intikam alacaktır." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.