İmam Ali’nin dış siyaset anlayışı
Hz. Ali her zaman barış yanlısıdır. Savaşı en son çare olarak görmek, anlaşmaya çağrıldığında buna uymak ve yapılan anlaşmaya sonuna kadar sadık kalmak O’nun siyaset anlayışının temelleridir
13.04.2023 18:59:00
Hz. Ali her zaman barış yanlısıdır. Savaşı en son çare olarak görmek, anlaşmaya çağrıldığında buna uymak ve yapılan anlaşmaya sonuna kadar sadık kalmak O'nun siyaset anlayışının temelleridir:
"Düşman seni barışa davet ederse bunu reddetme. Çünkü bunda Allah'ın rızası vardır. Zira barış asker için rahatlıktır. Kaygıları giderir. Beldenin emniyetini sağlar.
Ancak barışta da olsa düşmanından sakın. Zira düşman, gaflet anını gözetir. Tedbirini al, iyi niyete teslim olma.
Düşmanla bir antlaşma yaptığında ya da ona bir söz verdiğinde ahdini gözet. Verdiğin sözü tut, hıyanet etme. Verdiğin sözü korumak için canını siper et.
Zira Allah'ın insanlara farz kıldığı şeyler içinde insanları farklı görüşlerine ve farklı taleplerine rağmen ahde vefadan daha çok bir araya getiren hiçbir şey yoktur.
Buna hıyanetin akıbetinden korkan müşrikler bile -Müslümanlara karşı olmasa da- kendi aralarında riayet ederler. Binaenaleyh sen verdiğin sözde dur, hıyanet etme.
Düşmanını aldatma. Zira Allah'a karşı şekavet ehli cahil kişi cüret gösterir. Allah ahdini ve zimmetini kullar arasında güven kılmıştır. Korumalı yerlerinde kalmaları için harem kılmıştır. İnsanlar koşa koşa oraya sığınırlar.
Binaenaleyh bu hususta ne ifsat, ne hıyanet, ne de aldatma olmaz. Sıkıntı olabilecek anlaşmalara girme.
Güven verdikten sonra batıl söze uyup da haktan sapma, Allah adına yaptığın anlaşmayı zorda kalsan da haksız yere bozma. O zorluğa sabret, sonra da zorluğun kalkmasını gözle.
Bunun akıbetinin üstünlüğü, akıbetinden korktuğun hıyanetten ve Allah'ın huzurunda sorumlu olmaktan daha hayırlıdır. Dolayısıyla ne dünyanı, ne de ahiretini kaybet."
Hz. Ali büyük bir gereklilik olmadıkça savaşmaktan yana değildir. Cemel, Sıffin, Nehrevan v.b. Hz. Ali'nin hayatı boyunca yaptığı savaşları incelersek, elçiler göndermek suretiyle karşı tarafı defalarca barışa davet ettiğini görürüz. Hz. Ali ancak barışa giden bütün yollar kapandığında savaş başlatmıştır.
Hz. Ali bu yaklaşımı bizzat Allah Resulü'nden öğrenmiştir. Sehl b. Sa'd'ın verdiği bilgiye göre Hayber'in fethi esnasında Hz. Peygamber ile Hz. Ali arasında şöyle bir diyalog yaşanmıştır:
Hz. Peygamber, "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah'ı ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever" buyurdu.
Ertesi gün sahabeler erkenden Resulüllah'ın yanına geldiler. Her biri sancağın kendisine verilmesini umuyordu... Nihayet Resulüllah sancağı Hz. Ali'ye verdi. Bunun üzerine Ali, "Ya Resulallah, bizim gibi oluncaya dek onlarla savaşayım mı?" diye sordu.
Hz. Peygamber, "Onların bölgesine ininceye kadar acele etme, sakin ol, sonra onları İslam'a davet et ve vacip olan ilahi hak ve esasları onlara haber ver. Vallahi Senin vasıtanla Allah'ın bir adamı hidayete erdirmesi, Senin için kızıl develerden daha hayırlıdır" buyurdu.
Hayatı boyunca Peygamberden aldığı bu düsturla hareket eden Hz. Ali emri altındakilere de aynı şeyi tavsiye etmiştir.
Mâlik'e, barışa davet edildiğinde buna uymasını ve barış yaptıktan sonra da ahde vefa göstermesini tavsiye etmiştir.
Zira Hz. Ali'ye göre barışta Allah'ın rızası vardır. Ve asker için bir rahatlık ve huzur dönemidir.
Ahde vefa göstermek, yapılan anlaşmaya sadık kalmak ise çok önemlidir.
Düşman bile olsa yapılan anlaşmaya, verilen söze sadık kalmak gereklidir.
Hariciler'in baskısıyla hakem olayını kabul ettikten ve tahkim anlaşmasını yaptıktan sonra, Hz. Ali hakemlerin kararını beklemekteydi ki, hariciler hakem olayını kabul ettiği için Hz. Ali'yi küfürle itham ettiler ve kararından dönmesi için baskı yapmaya başladılar.
Hz. Ali ise, karşılıklı bir anlaşma yapıldığını söz verildiğini, söz verdikten sonra dönmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Esasen Hz. Ali'nin söyledikleri ve yaptıkları arasında hayatının her döneminde tam bir uyum söz konusudur.
En zor ve karışık zamanlarda bile hile, desise yolunu seçmemiş, verdiği sözden dönmemiş, ahde vefasızlıkta bulunmamıştır.
Hz. Ali, "Allah adına yaptığın anlaşmayı zorda kalsan da haksız yere bozma. Zorluğa sabret ve kalkmasını gözle" der.
Zira ona göre bu dünyada zorluklara sabretmek, Allah'ın huzurunda sorumlu olmaktan daha hayırlıdır. Böylece insan ne dünyasını, ne de ahiretini kaybetmiş olur." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eseri)
"Düşman seni barışa davet ederse bunu reddetme. Çünkü bunda Allah'ın rızası vardır. Zira barış asker için rahatlıktır. Kaygıları giderir. Beldenin emniyetini sağlar.
Ancak barışta da olsa düşmanından sakın. Zira düşman, gaflet anını gözetir. Tedbirini al, iyi niyete teslim olma.
Düşmanla bir antlaşma yaptığında ya da ona bir söz verdiğinde ahdini gözet. Verdiğin sözü tut, hıyanet etme. Verdiğin sözü korumak için canını siper et.
Zira Allah'ın insanlara farz kıldığı şeyler içinde insanları farklı görüşlerine ve farklı taleplerine rağmen ahde vefadan daha çok bir araya getiren hiçbir şey yoktur.
Buna hıyanetin akıbetinden korkan müşrikler bile -Müslümanlara karşı olmasa da- kendi aralarında riayet ederler. Binaenaleyh sen verdiğin sözde dur, hıyanet etme.
Düşmanını aldatma. Zira Allah'a karşı şekavet ehli cahil kişi cüret gösterir. Allah ahdini ve zimmetini kullar arasında güven kılmıştır. Korumalı yerlerinde kalmaları için harem kılmıştır. İnsanlar koşa koşa oraya sığınırlar.
Binaenaleyh bu hususta ne ifsat, ne hıyanet, ne de aldatma olmaz. Sıkıntı olabilecek anlaşmalara girme.
Güven verdikten sonra batıl söze uyup da haktan sapma, Allah adına yaptığın anlaşmayı zorda kalsan da haksız yere bozma. O zorluğa sabret, sonra da zorluğun kalkmasını gözle.
Bunun akıbetinin üstünlüğü, akıbetinden korktuğun hıyanetten ve Allah'ın huzurunda sorumlu olmaktan daha hayırlıdır. Dolayısıyla ne dünyanı, ne de ahiretini kaybet."
Hz. Ali büyük bir gereklilik olmadıkça savaşmaktan yana değildir. Cemel, Sıffin, Nehrevan v.b. Hz. Ali'nin hayatı boyunca yaptığı savaşları incelersek, elçiler göndermek suretiyle karşı tarafı defalarca barışa davet ettiğini görürüz. Hz. Ali ancak barışa giden bütün yollar kapandığında savaş başlatmıştır.
Hz. Ali bu yaklaşımı bizzat Allah Resulü'nden öğrenmiştir. Sehl b. Sa'd'ın verdiği bilgiye göre Hayber'in fethi esnasında Hz. Peygamber ile Hz. Ali arasında şöyle bir diyalog yaşanmıştır:
Hz. Peygamber, "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah'ı ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever" buyurdu.
Ertesi gün sahabeler erkenden Resulüllah'ın yanına geldiler. Her biri sancağın kendisine verilmesini umuyordu... Nihayet Resulüllah sancağı Hz. Ali'ye verdi. Bunun üzerine Ali, "Ya Resulallah, bizim gibi oluncaya dek onlarla savaşayım mı?" diye sordu.
Hz. Peygamber, "Onların bölgesine ininceye kadar acele etme, sakin ol, sonra onları İslam'a davet et ve vacip olan ilahi hak ve esasları onlara haber ver. Vallahi Senin vasıtanla Allah'ın bir adamı hidayete erdirmesi, Senin için kızıl develerden daha hayırlıdır" buyurdu.
Hayatı boyunca Peygamberden aldığı bu düsturla hareket eden Hz. Ali emri altındakilere de aynı şeyi tavsiye etmiştir.
Mâlik'e, barışa davet edildiğinde buna uymasını ve barış yaptıktan sonra da ahde vefa göstermesini tavsiye etmiştir.
Zira Hz. Ali'ye göre barışta Allah'ın rızası vardır. Ve asker için bir rahatlık ve huzur dönemidir.
Ahde vefa göstermek, yapılan anlaşmaya sadık kalmak ise çok önemlidir.
Düşman bile olsa yapılan anlaşmaya, verilen söze sadık kalmak gereklidir.
Hariciler'in baskısıyla hakem olayını kabul ettikten ve tahkim anlaşmasını yaptıktan sonra, Hz. Ali hakemlerin kararını beklemekteydi ki, hariciler hakem olayını kabul ettiği için Hz. Ali'yi küfürle itham ettiler ve kararından dönmesi için baskı yapmaya başladılar.
Hz. Ali ise, karşılıklı bir anlaşma yapıldığını söz verildiğini, söz verdikten sonra dönmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Esasen Hz. Ali'nin söyledikleri ve yaptıkları arasında hayatının her döneminde tam bir uyum söz konusudur.
En zor ve karışık zamanlarda bile hile, desise yolunu seçmemiş, verdiği sözden dönmemiş, ahde vefasızlıkta bulunmamıştır.
Hz. Ali, "Allah adına yaptığın anlaşmayı zorda kalsan da haksız yere bozma. Zorluğa sabret ve kalkmasını gözle" der.
Zira ona göre bu dünyada zorluklara sabretmek, Allah'ın huzurunda sorumlu olmaktan daha hayırlıdır. Böylece insan ne dünyasını, ne de ahiretini kaybetmiş olur." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eseri)