Hz. Ali’yi (a.s.) Resûlullah terbiye etti
Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurdu: “Resûlullah (s.a.a) Ben henüz küçük bir çocukken beni evine aldı. Beni bağrına basıyor, beni yatağında uyutuyordu. O güzel kokusunu bana koklatırdı. Ağzında çiğnediği lokmayı bana yedirirdi. Benden yalan bir söz ve yanlış bir davranış bulmamıştır”
15.08.2024 12:46:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Hatice ile evlenmesine ve eşiyle birlikte ayrı bir eve taşınmasına rağmen amcası Ebu Talib'in evine sık sık giderdi. Sevgisi Ali'yi kaplıyor, ilgi ve özeniyle onu sarıyordu. Onu göğsünün üzerine alır. Uyuyacağı zaman beşiğini sallardı. Bütün bunlar Ali'ye verdiği değerin, ona gösterdiği özenin göstergeleriydi. (Bihar'ul-Envar, 35/43). Allah'ın Ali b. Ebu Talib'e (a.s) bir lütfu, ona yönelik ilâhî iradenin bir göstergesi, onun için arzulanan hayrın bir belirtisi de şuydu:
Kureyş şiddetli bir ekonomik krize yakalanmıştı. Ebu Talib'in çocukları çoktu. Peygamber'imiz (s.a.a), Haşimoğulları'nın en zenginlerinden de olan Abbas'a dedi ki: "Ey Abbas! Kardeşin Ebu Talib'in çocukları çoktur. İnsanların bir ekonomik kriz yaşadıklarını da görüyorsun. Bizimle gel, onun çocuklarından yana yükünü hafifletelim. Ben onun evinden birini alayım, sen de birini al. Bunların bakımını biz üstlenelim."
Abbas, tamam, dedi. Böylece Ebu Talib'in yanına gittiler ve ona dediler ki: "Biz, insanların yaşadıkları bu kriz sona erinceye kadar, çocuklarından yana yükünü hafifletmek istiyoruz."
Ebu Talib onlara şu karşılığı verdi: Bana Akil'i bırakın. Ondan başka istediğinizi alabilirsiniz. Bunun üzerine Peygamber'imiz (s.a.a) Ali'yi aldı ve kucakladı. Ali o sırada altı yaşındaydı. Abbas da Cafer'i aldı. Allah Hz. Muhammed'i (s.a.a) peygamberlikle görevlendirinceye kadar Ali (a.s) onunla beraber kaldı. Peygamber olarak görevlendirildikten sonra da Ali (a.s) ona tâbi oldu, ona iman etti ve onu tasdik etti. Cafer de Müslüman olup artık ihtiyacı kalmayıncaya kadar Abbas'ın yanında kaldı. (Tarih-i Taberî, 2/58, Müesseset'ul-A'lemî bs.
Beyrut. Şerh-u İbni Ebi'-Hadid, 13/198; Yenabi'ul-Mevedde, 202; Ketful-Gumme, 1/104; Mevsuat'ut-Tarih'il-İslâmî, 1/351- 352). Resulullah (s.a.a) Ali'yi seçtikten sonra şöyle demişti: "Allah'ın sizden üstün (Ali) olarak benim için seçtiği kimseyi seçtim." (Şerh-u Nehc'il Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/15, Belâzurî'den ve İsfahanî'den naklen).
Böylece Ali'ye, çocukluğunun ilk dönemlerinden itibaren Allah'ın Resulü Hz. Muhammed'in bağrında yaşama fırsatı doğdu. Onun yüce ve semavî ahlâkının gölgesinde gelişti, neşvünema buldu. Onun sevgisinin, şefkatinin pınarından kana kana içti. Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın kendisine gösterdiği ve öğrettiği gibi onu eğitti. O tarihten beri onu hiç yanından ayırmadı.
İmam Ali (a.s), öğretmeni, terbiye edicisi Nebiyy-i Ekrem'den (s.a.a) aldığı terbiyenin boyutlarına, kapsamlılığına ve etkisinin derinliğine "Kasıâ" adıyla bilinen hutbesinde şöyle işaret ediyor:
"Resulullah'ın (s.a.a) yanındaki yerimi, ona ne kadar yakın olduğumu, onun katındaki özel yerimi biliyorsunuz. Ben henüz küçük bir çocukken beni evine aldı. Beni bağrına basıyor, beni yatağında uyutuyordu. O güzel kokusunu bana koklatırdı. Ağzında çiğnediği lokmayı bana yedirirdi. Benden yalan bir söz ve yanlış bir davranış bulmamıştır."
Devamla şöyle der: "Deve yavrusunun annesinin ardından gitmesi gibi onu izlerdim. Her gün, ahlâkından bir işareti, açık bir erdemi benim için yükseltir, bana gösterirdi ve buna uymamı emrederdi. Her sene Mekke yakınlarındaki Hira dağındaki mağaraya çekilirdi. Ben onu görürdüm, benden başka hiç kimse onu görmezdi. O gün daha İslâm'ı kabul eden tek bir ev yoktu. Sadece Resulullah (s.a.a) ve Hatice vardı. Ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve risalet nurunu görürdüm. Nübüvvet rüzgârının kokusunu alırdım. Vahiy indiği sırada şeytanın inlemelerini duyardım.
Bunun üzerine dedim ki: "Ya Resulallah! Bu inleme de nedir?" Buyurdu ki: "Bu şeytandır. Kendisine kulluk edilmesinden artık ümidini kestiği için inlemektedir. Sen, benim duyduğumu duyuyor, benim gördüğümü görüyorsun. Ancak sen peygamber değilsin. Fakat sen vezirsin. Hiç kuşkusuz sen hayır üzeresin." (Şerh-u Nehc'il Belâğa, Feyz'ül-İslâm, 702, Hutbe: 234; Süphi Salih, Hutbe: 192).
Kureyş şiddetli bir ekonomik krize yakalanmıştı. Ebu Talib'in çocukları çoktu. Peygamber'imiz (s.a.a), Haşimoğulları'nın en zenginlerinden de olan Abbas'a dedi ki: "Ey Abbas! Kardeşin Ebu Talib'in çocukları çoktur. İnsanların bir ekonomik kriz yaşadıklarını da görüyorsun. Bizimle gel, onun çocuklarından yana yükünü hafifletelim. Ben onun evinden birini alayım, sen de birini al. Bunların bakımını biz üstlenelim."
Abbas, tamam, dedi. Böylece Ebu Talib'in yanına gittiler ve ona dediler ki: "Biz, insanların yaşadıkları bu kriz sona erinceye kadar, çocuklarından yana yükünü hafifletmek istiyoruz."
Ebu Talib onlara şu karşılığı verdi: Bana Akil'i bırakın. Ondan başka istediğinizi alabilirsiniz. Bunun üzerine Peygamber'imiz (s.a.a) Ali'yi aldı ve kucakladı. Ali o sırada altı yaşındaydı. Abbas da Cafer'i aldı. Allah Hz. Muhammed'i (s.a.a) peygamberlikle görevlendirinceye kadar Ali (a.s) onunla beraber kaldı. Peygamber olarak görevlendirildikten sonra da Ali (a.s) ona tâbi oldu, ona iman etti ve onu tasdik etti. Cafer de Müslüman olup artık ihtiyacı kalmayıncaya kadar Abbas'ın yanında kaldı. (Tarih-i Taberî, 2/58, Müesseset'ul-A'lemî bs.
Beyrut. Şerh-u İbni Ebi'-Hadid, 13/198; Yenabi'ul-Mevedde, 202; Ketful-Gumme, 1/104; Mevsuat'ut-Tarih'il-İslâmî, 1/351- 352). Resulullah (s.a.a) Ali'yi seçtikten sonra şöyle demişti: "Allah'ın sizden üstün (Ali) olarak benim için seçtiği kimseyi seçtim." (Şerh-u Nehc'il Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 1/15, Belâzurî'den ve İsfahanî'den naklen).
Böylece Ali'ye, çocukluğunun ilk dönemlerinden itibaren Allah'ın Resulü Hz. Muhammed'in bağrında yaşama fırsatı doğdu. Onun yüce ve semavî ahlâkının gölgesinde gelişti, neşvünema buldu. Onun sevgisinin, şefkatinin pınarından kana kana içti. Hz. Peygamber (s.a.a) Allah'ın kendisine gösterdiği ve öğrettiği gibi onu eğitti. O tarihten beri onu hiç yanından ayırmadı.
İmam Ali (a.s), öğretmeni, terbiye edicisi Nebiyy-i Ekrem'den (s.a.a) aldığı terbiyenin boyutlarına, kapsamlılığına ve etkisinin derinliğine "Kasıâ" adıyla bilinen hutbesinde şöyle işaret ediyor:
"Resulullah'ın (s.a.a) yanındaki yerimi, ona ne kadar yakın olduğumu, onun katındaki özel yerimi biliyorsunuz. Ben henüz küçük bir çocukken beni evine aldı. Beni bağrına basıyor, beni yatağında uyutuyordu. O güzel kokusunu bana koklatırdı. Ağzında çiğnediği lokmayı bana yedirirdi. Benden yalan bir söz ve yanlış bir davranış bulmamıştır."
Devamla şöyle der: "Deve yavrusunun annesinin ardından gitmesi gibi onu izlerdim. Her gün, ahlâkından bir işareti, açık bir erdemi benim için yükseltir, bana gösterirdi ve buna uymamı emrederdi. Her sene Mekke yakınlarındaki Hira dağındaki mağaraya çekilirdi. Ben onu görürdüm, benden başka hiç kimse onu görmezdi. O gün daha İslâm'ı kabul eden tek bir ev yoktu. Sadece Resulullah (s.a.a) ve Hatice vardı. Ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve risalet nurunu görürdüm. Nübüvvet rüzgârının kokusunu alırdım. Vahiy indiği sırada şeytanın inlemelerini duyardım.
Bunun üzerine dedim ki: "Ya Resulallah! Bu inleme de nedir?" Buyurdu ki: "Bu şeytandır. Kendisine kulluk edilmesinden artık ümidini kestiği için inlemektedir. Sen, benim duyduğumu duyuyor, benim gördüğümü görüyorsun. Ancak sen peygamber değilsin. Fakat sen vezirsin. Hiç kuşkusuz sen hayır üzeresin." (Şerh-u Nehc'il Belâğa, Feyz'ül-İslâm, 702, Hutbe: 234; Süphi Salih, Hutbe: 192).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.