Hz. Fatıma’nın hutbeleri -2-
“Biliniz ki, Ben Fâtıma’yım ve Babam da Muhammed (s.a.v.)’dir. Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı haksızlık olarak yapmıyorum...
05.09.2023 08:05:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





(Dünden devam ediyoruz) Ardından sözlerini şöyle sürdürdü:
"Biliniz ki, Ben Fâtıma'yım ve Babam da Muhammed (s.a.v.)'dir. Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı haksızlık olarak yapmıyorum.
'And olsun, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.'
Eğer O'nun soyunu araştırıp, tanırsanız, kadınlarınızın değil, Benim Babam olduğunu; sizin erkeklerinizin değil; Benim amcamın oğlunun (Hz. Ali) kardeşi olduğunu görürsünüz. Gerçekten O'nun soyundan olmak, O'nunla aynı nesepten olmak çok güzeldir.
O, risâleti açıklayarak tebliğ etmiş, insanları uyarmıştır. Müşriklerin yolundan, hayat tarzlarından ise yüz çevirmiştir. Müşriklerin belini kırmış, nefes borularını kesmiştir.
Hikmetle ve güzel öğütle insanları Rabbinin yoluna davet etmiştir. Putları parçalamış, şirkin elebaşlarını yerle bir etmiştir. Nihayet birlikleri dağılmış olarak gerisin geri kaçtılar.
Derken, gece sabahından ayrıldı, hak en yalın şekliyle ortaya çıktı. Dinin lideri konuşunca, Şeytan'ın şakşakçılarının dili tutuldu. Münafıklığın hasis temsilcisi helak ile burun buruna geldi (nifakın tacı yere düştü).
Küfrün ve hak karşıtlığının düğümleri çözüldü. Karınları (oruçtan) aç, yüzleri ak toplulukla birlikte ihlas kelimesini söylemeye başladınız.
Bundan önce siz bir ateş çukurunun tam kenarında duruyordunuz. Kolayca içilen bir yudumluk su kadar önemsiz ve aç insanın bir kerede yutacağı az bir lokma gibi değersizdiniz.
Çabuk parlayıp, hemen sönüveren saman alevi gibi dayanıksızdınız. Başka toplumların ayakları altında eziliyordunuz. Develerin kirlettikleri pis su birikintilerini içiyor, tabaklanmamış bir deri parçası idi yemeğiniz. İtilip kakılan, aşağılanan pespayelerdiniz. Çevrenizdeki toplumların sizi kapıp götürmelerinden korkuyordunuz.
Bütün bunlardan ve de nice güçlü erlerin belasına uğradıktan, Arap kurtlarına lokma olduktan ve Ehl-i Kitap'ın azgınlıklarına tutsak düştükten sonra, Allah, sizi, Muhammed (s.a.v.) ile kurtardı.
Onlar, her zaman savaş ateşini yakmak istedilerse, Allah onu söndürdü. Ne zaman Şeytan boynuzunu gösterdiyse ya da ne zaman müşriklerden bir grup ağzını açmak istediyse, kardeşini (Hz. Ali) tam ortasına attı. O da onların başlarını ezmedikçe, yaktıkları fitne ateşini kılıcıyla söndürmedikçe onlardan vazgeçmezdi.
O, Allah'ın Zâtı için var gücünü harcar, Allah'ın emri hususun-da hiçbir çabadan geri durmazdı. Resûlullah (s.a.v.)'in yakını, Allah'ın velilerinin önderidir.
Kollarını sıvamış insanlara öğüt veriyordu. Çok çalışıyor, büyük emekler sarf ediyordu. Allah için bir iş yaptığında kınayanların kınamasından korkmazdı.
Siz ise, refah içinde konforlu hayatınızı sürdürüyordunuz; rahatınız yerinde, bir eliniz yağda, bir eliniz balda olmak üzere can güvenliğine sahip olmanın keyfini çıkarıyordunuz.
Bu arada başımıza bir felaket gelmesini dört gözle bekliyordunuz, bizim kara haberimizin bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordunuz. Savaş olunca geri durur, çatışmadan kaçardınız.
Allah, Peygamberinin (s.a.v.) nebiler yurduna ve seçkinler diyarına intikalini uygun görünce, içinizdeki nifak düşmanlığı açığa çıktı, din kisvesi eskidi. O güne kadar susan hainler konuşmaya başladı, adı sanı bilinmeyen kimseler öne geçmeye, bâtıl ehlinin soylu develeri (önderleri) böğürmeye başladılar.
Bunlar sizin meydanlarınızda itibar görmeye başladılar.
Şeytan bir kez daha başını deliğinden çıkardı, sizlere fısıldadı. Gördü ki, onun çağrısına icabet etmeye dünden razısınız, ona kanmayı içinizden geçiriyorsunuz. Derken sizi kışkırttı.
Baktı ki, çabuk tahrik oluyorsunuz. Sizi öfkelendirdi, hemen küplere bindiğinizi gördü. Böylece size ait olmayan bir deveye damganızı vurdunuz. Kendinize ait olmayan kaynağın başına kondunuz.
Bütün bunlar çok kısa bir sürede oldu. Henüz yaramız tazeydi ve kabuk bağlamamıştı. Daha Peygamberin (s.a.v.) naaşını kabre koymamıştık. 'Fitne çıkmasından korkuyoruz' diyerek bu işleri kaşla göz arasında kotardınız.
'Haberiniz olsun! Tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kafirleri kuşatmıştır.'
Heyhat! Ne oldu size? Allah'ın Kitabı elinizde olduğu halde nereye yöneliyorsunuz?
Halbuki Allah'ın Kitabı'nın konuları açık, hükümleri parlak, bilgileri göz kamaştırıcı, yasakları göz önünde ve emirleri apaçık ortadadır. Ama siz O'nu arkanıza atmışsınız. Yoksa O'ndan yüz mü çevirmek istiyorsunuz?
'Zâlimler için bu ne fena bir değişmedir!'
'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.'
Sonra fitnenin oluşturduğu panik biraz yatışıncaya ve kontrol edilebilir hâle gelinceye kadar kısa bir süre beklediniz. Hemen ardından fitne ateşini harlandırdınız, alevlendirdiniz. Yoldan çıkaran Şeytan'ın telkinlerine icabet etmeye başladınız.
Şeytanın, dinin, göz kamaştırıcı nurunu söndürme, seçilmiş Peygamberin (s.a.v.) sünnetini işlevsiz hâle getirme amacına yönelik vesveselerine kapıldınız. Köpük içiyoruz diyorsunuz ama sütü de içip bitirdiniz. (Beytü'l-mâl'i gizlice dilediğiniz gibi harcıyorsunuz).
Peygamberin (s.a.v.) Ehl-i Beyt'ine ve çocuklarına zarar vermek için türlü dolaplar çeviriyorsunuz, gizli saklı planlar kuruyorsunuz. Yüreğe saplanan bıçak gibi, ok gibi acı veren eziyetlerinize sabrediyoruz ve siz şimdi Benim Babamdan miras alma hakkımın olmadığını diyorsunuz.
Yoksa siz, cahiliye hükmünü mü istiyorsunuz? Kesin olarak inanan bir kavim için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim ola-bilir? Hâlâ bilmiyor musunuz? Evet, size gün gibi âşikârdır ki, Ben O'nun kızıyım.
Ey Müslümanlar! Bana kalan miras zorla elimden mi alınacak?
Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu! Allah'ın Kitabı'nda sen babanın mirasını alabilirsin fakat Ben alamam diye mi yazıyor? Öyleyse iğrenç bir şey yapıyorsun. Yoksa bilinçli olarak mı Allah'ın Kitabı'nı terk ettiniz, O'nu arkanıza attınız?
Çünkü Allah'ın Kitabı'nda: 'Ve Süleyman Davud'a mirasçı oldu' deniliyor. Zekeriya Peygamberin (a.s.) oğlu Yahya'dan söz edilirken de şöyle deniyor: 'Bana bir veli lütfet ki, bana ve Yâkub'un soyuna mirasçı olsun.'
Ve yine şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın Kitabı'nda akrabaların bazıları, bazılarına (miras hususunda) daha evlâdır.' Yine buyurmuştur ki: 'Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.'
Yine buyurmuştur ki: 'Eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa, baba ve annesine ve yakınlarına verilmesi için adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek, takva sahipleri için bir borç olarak yazılmıştır.'
Ama siz, Benim bir payımın olmadığını, Babamın mirasını alamayacağımı, O'nunla Benim aramızda bir akrabalık olmadığını iddia ediyorsunuz. Yoksa Allah size özel olarak bir ayet indirdi de Babamın, miras ayetinin hükmünün dışında tutulmasını mı emretti?
Yoksa her biri başka bir dine mensup iki kişi birbirlerine mirasçı olamazlar mı demek istiyorsunuz? Acaba Ben ve Babam aynı dinin mensupları değil miyiz?
Siz Kur'an'ın özel nitelikli hükümlerini ve genel nitelikli hükümlerini Babamdan ve amcamın oğlundan (Hz. Ali) daha mı iyi bileceksiniz?
Fedek'i hazır süslenmiş olarak al ama haşredildiğin gün karşına çıkacağını bil. Allah ne iyi hakemdir! Ve Muhammed (s.a.v.) ne iyi önderdir! Kıyamette buluşuruz.
Kıyamet kopunca bâtıl ehli olanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklardır. O zaman pişmanlık da size bir fayda sağlayamayacaktır. Her haberin gerçekleştiği bir zaman vardır.
'Rezil eden azabın kime geldiğini göreceksiniz. Kimin kalıcı azaba mahkum olduğunu da.'
Sonra Ensar'a taraf baktı ve şöyle dedi:
"Ey yiğitler topluluğu! Ve ey dinin yardımcıları ve İslam'ın koruyucuları! Bana yapılanlara karşı içinde bulunduğunuz bu gaflet nedir? Uğradığım zulme karşı bu uyuşukluk da neyin nesi?
Babam Resûlullah (s.a.v.) şöyle demiyor muydu: 'Kişinin saygınlığı çocuklarında devam eder.' Ne çabuk bozuldunuz? Bu aceleniz ne? Şu anda mâruz kaldığım eziyetleri savma gücünüz var oysa. İstediğimi ve istemeye devam ettiğimi geri alacak kudrete sahipsiniz.
Yoksa, 'Muhammed (s.a.v.) öldü' mü diyorsunuz? Evet, O'nun ölümü boşluğu doldurulmayacak denli büyük bir felakettir. O'nun kaybından dolayı yeryüzü karanlığa gömüldü. Güneşin, Ay'ın yüzü tutuldu.
O'nun ölümüyle meydana gelen felaket yüzünden yıldızlar söndüler. Ümitler suya düştü, dağlar ürperdi; dokunulmazlıklar, mahremiyetler çiğnenir oldu. O'nun ölümüyle birlikte hürmetlere riayet eden kalmadı.
Bu, Allah'a and olsun, büyük bir felakettir. Korkunç bir musibettir. Onun gibi bir felaket görülmüş değildir, şu dünyada onun gibi bir musibet bir daha yaşanmayacaktır.
Sizin evlerinizde okunan Allah'ın Kitabı bunu duyurmuştu, bundan önce Allah tarafın-dan gönderilen nebi ve resullerin başlarına neler geldiğini ve bu değişmez bir hüküm ve kesin kazadan ibaret idi: 'Muhammed bir elçidir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, topuklarınız üzere gerisin geri mi döneceksiniz? Kim topukları üzere dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin ödülünü verecektir.' Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
"Biliniz ki, Ben Fâtıma'yım ve Babam da Muhammed (s.a.v.)'dir. Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı haksızlık olarak yapmıyorum.
'And olsun, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.'
Eğer O'nun soyunu araştırıp, tanırsanız, kadınlarınızın değil, Benim Babam olduğunu; sizin erkeklerinizin değil; Benim amcamın oğlunun (Hz. Ali) kardeşi olduğunu görürsünüz. Gerçekten O'nun soyundan olmak, O'nunla aynı nesepten olmak çok güzeldir.
O, risâleti açıklayarak tebliğ etmiş, insanları uyarmıştır. Müşriklerin yolundan, hayat tarzlarından ise yüz çevirmiştir. Müşriklerin belini kırmış, nefes borularını kesmiştir.
Hikmetle ve güzel öğütle insanları Rabbinin yoluna davet etmiştir. Putları parçalamış, şirkin elebaşlarını yerle bir etmiştir. Nihayet birlikleri dağılmış olarak gerisin geri kaçtılar.
Derken, gece sabahından ayrıldı, hak en yalın şekliyle ortaya çıktı. Dinin lideri konuşunca, Şeytan'ın şakşakçılarının dili tutuldu. Münafıklığın hasis temsilcisi helak ile burun buruna geldi (nifakın tacı yere düştü).
Küfrün ve hak karşıtlığının düğümleri çözüldü. Karınları (oruçtan) aç, yüzleri ak toplulukla birlikte ihlas kelimesini söylemeye başladınız.
Bundan önce siz bir ateş çukurunun tam kenarında duruyordunuz. Kolayca içilen bir yudumluk su kadar önemsiz ve aç insanın bir kerede yutacağı az bir lokma gibi değersizdiniz.
Çabuk parlayıp, hemen sönüveren saman alevi gibi dayanıksızdınız. Başka toplumların ayakları altında eziliyordunuz. Develerin kirlettikleri pis su birikintilerini içiyor, tabaklanmamış bir deri parçası idi yemeğiniz. İtilip kakılan, aşağılanan pespayelerdiniz. Çevrenizdeki toplumların sizi kapıp götürmelerinden korkuyordunuz.
Bütün bunlardan ve de nice güçlü erlerin belasına uğradıktan, Arap kurtlarına lokma olduktan ve Ehl-i Kitap'ın azgınlıklarına tutsak düştükten sonra, Allah, sizi, Muhammed (s.a.v.) ile kurtardı.
Onlar, her zaman savaş ateşini yakmak istedilerse, Allah onu söndürdü. Ne zaman Şeytan boynuzunu gösterdiyse ya da ne zaman müşriklerden bir grup ağzını açmak istediyse, kardeşini (Hz. Ali) tam ortasına attı. O da onların başlarını ezmedikçe, yaktıkları fitne ateşini kılıcıyla söndürmedikçe onlardan vazgeçmezdi.
O, Allah'ın Zâtı için var gücünü harcar, Allah'ın emri hususun-da hiçbir çabadan geri durmazdı. Resûlullah (s.a.v.)'in yakını, Allah'ın velilerinin önderidir.
Kollarını sıvamış insanlara öğüt veriyordu. Çok çalışıyor, büyük emekler sarf ediyordu. Allah için bir iş yaptığında kınayanların kınamasından korkmazdı.
Siz ise, refah içinde konforlu hayatınızı sürdürüyordunuz; rahatınız yerinde, bir eliniz yağda, bir eliniz balda olmak üzere can güvenliğine sahip olmanın keyfini çıkarıyordunuz.
Bu arada başımıza bir felaket gelmesini dört gözle bekliyordunuz, bizim kara haberimizin bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordunuz. Savaş olunca geri durur, çatışmadan kaçardınız.
Allah, Peygamberinin (s.a.v.) nebiler yurduna ve seçkinler diyarına intikalini uygun görünce, içinizdeki nifak düşmanlığı açığa çıktı, din kisvesi eskidi. O güne kadar susan hainler konuşmaya başladı, adı sanı bilinmeyen kimseler öne geçmeye, bâtıl ehlinin soylu develeri (önderleri) böğürmeye başladılar.
Bunlar sizin meydanlarınızda itibar görmeye başladılar.
Şeytan bir kez daha başını deliğinden çıkardı, sizlere fısıldadı. Gördü ki, onun çağrısına icabet etmeye dünden razısınız, ona kanmayı içinizden geçiriyorsunuz. Derken sizi kışkırttı.
Baktı ki, çabuk tahrik oluyorsunuz. Sizi öfkelendirdi, hemen küplere bindiğinizi gördü. Böylece size ait olmayan bir deveye damganızı vurdunuz. Kendinize ait olmayan kaynağın başına kondunuz.
Bütün bunlar çok kısa bir sürede oldu. Henüz yaramız tazeydi ve kabuk bağlamamıştı. Daha Peygamberin (s.a.v.) naaşını kabre koymamıştık. 'Fitne çıkmasından korkuyoruz' diyerek bu işleri kaşla göz arasında kotardınız.
'Haberiniz olsun! Tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kafirleri kuşatmıştır.'
Heyhat! Ne oldu size? Allah'ın Kitabı elinizde olduğu halde nereye yöneliyorsunuz?
Halbuki Allah'ın Kitabı'nın konuları açık, hükümleri parlak, bilgileri göz kamaştırıcı, yasakları göz önünde ve emirleri apaçık ortadadır. Ama siz O'nu arkanıza atmışsınız. Yoksa O'ndan yüz mü çevirmek istiyorsunuz?
'Zâlimler için bu ne fena bir değişmedir!'
'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.'
Sonra fitnenin oluşturduğu panik biraz yatışıncaya ve kontrol edilebilir hâle gelinceye kadar kısa bir süre beklediniz. Hemen ardından fitne ateşini harlandırdınız, alevlendirdiniz. Yoldan çıkaran Şeytan'ın telkinlerine icabet etmeye başladınız.
Şeytanın, dinin, göz kamaştırıcı nurunu söndürme, seçilmiş Peygamberin (s.a.v.) sünnetini işlevsiz hâle getirme amacına yönelik vesveselerine kapıldınız. Köpük içiyoruz diyorsunuz ama sütü de içip bitirdiniz. (Beytü'l-mâl'i gizlice dilediğiniz gibi harcıyorsunuz).
Peygamberin (s.a.v.) Ehl-i Beyt'ine ve çocuklarına zarar vermek için türlü dolaplar çeviriyorsunuz, gizli saklı planlar kuruyorsunuz. Yüreğe saplanan bıçak gibi, ok gibi acı veren eziyetlerinize sabrediyoruz ve siz şimdi Benim Babamdan miras alma hakkımın olmadığını diyorsunuz.
Yoksa siz, cahiliye hükmünü mü istiyorsunuz? Kesin olarak inanan bir kavim için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim ola-bilir? Hâlâ bilmiyor musunuz? Evet, size gün gibi âşikârdır ki, Ben O'nun kızıyım.
Ey Müslümanlar! Bana kalan miras zorla elimden mi alınacak?
Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu! Allah'ın Kitabı'nda sen babanın mirasını alabilirsin fakat Ben alamam diye mi yazıyor? Öyleyse iğrenç bir şey yapıyorsun. Yoksa bilinçli olarak mı Allah'ın Kitabı'nı terk ettiniz, O'nu arkanıza attınız?
Çünkü Allah'ın Kitabı'nda: 'Ve Süleyman Davud'a mirasçı oldu' deniliyor. Zekeriya Peygamberin (a.s.) oğlu Yahya'dan söz edilirken de şöyle deniyor: 'Bana bir veli lütfet ki, bana ve Yâkub'un soyuna mirasçı olsun.'
Ve yine şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın Kitabı'nda akrabaların bazıları, bazılarına (miras hususunda) daha evlâdır.' Yine buyurmuştur ki: 'Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.'
Yine buyurmuştur ki: 'Eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa, baba ve annesine ve yakınlarına verilmesi için adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek, takva sahipleri için bir borç olarak yazılmıştır.'
Ama siz, Benim bir payımın olmadığını, Babamın mirasını alamayacağımı, O'nunla Benim aramızda bir akrabalık olmadığını iddia ediyorsunuz. Yoksa Allah size özel olarak bir ayet indirdi de Babamın, miras ayetinin hükmünün dışında tutulmasını mı emretti?
Yoksa her biri başka bir dine mensup iki kişi birbirlerine mirasçı olamazlar mı demek istiyorsunuz? Acaba Ben ve Babam aynı dinin mensupları değil miyiz?
Siz Kur'an'ın özel nitelikli hükümlerini ve genel nitelikli hükümlerini Babamdan ve amcamın oğlundan (Hz. Ali) daha mı iyi bileceksiniz?
Fedek'i hazır süslenmiş olarak al ama haşredildiğin gün karşına çıkacağını bil. Allah ne iyi hakemdir! Ve Muhammed (s.a.v.) ne iyi önderdir! Kıyamette buluşuruz.
Kıyamet kopunca bâtıl ehli olanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklardır. O zaman pişmanlık da size bir fayda sağlayamayacaktır. Her haberin gerçekleştiği bir zaman vardır.
'Rezil eden azabın kime geldiğini göreceksiniz. Kimin kalıcı azaba mahkum olduğunu da.'
Sonra Ensar'a taraf baktı ve şöyle dedi:
"Ey yiğitler topluluğu! Ve ey dinin yardımcıları ve İslam'ın koruyucuları! Bana yapılanlara karşı içinde bulunduğunuz bu gaflet nedir? Uğradığım zulme karşı bu uyuşukluk da neyin nesi?
Babam Resûlullah (s.a.v.) şöyle demiyor muydu: 'Kişinin saygınlığı çocuklarında devam eder.' Ne çabuk bozuldunuz? Bu aceleniz ne? Şu anda mâruz kaldığım eziyetleri savma gücünüz var oysa. İstediğimi ve istemeye devam ettiğimi geri alacak kudrete sahipsiniz.
Yoksa, 'Muhammed (s.a.v.) öldü' mü diyorsunuz? Evet, O'nun ölümü boşluğu doldurulmayacak denli büyük bir felakettir. O'nun kaybından dolayı yeryüzü karanlığa gömüldü. Güneşin, Ay'ın yüzü tutuldu.
O'nun ölümüyle meydana gelen felaket yüzünden yıldızlar söndüler. Ümitler suya düştü, dağlar ürperdi; dokunulmazlıklar, mahremiyetler çiğnenir oldu. O'nun ölümüyle birlikte hürmetlere riayet eden kalmadı.
Bu, Allah'a and olsun, büyük bir felakettir. Korkunç bir musibettir. Onun gibi bir felaket görülmüş değildir, şu dünyada onun gibi bir musibet bir daha yaşanmayacaktır.
Sizin evlerinizde okunan Allah'ın Kitabı bunu duyurmuştu, bundan önce Allah tarafın-dan gönderilen nebi ve resullerin başlarına neler geldiğini ve bu değişmez bir hüküm ve kesin kazadan ibaret idi: 'Muhammed bir elçidir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, topuklarınız üzere gerisin geri mi döneceksiniz? Kim topukları üzere dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin ödülünü verecektir.' Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.