Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yâfes'in Türk adlı oğlunun neslindendir. Hz. Nuh, İkinci Adem olarak anılır. Tufandan sonra insan zürriyeti, Hz. Nuh'un oğullarından türemiştir. Hz. Nuh'un 3 oğlu vardı: Ham, Sam, Yafes. Ham, Habeş ve Afrikalıların, Sam Arapların, Yafes de Türklerin atası olarak bilinmektedir. Yeryüzünde yaşayan tüm insanlar, bu üçünün soyundan gelmektedir.
Yafes'in sekiz oğlundan en büyüğü Türk ismine sahipti. Türklük, ismini işte bu Türk Ata'dan almıştır. Türk Ata, Hz. Adem'in torunlarından olan Hazer'in oğlu Yafes'ten türemiştir. Yaşar Kalafat, Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar devam eden ilahi nizam tebligatının Hz. Nuh'tan sonra Hz. Yafes'e; ondan da Hz. Türk'e geçtiğini düşünmektedir: "Hz. İbrahim, Sam'ın soyundan ve Terah'ın oğlu olarak gösterilmektedir. İslam'a göre Hz. İbrahim'in babası Azer'dir. Yani Hazar Türkü'dür. Buna göre Yafes'in soyundan olması gerekir. Zaten Arap tarihçiler de gerçek Arapların Ad, Semud, Amalike gibi kabileler olduğunu; Hz. İbrahim'in oğlu İsmail soyunun sonradan Araplaşmış olduğunu ifade ederler."
Hz. İbrahim'in Kantura adında bir eşi daha vardı. Bu mübarek kadın da Türk boylarının anası, atası idi. Peygamberimiz Türkler'den Kanturaoğulları diye söz ederdi. Hatta bu sebepten 9. asırda Müslüman olup halife etrafına toplanmaya başlayan Türkler, soyları sorulduğunda, "babamız İbrahim, amcamız İsmail" derlerdi. Yahudiler Hz. İbrahim'in bu ifadesinin kendilerini kastettiği zehabına kapılarak büyük İsrail, hatta dünya hakimiyeti hayali peşinde koşarlar. Halbuki Kur'an'daki Yahudiler'i suçlayan ve lanetleyen ifadeler, böyle bir kutsama varsa bile ortadan kalktığını göstermektedir.
Peygamberler içinde derece, makam ve mertebe cihetiyle Hz. İbrahim (a.s.), müstesna bir yere sahiptir. O, hem ulu'l-azim bir peygamber olduğu gibi, Hz. Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) ceddi olması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Hz. İbrahim, Allah-u Teala'nın seçip sevdiği mümtaz ve müstesna peygamberlerden olarak milletinin hidayet rehberi, insanlığın tarihî önderleri arasındadır. Biz mü'minler, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ümmeti olmanın yanında, Hz. İbrahim'in (a.s.) milletindeniz de. Buradaki 'millet' kavramı, itikadî anlamdaki hidayeti ifade eder."İbrahim Yahudi de, Hırıstiyan da değildi; ama doğruya yönelen bir Müslim'di; puta tapanlardan değildi." (Âl-i İmran, 67).
İbrahim, Hz. İsmail'i kucağına ve Hz. Hacer'i terkisine alıp onları, Cebrail'in rehberliğiyle, Mekke'deki Mescid-i Haram'ın bugün bulunduğu yerin ve mescidin yüksekçe bir mahallinde ve Zemzem kuyusunun yukarısında bulunan büyük bir ağacın yanına bırakmıştı. O tarihte, Mekke'de yerleşmiş kimse yoktu. Hatta içecek su da yoktu. Hz. İbrahim, Hz. Hacer'le çocuğuna içi hurma dolu meşin bir dağarcıkla, içi su dolu bir kırba bırakabilmişti. Hz. İbrahim dönerken, Hz. Hacer arkasından koşarak; "Ey İbrahim! Bizi bu vadide bırakıp da, nereye gidiyorsun? Burada ne görüşecek bir kimse var, ne de hayat eseri. Bunu Sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim de, "Evet, Allah emretti" dedi. Bunun üzerine, Hz. Hacer; "Öyle ise Allah bize yeter, O bizi korur" dedi.
Hz. Hacer, Kâbe'nin bugün bulunduğu yere döndü. Hz. İbrahim, oradan ayrılıp Saniyye mevkiinde görülmeyecek bir yere kadar ilerleyerek yüzünü Kâbe'nin bugün bulunduğu yere döndürdü. Sonra, ellerini kaldırarak; "Ey Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını ekin bitmez bir vadide Senin dokunulmaz beytinin yanına yerleştirdim. Halktan bir kısmını namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere doğru meylettirip heveslendir ve onları her çeşit meyvelerden rızıklandır. Umulur ki, Sana şükrederler" (İbrahim, 37) dedi. İşte bu dua bereketiyle, iman ve hakikatin vatanı Mekke vadisi oluyor; belki bu dua ile iki cihan serveri Hz. Muhammed (s.a.v.) müjdeleniyordu. Mü'minlerin kıblesinin Kâbe olmasının, hac ibadeti, dolayısıyla Mekke'nin Allah'a ibadetin bir sembolü hâline gelmesinin hikmetlerini bu duada aramak yerinde olur.
Hz. Hacer, Hz. İsmail'in susuzluktan yerde yuvarlandığını ve sızlandığını görünce, son derece üzüldü, oradan uzaklaştı. Kâbe'ye en yakın mesafedeki Safâ tepeciğinin üzerine çıkarak; "Bir kimse görebilir miyim?" diye etrafa bakınmaya başladı. Fakat, hiç kimseyi göremedi. Safâ'dan inip Merve tepeciğine kadar hızla gitti. Oradan da etrafı süzdü. Fakat, yine bir kimse görmek mümkün olmadı. Böylece, iki tepecik arasında yedi defa gidip geldi. Son defasında Merve'de iken kulağına art arda bir ses geldi. Hz. Hacer, "Ey seslenen kişi! Sesini bize duyurdun, eğer bize yardım edebilirsen, yardım et" dedi. O sırada, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir melek (Cebrail) göründü. Melek, kupkuru çölden İsmail ve Hacer için ve de onların yolundan gidecekler için, Kıyamete kadar kurumayacak bir su kaynağı takdim etti. Zemzem, sulayacaktı artık Mekke'yi. Hz. Hacer'le oğlu İsmail, su başında yaşarlarken günün birinde oraya Yemenli Cürhümîler'den bir topluluk, Keda yolu ile gelip Hz. Hacer'i Zemzemin başında görünce; "Çevrenize inmemize müsaade eder misiniz?" dediler. Hz. Hacer, "Bu suda, bir hak iddia etmemek şartıyla inebilirsiniz" dedi. Cürhümîler bu şartla Mekke'ye yerleştiler, geride kalanları da geldiler.
Hz. İbrahim, Sam'ın soyundan ve Terah'ın oğlu olarak gösterilmektedir. İslam'a göre Hz. İbrahim'in babası Azer'dir. Yani Hazar Türkü'dür. Bu tarih'i gerçek'ten yola çıkan bazı tarihçiler, Hz. Muhammed (s.a.a)'in de Türkler ile aynı soydan geldiğini iddia etmektedir.
Yafes'in sekiz oğlundan en büyüğü Türk ismine sahipti. Türklük, ismini işte bu Türk Ata'dan almıştır. Türk Ata, Hz. Adem'in torunlarından olan Hazer'in oğlu Yafes'ten türemiştir. Yaşar Kalafat, Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar devam eden ilahi nizam tebligatının Hz. Nuh'tan sonra Hz. Yafes'e; ondan da Hz. Türk'e geçtiğini düşünmektedir: "Hz. İbrahim, Sam'ın soyundan ve Terah'ın oğlu olarak gösterilmektedir. İslam'a göre Hz. İbrahim'in babası Azer'dir. Yani Hazar Türkü'dür. Buna göre Yafes'in soyundan olması gerekir. Zaten Arap tarihçiler de gerçek Arapların Ad, Semud, Amalike gibi kabileler olduğunu; Hz. İbrahim'in oğlu İsmail soyunun sonradan Araplaşmış olduğunu ifade ederler."
Hz. İbrahim'in Kantura adında bir eşi daha vardı. Bu mübarek kadın da Türk boylarının anası, atası idi. Peygamberimiz Türkler'den Kanturaoğulları diye söz ederdi. Hatta bu sebepten 9. asırda Müslüman olup halife etrafına toplanmaya başlayan Türkler, soyları sorulduğunda, "babamız İbrahim, amcamız İsmail" derlerdi. Yahudiler Hz. İbrahim'in bu ifadesinin kendilerini kastettiği zehabına kapılarak büyük İsrail, hatta dünya hakimiyeti hayali peşinde koşarlar. Halbuki Kur'an'daki Yahudiler'i suçlayan ve lanetleyen ifadeler, böyle bir kutsama varsa bile ortadan kalktığını göstermektedir.
Peygamberler içinde derece, makam ve mertebe cihetiyle Hz. İbrahim (a.s.), müstesna bir yere sahiptir. O, hem ulu'l-azim bir peygamber olduğu gibi, Hz. Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) ceddi olması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Hz. İbrahim, Allah-u Teala'nın seçip sevdiği mümtaz ve müstesna peygamberlerden olarak milletinin hidayet rehberi, insanlığın tarihî önderleri arasındadır. Biz mü'minler, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ümmeti olmanın yanında, Hz. İbrahim'in (a.s.) milletindeniz de. Buradaki 'millet' kavramı, itikadî anlamdaki hidayeti ifade eder."İbrahim Yahudi de, Hırıstiyan da değildi; ama doğruya yönelen bir Müslim'di; puta tapanlardan değildi." (Âl-i İmran, 67).
İbrahim, Hz. İsmail'i kucağına ve Hz. Hacer'i terkisine alıp onları, Cebrail'in rehberliğiyle, Mekke'deki Mescid-i Haram'ın bugün bulunduğu yerin ve mescidin yüksekçe bir mahallinde ve Zemzem kuyusunun yukarısında bulunan büyük bir ağacın yanına bırakmıştı. O tarihte, Mekke'de yerleşmiş kimse yoktu. Hatta içecek su da yoktu. Hz. İbrahim, Hz. Hacer'le çocuğuna içi hurma dolu meşin bir dağarcıkla, içi su dolu bir kırba bırakabilmişti. Hz. İbrahim dönerken, Hz. Hacer arkasından koşarak; "Ey İbrahim! Bizi bu vadide bırakıp da, nereye gidiyorsun? Burada ne görüşecek bir kimse var, ne de hayat eseri. Bunu Sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim de, "Evet, Allah emretti" dedi. Bunun üzerine, Hz. Hacer; "Öyle ise Allah bize yeter, O bizi korur" dedi.
Hz. Hacer, Kâbe'nin bugün bulunduğu yere döndü. Hz. İbrahim, oradan ayrılıp Saniyye mevkiinde görülmeyecek bir yere kadar ilerleyerek yüzünü Kâbe'nin bugün bulunduğu yere döndürdü. Sonra, ellerini kaldırarak; "Ey Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını ekin bitmez bir vadide Senin dokunulmaz beytinin yanına yerleştirdim. Halktan bir kısmını namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere doğru meylettirip heveslendir ve onları her çeşit meyvelerden rızıklandır. Umulur ki, Sana şükrederler" (İbrahim, 37) dedi. İşte bu dua bereketiyle, iman ve hakikatin vatanı Mekke vadisi oluyor; belki bu dua ile iki cihan serveri Hz. Muhammed (s.a.v.) müjdeleniyordu. Mü'minlerin kıblesinin Kâbe olmasının, hac ibadeti, dolayısıyla Mekke'nin Allah'a ibadetin bir sembolü hâline gelmesinin hikmetlerini bu duada aramak yerinde olur.
Hz. Hacer, Hz. İsmail'in susuzluktan yerde yuvarlandığını ve sızlandığını görünce, son derece üzüldü, oradan uzaklaştı. Kâbe'ye en yakın mesafedeki Safâ tepeciğinin üzerine çıkarak; "Bir kimse görebilir miyim?" diye etrafa bakınmaya başladı. Fakat, hiç kimseyi göremedi. Safâ'dan inip Merve tepeciğine kadar hızla gitti. Oradan da etrafı süzdü. Fakat, yine bir kimse görmek mümkün olmadı. Böylece, iki tepecik arasında yedi defa gidip geldi. Son defasında Merve'de iken kulağına art arda bir ses geldi. Hz. Hacer, "Ey seslenen kişi! Sesini bize duyurdun, eğer bize yardım edebilirsen, yardım et" dedi. O sırada, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir melek (Cebrail) göründü. Melek, kupkuru çölden İsmail ve Hacer için ve de onların yolundan gidecekler için, Kıyamete kadar kurumayacak bir su kaynağı takdim etti. Zemzem, sulayacaktı artık Mekke'yi. Hz. Hacer'le oğlu İsmail, su başında yaşarlarken günün birinde oraya Yemenli Cürhümîler'den bir topluluk, Keda yolu ile gelip Hz. Hacer'i Zemzemin başında görünce; "Çevrenize inmemize müsaade eder misiniz?" dediler. Hz. Hacer, "Bu suda, bir hak iddia etmemek şartıyla inebilirsiniz" dedi. Cürhümîler bu şartla Mekke'ye yerleştiler, geride kalanları da geldiler.
Hz. İbrahim, Sam'ın soyundan ve Terah'ın oğlu olarak gösterilmektedir. İslam'a göre Hz. İbrahim'in babası Azer'dir. Yani Hazar Türkü'dür. Bu tarih'i gerçek'ten yola çıkan bazı tarihçiler, Hz. Muhammed (s.a.a)'in de Türkler ile aynı soydan geldiğini iddia etmektedir.
Yorumlar
Dünyalının biri
Hz Adem de Türk dú,Hatta yaradan da olabilir.
Hz Adem de Türk dú,Hatta yaradan da olabilir.
Baybatur Yılmaz
Çok iyi kurgulanamamışş salakça yalanlar bunlar. Sizin hesaplara göre daha bırak nuhu adem bile yokken Türk vardı. Element uydurmayın.
Çok iyi kurgulanamamışş salakça yalanlar bunlar. Sizin hesaplara göre daha bırak nuhu adem bile yokken Türk vardı. Element uydurmayın.
Anteplinin teki
Güzel olmuş
Güzel olmuş
Gökhan Demir / diğer yazıları
- ABD ve İsrail’i gölgede bıraktılar… / 28.10.2024
- Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağı / 24.10.2024
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-II / 10.12.2020
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020
- Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağı / 24.10.2024
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-II / 10.12.2020
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020