İmam Cevat ve salih cemaatin ihtiyaçları
İmam Rızâ (a.s.) vefat edince, Ebû Ca’fer (a.s.) yedi yaşındaydı. Bağdat’ta ve diğer şehirlerde insanların onunla ilgili görüşleri farklılık gösterdi
02.05.2024 19:00:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Seyyid Murtaza (r.a.) "Uyûnu'l-Mu'cizat" adlı eserinde şunları anlatıyor: "İmam Rızâ (a.s.) vefat edince, Ebû Ca'fer (a.s.) yedi yaşındaydı. Bağdat'ta ve diğer şehirlerde insanların onunla ilgili görüşleri farklılık gösterdi.
Bunun üzerine Reyyan b. Salt, Safvan b. Yahya, Muharnmed b. Hakîm, Abdurrahman b. Haccac ve Yûnus b. Abdurrahmân gibi Ehl-i Beyt taraftarlarının önde gelen güvenilir şahsiyetleri Abdurrahmân b. Haccac'ın "Birket-u Zelul/Kaygan Havuz" denilen yerdeki evinde toplandılar.
Başlarına gelen felaketten dolayı ağlıyor, sızlıyorlardı. Yûnus b. Abdurrahman, 'Kesin ağlamayı!' dedi. 'Bu iş kime tevdi edilmiştir? Şu çocuk (Ebû Ca'fer'i kastediyor) büyüyünceye kadar meselelerin çözümü için kime başvuracağız?'
Bunun üzerine Reyyan b. Salt ayağa kalktı, eliyle Yûnus'un boğazını sıktı ve bir yandan da tokatlamaya başladı. Şunları söyledi: 'Sen bize iman etmiş gibi görünüyorsun ama içinde şüphe ve şirk unsurlarını saklıyorsun.
Eğer onun bu göreve getirilmesi Yüce Allah tarafından ise, bir günlük çocuk bile olsa, yaşlı bir âlim düzeyindedir, hatta ondan daha üstündür.
Ama Allah tarafından olmazsa, bin yaşında bile olsa, sıradan bir insan konumundadır. Üzerinde düşünülmesi gereken husus budur.' Bunun üzerine topluluk onu ayıplamaya ve kınamaya başladı.
Hac zamanıydı. Bağdat ve diğer bölgelerin fakihlerinden ve âlimlerinden seksen kişi bir araya gelip hacca gitmek üzere yola çıktılar. İlk olarak Medine'ye gitmekti amaçları. Ebû Ca'fer'i (a.s.) görmek istiyorlardı.
Şehre vardıklarında, Ca'fer Sâdık'ın (a.s.) boş olan evine gittiler. Eve girdiler ve büyük bir serginin üzerinde oturdular. Abdullah b. Mûsâ yanlarına geldi, meclisin başköşesine oturdu.
Biri ayağa kalkıp şöyle seslendi: 'Bu, Resûlullah'ın oğludur. Soru sormak isteyen varsa, ona sorsun.'
Bazı sorular soruldu, o da yanlış cevaplar verdi. Bunun üzerine Ehl-i Beyt dostları kederlenip şaşkınlığa düştüler. Fakihler de huzursuz oldular, kalkıp oradan ayrılmak istediler. Kendi kendilerine şöyle dediler: 'Eğer Ebû Ca'fer sorulara cevap verecek olgunlukta olsaydı, Abdullah bu şekilde yanlış cevaplar vermeye kalkışmazdı.'
Derken meclisin başköşesinden bir kapı açıldı. Muvaffak içeri girdi ve, 'Bu Ebû Ca'fer'dir' dedi. Hep birlikte ayağa kalktılar, onu karşıladılar ve selâm verdiler. İmam (a.s.) içeri girdi. Üzerinde iki gömlek ve başında iki püskülü olan bir sarık ve ayağında da iki nalın vardı. Oturdu. Meclistekilerin hepsi sustular.
Sorusu olan kişi ayağa kalktı ve sorularını sordu. İmam (a.s.) da sorulara hakka uygun cevaplar verdi. Dinleyenler sevindiler, ona dua ettiler ve onu övdüler. Dediler ki: 'Amcan Abdullah bunlarla ilgili olarak şöyle şöyle fetvalar vermişti!'
Dedi ki: 'La ilahe illallah. Ey amca! Bu tavrın Allah katında büyük bir suçtur. Yarın Allah huzuruna çıktığında sana, ümmet içinde senden daha âlim biri varken, niçin kullarıma bilmediğin hususlarda fetva verdin, derse, hâlin ne olacak?!'"
Rivâyet edilir ki: Babasının ölümünden sonra bir çocuk olan Ebû Ca'fer (a.s.) Resûlullah'ın (s.a.a.) mescidine getirilir. İmam (a.s.) minberin yanına gelir, bir merdiven yukarı çıkar ve şöyle der:
"Ben Muhammed b. Ali er-Rızâ'yım. Ben Cevad'ım. Ben insanların sülblerindeki neseblerini bilirim. Ben sizin gizlinizi, açığınızı ve akıbetinizi bilirim. Bu, bütün mahlûkatın yaratılmasından önce ve göklerle yerlerin yok olmasından sonra bize bahşedilmiş bir ilimdir.
Eğer bâtıl ehlinin birbirini desteklemesi, sapıklık devletinin iş başında bulunması ve şüphecilerin ortalığı velveleye vermesi olmasaydı, öyle şeyler söylerdim ki, öncekiler ve sonrakiler şaşırıp kalırdı."
İsmail b. Bezi' anlatıyor:
"Ebû Ca'fer es-Sâni'ye (a.s.), İmam'ın durumu ile ilgili olarak bir şey sordum; dedim ki: 'İmam yedi yaşından daha küçük olabilir mi?' İmam, 'Evet, beş yaşından da küçük olabilir' dedi.
Ali b. Esbat anlatıyor:
"Bir gün Ebû Ca'fer'in (a.s.) bulunduğum yere çıkageldiğini gördüm. Onu şöyle bir süzmeye başladım. Başına ve ayaklarına baktım, derin derin inceledim. Amacım, Mısır'daki arkadaşlarımıza onun boyunu tarif edebilmekti. Ben öylece onu süzerken, oturuverdi ve şöyle dedi:
'Ey Ali! Yüce Allah, peygamberlik için gerekli gördüğü delilleri imamlık için de öngörmüştür. Yüce Allah, 'Ve henüz çocuk iken ona hikmet verdik.' 'Yiğitlik çağına erip olgunlaşınca...' 'Nihayet kırk yaşına varınca...' buyurmuştur.
Dolayısıyla İmam'a çocuk iken de hikmet verilebileceği gibi, kırk yaşında iken de verilebilir.'"
İmam Cevad'ın (a.s.) henüz bir çocuk iken Müslümanların imamlığı makamına gelmiş olması başlı başına bir kerametti. Hiç kuşkusuz bu, İmam'ın (a.s.) sahip olduğu mucizevîlik sıfatının bir kanıtıdır.
Ayrıca Allah ile ilişkisinin derinliğini, bağlarının güçlülüğünü, O'na yakınlığını, Yüce Allah katından sunulan gaybî desteğe mazhar oluşunu gösteren önemli kanıtlardan biridir." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)
Bunun üzerine Reyyan b. Salt, Safvan b. Yahya, Muharnmed b. Hakîm, Abdurrahman b. Haccac ve Yûnus b. Abdurrahmân gibi Ehl-i Beyt taraftarlarının önde gelen güvenilir şahsiyetleri Abdurrahmân b. Haccac'ın "Birket-u Zelul/Kaygan Havuz" denilen yerdeki evinde toplandılar.
Başlarına gelen felaketten dolayı ağlıyor, sızlıyorlardı. Yûnus b. Abdurrahman, 'Kesin ağlamayı!' dedi. 'Bu iş kime tevdi edilmiştir? Şu çocuk (Ebû Ca'fer'i kastediyor) büyüyünceye kadar meselelerin çözümü için kime başvuracağız?'
Bunun üzerine Reyyan b. Salt ayağa kalktı, eliyle Yûnus'un boğazını sıktı ve bir yandan da tokatlamaya başladı. Şunları söyledi: 'Sen bize iman etmiş gibi görünüyorsun ama içinde şüphe ve şirk unsurlarını saklıyorsun.
Eğer onun bu göreve getirilmesi Yüce Allah tarafından ise, bir günlük çocuk bile olsa, yaşlı bir âlim düzeyindedir, hatta ondan daha üstündür.
Ama Allah tarafından olmazsa, bin yaşında bile olsa, sıradan bir insan konumundadır. Üzerinde düşünülmesi gereken husus budur.' Bunun üzerine topluluk onu ayıplamaya ve kınamaya başladı.
Hac zamanıydı. Bağdat ve diğer bölgelerin fakihlerinden ve âlimlerinden seksen kişi bir araya gelip hacca gitmek üzere yola çıktılar. İlk olarak Medine'ye gitmekti amaçları. Ebû Ca'fer'i (a.s.) görmek istiyorlardı.
Şehre vardıklarında, Ca'fer Sâdık'ın (a.s.) boş olan evine gittiler. Eve girdiler ve büyük bir serginin üzerinde oturdular. Abdullah b. Mûsâ yanlarına geldi, meclisin başköşesine oturdu.
Biri ayağa kalkıp şöyle seslendi: 'Bu, Resûlullah'ın oğludur. Soru sormak isteyen varsa, ona sorsun.'
Bazı sorular soruldu, o da yanlış cevaplar verdi. Bunun üzerine Ehl-i Beyt dostları kederlenip şaşkınlığa düştüler. Fakihler de huzursuz oldular, kalkıp oradan ayrılmak istediler. Kendi kendilerine şöyle dediler: 'Eğer Ebû Ca'fer sorulara cevap verecek olgunlukta olsaydı, Abdullah bu şekilde yanlış cevaplar vermeye kalkışmazdı.'
Derken meclisin başköşesinden bir kapı açıldı. Muvaffak içeri girdi ve, 'Bu Ebû Ca'fer'dir' dedi. Hep birlikte ayağa kalktılar, onu karşıladılar ve selâm verdiler. İmam (a.s.) içeri girdi. Üzerinde iki gömlek ve başında iki püskülü olan bir sarık ve ayağında da iki nalın vardı. Oturdu. Meclistekilerin hepsi sustular.
Sorusu olan kişi ayağa kalktı ve sorularını sordu. İmam (a.s.) da sorulara hakka uygun cevaplar verdi. Dinleyenler sevindiler, ona dua ettiler ve onu övdüler. Dediler ki: 'Amcan Abdullah bunlarla ilgili olarak şöyle şöyle fetvalar vermişti!'
Dedi ki: 'La ilahe illallah. Ey amca! Bu tavrın Allah katında büyük bir suçtur. Yarın Allah huzuruna çıktığında sana, ümmet içinde senden daha âlim biri varken, niçin kullarıma bilmediğin hususlarda fetva verdin, derse, hâlin ne olacak?!'"
Rivâyet edilir ki: Babasının ölümünden sonra bir çocuk olan Ebû Ca'fer (a.s.) Resûlullah'ın (s.a.a.) mescidine getirilir. İmam (a.s.) minberin yanına gelir, bir merdiven yukarı çıkar ve şöyle der:
"Ben Muhammed b. Ali er-Rızâ'yım. Ben Cevad'ım. Ben insanların sülblerindeki neseblerini bilirim. Ben sizin gizlinizi, açığınızı ve akıbetinizi bilirim. Bu, bütün mahlûkatın yaratılmasından önce ve göklerle yerlerin yok olmasından sonra bize bahşedilmiş bir ilimdir.
Eğer bâtıl ehlinin birbirini desteklemesi, sapıklık devletinin iş başında bulunması ve şüphecilerin ortalığı velveleye vermesi olmasaydı, öyle şeyler söylerdim ki, öncekiler ve sonrakiler şaşırıp kalırdı."
İsmail b. Bezi' anlatıyor:
"Ebû Ca'fer es-Sâni'ye (a.s.), İmam'ın durumu ile ilgili olarak bir şey sordum; dedim ki: 'İmam yedi yaşından daha küçük olabilir mi?' İmam, 'Evet, beş yaşından da küçük olabilir' dedi.
Ali b. Esbat anlatıyor:
"Bir gün Ebû Ca'fer'in (a.s.) bulunduğum yere çıkageldiğini gördüm. Onu şöyle bir süzmeye başladım. Başına ve ayaklarına baktım, derin derin inceledim. Amacım, Mısır'daki arkadaşlarımıza onun boyunu tarif edebilmekti. Ben öylece onu süzerken, oturuverdi ve şöyle dedi:
'Ey Ali! Yüce Allah, peygamberlik için gerekli gördüğü delilleri imamlık için de öngörmüştür. Yüce Allah, 'Ve henüz çocuk iken ona hikmet verdik.' 'Yiğitlik çağına erip olgunlaşınca...' 'Nihayet kırk yaşına varınca...' buyurmuştur.
Dolayısıyla İmam'a çocuk iken de hikmet verilebileceği gibi, kırk yaşında iken de verilebilir.'"
İmam Cevad'ın (a.s.) henüz bir çocuk iken Müslümanların imamlığı makamına gelmiş olması başlı başına bir kerametti. Hiç kuşkusuz bu, İmam'ın (a.s.) sahip olduğu mucizevîlik sıfatının bir kanıtıdır.
Ayrıca Allah ile ilişkisinin derinliğini, bağlarının güçlülüğünü, O'na yakınlığını, Yüce Allah katından sunulan gaybî desteğe mazhar oluşunu gösteren önemli kanıtlardan biridir." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)