Ülkelerin coğrafi sınırlarından ayrı bir de güvenlik sınırları vardır. Güvenlik sınırları nadiren coğrafi sınırlarla birleşir. Anadolu''da ise tarihin hiçbir döneminde coğrafi sınırlarla güvenlik sınırları birleşmemiştir. Daima güvenlik sınırları, coğrafi sınırların çok ötesinden başlamıştır. Bu sebebten bazı tarihçiler, "Anadolu'nun omuzları Kafkaslar ve Balkanlar'dır demişlerdir. Bu benzetmeye göre, Kafkaslar ve Balkanlar olmadan Anadolu, sadece kolsuz kanatsız bir gövdedir. Tabiri caizse, yok mesabesindedir.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, bu gerçeği bugüne kadar gözardı etmemişlerdir. İmkanları dahilinde, Kafkaslar'la, Balkanlar'la ilgilenmişler, orada yaşayan Müslümanların dertlerini dert edinmişlerdir. Coğrafi güvenlik sınırlarımızın ötesindeki "kırmızı çizgilerimiz" aslında bu anlamı, yani güvenlik sınırlarımızı ifade ediyordu. Ama ne yazık ki burnumuzun ucundaki kırmızı çizgilerimizi korumayadık. Onların silinip yok olmasına ses çıkaramadık. Bir başka deyişle, güvenlik sınırlarımızı, coğrafi sınırlarımızla birleştirdik. Bu büyük bir stratejik hatadır. Zannediyoruz ki, böyle yapmakla coğrafi sınırlarımızı koruruz. Hayır, koruyamayız. Tarih, bu söylediklerimizin şahididir.
Tarihi, bilenler ve bunu unutmayanlar, bu gerçeği çok iyi bilirler. Bosna'daki savaş döneminde, Sancak Müslüman Milli Konsey Başkanı Dr. Süleyman Uglanin, Bosna'daki savaşın amacını ve önemini şöyle anlatıyordu: "Biz, burada İstanbul'un savunmasını yapıyoruz. Eğer Bosna giderse, sıra İstanbul'a gelir". Osmanlı coğrafyasında yaşayan bütün Müslümanlar, bu anlayışa sahipti. Çünkü onlar, düşmanların gözlerinin İstanbul'da olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ahıska 1928 yılında Ruslar tarafından işgal edilince, Ahıskalı bir halk şairi, bu işgalin anlamını şu dizelerle dile getirdi.
"Ahıska gül gibi gitti,
Bir ehli dil idi gitti,
Söyleyin Sultan Mahmud'a,
İstanbul'un kilidi gitti"
Bugünkü yöneticiler, bu gerçekleri, bu hassasiyeti unuttular. Unutmalarının sebebi şu: Artık onlar, düşmanlara güveniyorlar, güvenmekten öte, düşmanlardan medet umuyorlar. Düşmanlara güvendikleri için de güvenlik sınırlarını önemsiyorlar, kaldırılmasında hiçbir mahzur görmüyorlar.
Halbuki düşmana güvenmek, aldatılmayı, yenilgiyi, baştan kabul etmek demektir. Düşmana güvenen ve Hıristiyanlarla, anlaşmayı düşünen Endülüsler'e Komutan Musa İbni Gassan'ın şu tarihi cevabını hatırlamakta sayısız faydalar vardır. Böyle düşünenler, belki duyar da ibret alırlar. Endülüslüler'e Musa İbni Gassan şöyle demişti: "Kendinizi aldatmayınız. Hıristiyanların anlaşmaya sadık kalacaklarını inanmayınız. En az korkacağınız şey ölümdür. Şereflice ölmekten korkanların görecekleri zulümler ölümden beterdir" Endülüs'te sonuç, İbni Gassan'ın dediği gibi olmadı mı? Düşmanlarla işbirliği yapanlar, kendilerini kurtarabildiler mi?
Diyeceksiniz ki, "O kadar geriye gitmeye ne gerek var? Irak, ırakta değil. Onların haline bakmak yeterlidir". Doğru ama, hala bu hali göremeyenler veya görmek istemeyenler var. Hala ABD ile işbirliğini savunanlar ve güvenlik sınırlarımızı değil, güvenliğimizi bile ona devretmek isteyenler var.
Bütün bu olup bitenlerden sonra, körlere birşey göstermeye çalışmak, boş bir gayrettir. Yapılacak iş, körleri karanlık dünyalarına terk etmek ve hizmet kurumlarının başından uzaklaştırmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, bu gerçeği bugüne kadar gözardı etmemişlerdir. İmkanları dahilinde, Kafkaslar'la, Balkanlar'la ilgilenmişler, orada yaşayan Müslümanların dertlerini dert edinmişlerdir. Coğrafi güvenlik sınırlarımızın ötesindeki "kırmızı çizgilerimiz" aslında bu anlamı, yani güvenlik sınırlarımızı ifade ediyordu. Ama ne yazık ki burnumuzun ucundaki kırmızı çizgilerimizi korumayadık. Onların silinip yok olmasına ses çıkaramadık. Bir başka deyişle, güvenlik sınırlarımızı, coğrafi sınırlarımızla birleştirdik. Bu büyük bir stratejik hatadır. Zannediyoruz ki, böyle yapmakla coğrafi sınırlarımızı koruruz. Hayır, koruyamayız. Tarih, bu söylediklerimizin şahididir.
Tarihi, bilenler ve bunu unutmayanlar, bu gerçeği çok iyi bilirler. Bosna'daki savaş döneminde, Sancak Müslüman Milli Konsey Başkanı Dr. Süleyman Uglanin, Bosna'daki savaşın amacını ve önemini şöyle anlatıyordu: "Biz, burada İstanbul'un savunmasını yapıyoruz. Eğer Bosna giderse, sıra İstanbul'a gelir". Osmanlı coğrafyasında yaşayan bütün Müslümanlar, bu anlayışa sahipti. Çünkü onlar, düşmanların gözlerinin İstanbul'da olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ahıska 1928 yılında Ruslar tarafından işgal edilince, Ahıskalı bir halk şairi, bu işgalin anlamını şu dizelerle dile getirdi.
"Ahıska gül gibi gitti,
Bir ehli dil idi gitti,
Söyleyin Sultan Mahmud'a,
İstanbul'un kilidi gitti"
Bugünkü yöneticiler, bu gerçekleri, bu hassasiyeti unuttular. Unutmalarının sebebi şu: Artık onlar, düşmanlara güveniyorlar, güvenmekten öte, düşmanlardan medet umuyorlar. Düşmanlara güvendikleri için de güvenlik sınırlarını önemsiyorlar, kaldırılmasında hiçbir mahzur görmüyorlar.
Halbuki düşmana güvenmek, aldatılmayı, yenilgiyi, baştan kabul etmek demektir. Düşmana güvenen ve Hıristiyanlarla, anlaşmayı düşünen Endülüsler'e Komutan Musa İbni Gassan'ın şu tarihi cevabını hatırlamakta sayısız faydalar vardır. Böyle düşünenler, belki duyar da ibret alırlar. Endülüslüler'e Musa İbni Gassan şöyle demişti: "Kendinizi aldatmayınız. Hıristiyanların anlaşmaya sadık kalacaklarını inanmayınız. En az korkacağınız şey ölümdür. Şereflice ölmekten korkanların görecekleri zulümler ölümden beterdir" Endülüs'te sonuç, İbni Gassan'ın dediği gibi olmadı mı? Düşmanlarla işbirliği yapanlar, kendilerini kurtarabildiler mi?
Diyeceksiniz ki, "O kadar geriye gitmeye ne gerek var? Irak, ırakta değil. Onların haline bakmak yeterlidir". Doğru ama, hala bu hali göremeyenler veya görmek istemeyenler var. Hala ABD ile işbirliğini savunanlar ve güvenlik sınırlarımızı değil, güvenliğimizi bile ona devretmek isteyenler var.
Bütün bu olup bitenlerden sonra, körlere birşey göstermeye çalışmak, boş bir gayrettir. Yapılacak iş, körleri karanlık dünyalarına terk etmek ve hizmet kurumlarının başından uzaklaştırmaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.