Cumhuriyet resepsiyonundaki başörtüsü ayıbını biliyorsunuz, Başbakan konuyu kamuoyunun vicdanına havale etmişti. YÖK meselesi içinse "yargıya gidersiniz" demişti. En son türban takan bir sanığı mahkeme dışına çıkaran hakimi haklı bulan yargıtay dairesi içinde "Avrupa Birliği'nin kapısını" gösterdi.
Kısaca "havaleci" bir başbakanımız var. Sorunları çözme makamındaki, %34'le iktidara gelmiş, içinden doğduğu Erbakan geleneğini bu nedenle çok sert eleştirmiş Erdoğan, çözüm üretmek yerine konuyu bir yerlere havale etmekle meşgul...
Peki niye böyle oluyor?
İktidarın üstelik söz verdiği bu konuları çözme iradesi mi yok?
Yoksa başörtüsüne geçit verilmiyorda o nedenle mi, bu nev'iden kritik başlıkları bir yerlere havale etmek zorunda kalıyorlar?
İsterseniz cevabı, dün Milliyet gazetesinin birinci sayfasında manşetten yayınlanan haberde arıyalım.
Namaza ne gerek var?
TBMM Yurt Dışındaki Vatandaşların Sorunlarını Araştırma Komisyonu, Bir haftalık inceleme gezisi için çeşitli Avrupa Kentlerine ziyaretler yapıyor. Heyetin programını düzenleyen Dışişleri bürokratları muhtemelen Ramazan Ayı'nında etkisiyle, AKP'li milletvekillerinin ağırlıkta bulunduğu heyetin programına namaz molaları ekliyorlar. Üstelik gurubun içinde bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış Sait Yazıcıoğlu'da var.
Şimdi diyeceksiniz ki bunda ne var? Ramazan Ayı, içinde eski Diyanet İşleri Başkanınında olduğu bir grup Avrupa'da ziyaretler yapıyor ve de Dışişleri bürokrasisi milletvekillerine namaz için vakit oluşturuyor.
Bu fotoğraftan herhalde en çok mutlu olması gerekenler, iktidar milletvekilleri ve Sait Yazıcıoğlu diye düşünebilirsiniz.
Ama kazın ayağı hiçte öyle değil...
Sait Yazıcıoğlu namaz molalarından rahatsız oluyor ve DSP'lileri bile şaşırtan şu tepki cümlelerini ortaya koyuyor;
"Bu programı kim yaptıysa derhal değiştirsin. Resmi programda namaz mı olurmuş? Ben bütün işlerimi bitiririm. Ondan sonra istersem namazımı kılar, istemezsem kılmam."
Sait Yazıcıoğlu bu kadarla da kalmıyor ve azarlama konusundaki hassasiyetini Milliyet Gazetesi'nin bayan muhabirine anlatıyor. Sonrası malum. Gazete konuyu milletvekiline yapılmış bir kıyak ve tersinden bir namaz hassasiyetiyle "bu ne işgüzarlık" diyerek manşete taşıyor.
Bu ne anlama geliyor?
Şimdi bu olayı; Yazıcoğulu'nun namaz kılıp kılmadığını, bu konuda eski sıfatınıda hesaba katarak taşıması gerektiği daha doğrusu taşımadığı hassasiyeti bir yana bırakarak değerlendirelim.
Sizce Yazıcıoğlu'nun çok eleştirilen Cumhurbaşkanından bir farkı var mı? Bu kafa, bu duruş ve bu samimiyet çizgisi başörtüsü sorununun sağlıklı bir zeminde çözebilir mi? Siz bu samimiyeti, bu zihniyette görebiliyor musunuz?
Başbakanın sorunlu konuları oraya buraya havale eden tarzı, Yazıcıoğlu'nun bu tavrının ardından şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı eşine davetiye göndermediği halde hiç değilse "resepsiyona katılmama hakkını" kullanarak bir insani tepkiyi bile ortaya koyamayan Başbakanın, bu tür konularda bir "içtenlik" sorunu yaşadığı ortaya çıkıyor.
Belli ki bir zamanlar bir hoca efendi'nin! dediği gibi meseleye "tali bir sorun" olarak bakılıyor.
Eski Bakan Enis Öksüz, başörtüsü bayraktarlığı yapan, ama buna rağmen konunun çözülmemesini isteyen bir siyasetçiden bahsetti geçtiğimiz günlerde...
Bize öyle geliyor ki, bu siyasetçi geleneği bugünde devam ediyor.
Türkiye'de laiklikle irtibatlandırılan meselelerin çözülmesini istemeyen gizli bir ittifak var. Başörtüsüne karşı çıkan adresler belli. Onlar kendilerini gizlemiyorlar. Ama bir şey daha belli. Oda çözeceğiz diye ortaya çıkanların, yaşadıkları samimiyet sorunu.
Eğer öyle olmasa laiklik sınırlarını zorlamadan söyleyelim "Allah bu meselenin hallini nasip etmezmiydi? Demekki önceki iktidarlarda, bu iktidarda samimi değil, Allah'ta lütfetmiyor."
Erbakan dini hürriyetleri artıracağım diyerek iktidar olmuş fakat sonunda Kur'an kurslarından, İmam-Hatip'lere kadar herşeyin altına kibrit suyu dökmüştü.
Bu iktidarda AB rüzgarını üstelik arkasına alarak aynı alanı, dini hürriyetler alanını genişleteceğini iddia etmesine rağmen, mesele başörtüsünün mahkemeden kovulmaya kadar geldi. Devamı herhalde sokaktaki insanların, polis otolarına bindirilmesine kadar gider.
Şimdi iktidarın akil danışmaları bu uygulamayı, hükümeti AB yolundan döndürme çabaları ve bir provakasyon olarak değerlendirilip, tabanı el altından sözüm ona ikna ediyorlar.
Siz, siz olun ölçüyü elinizden kaçırmayın. Aksi taktirde bırakınız Dimyat'taki pirinci, elinizdeki bulguruda kaybedersiniz.
Kısaca "havaleci" bir başbakanımız var. Sorunları çözme makamındaki, %34'le iktidara gelmiş, içinden doğduğu Erbakan geleneğini bu nedenle çok sert eleştirmiş Erdoğan, çözüm üretmek yerine konuyu bir yerlere havale etmekle meşgul...
Peki niye böyle oluyor?
İktidarın üstelik söz verdiği bu konuları çözme iradesi mi yok?
Yoksa başörtüsüne geçit verilmiyorda o nedenle mi, bu nev'iden kritik başlıkları bir yerlere havale etmek zorunda kalıyorlar?
İsterseniz cevabı, dün Milliyet gazetesinin birinci sayfasında manşetten yayınlanan haberde arıyalım.
Namaza ne gerek var?
TBMM Yurt Dışındaki Vatandaşların Sorunlarını Araştırma Komisyonu, Bir haftalık inceleme gezisi için çeşitli Avrupa Kentlerine ziyaretler yapıyor. Heyetin programını düzenleyen Dışişleri bürokratları muhtemelen Ramazan Ayı'nında etkisiyle, AKP'li milletvekillerinin ağırlıkta bulunduğu heyetin programına namaz molaları ekliyorlar. Üstelik gurubun içinde bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış Sait Yazıcıoğlu'da var.
Şimdi diyeceksiniz ki bunda ne var? Ramazan Ayı, içinde eski Diyanet İşleri Başkanınında olduğu bir grup Avrupa'da ziyaretler yapıyor ve de Dışişleri bürokrasisi milletvekillerine namaz için vakit oluşturuyor.
Bu fotoğraftan herhalde en çok mutlu olması gerekenler, iktidar milletvekilleri ve Sait Yazıcıoğlu diye düşünebilirsiniz.
Ama kazın ayağı hiçte öyle değil...
Sait Yazıcıoğlu namaz molalarından rahatsız oluyor ve DSP'lileri bile şaşırtan şu tepki cümlelerini ortaya koyuyor;
"Bu programı kim yaptıysa derhal değiştirsin. Resmi programda namaz mı olurmuş? Ben bütün işlerimi bitiririm. Ondan sonra istersem namazımı kılar, istemezsem kılmam."
Sait Yazıcıoğlu bu kadarla da kalmıyor ve azarlama konusundaki hassasiyetini Milliyet Gazetesi'nin bayan muhabirine anlatıyor. Sonrası malum. Gazete konuyu milletvekiline yapılmış bir kıyak ve tersinden bir namaz hassasiyetiyle "bu ne işgüzarlık" diyerek manşete taşıyor.
Bu ne anlama geliyor?
Şimdi bu olayı; Yazıcoğulu'nun namaz kılıp kılmadığını, bu konuda eski sıfatınıda hesaba katarak taşıması gerektiği daha doğrusu taşımadığı hassasiyeti bir yana bırakarak değerlendirelim.
Sizce Yazıcıoğlu'nun çok eleştirilen Cumhurbaşkanından bir farkı var mı? Bu kafa, bu duruş ve bu samimiyet çizgisi başörtüsü sorununun sağlıklı bir zeminde çözebilir mi? Siz bu samimiyeti, bu zihniyette görebiliyor musunuz?
Başbakanın sorunlu konuları oraya buraya havale eden tarzı, Yazıcıoğlu'nun bu tavrının ardından şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı eşine davetiye göndermediği halde hiç değilse "resepsiyona katılmama hakkını" kullanarak bir insani tepkiyi bile ortaya koyamayan Başbakanın, bu tür konularda bir "içtenlik" sorunu yaşadığı ortaya çıkıyor.
Belli ki bir zamanlar bir hoca efendi'nin! dediği gibi meseleye "tali bir sorun" olarak bakılıyor.
Eski Bakan Enis Öksüz, başörtüsü bayraktarlığı yapan, ama buna rağmen konunun çözülmemesini isteyen bir siyasetçiden bahsetti geçtiğimiz günlerde...
Bize öyle geliyor ki, bu siyasetçi geleneği bugünde devam ediyor.
Türkiye'de laiklikle irtibatlandırılan meselelerin çözülmesini istemeyen gizli bir ittifak var. Başörtüsüne karşı çıkan adresler belli. Onlar kendilerini gizlemiyorlar. Ama bir şey daha belli. Oda çözeceğiz diye ortaya çıkanların, yaşadıkları samimiyet sorunu.
Eğer öyle olmasa laiklik sınırlarını zorlamadan söyleyelim "Allah bu meselenin hallini nasip etmezmiydi? Demekki önceki iktidarlarda, bu iktidarda samimi değil, Allah'ta lütfetmiyor."
Erbakan dini hürriyetleri artıracağım diyerek iktidar olmuş fakat sonunda Kur'an kurslarından, İmam-Hatip'lere kadar herşeyin altına kibrit suyu dökmüştü.
Bu iktidarda AB rüzgarını üstelik arkasına alarak aynı alanı, dini hürriyetler alanını genişleteceğini iddia etmesine rağmen, mesele başörtüsünün mahkemeden kovulmaya kadar geldi. Devamı herhalde sokaktaki insanların, polis otolarına bindirilmesine kadar gider.
Şimdi iktidarın akil danışmaları bu uygulamayı, hükümeti AB yolundan döndürme çabaları ve bir provakasyon olarak değerlendirilip, tabanı el altından sözüm ona ikna ediyorlar.
Siz, siz olun ölçüyü elinizden kaçırmayın. Aksi taktirde bırakınız Dimyat'taki pirinci, elinizdeki bulguruda kaybedersiniz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021