Alâeddin Ali Semerkandî Hz.
Seyyid Alâeddîn vazifesininin bittiğini belirterek, oradakilerle vedalaşıp, berâber geldiği velîler ile birlikte ayrıldılar. Onlar gittikten sonra, Sultan Hâlid, Müslüman olan râhip ve halk, saraya doğru heyacanla yürüyerek, bir ân önce verilen haberin doğruluğunu öğrenmek istediler. Saraya yaklaştıklarında bâzı kimselerin Sultân'a müjde vermek için koştuklarını gördüler. Karşılaştıklarında, Sultâna; "Efendim! Kızınız vefât etmişti. Bir kaç saat sonra tekrar dirildi. Hayret ettik. Size bu haberi müjdelemek için geldik" dediler. Sultan ve yanındakiler birbirlerine, bunun Seyyid Alâeddîn'in büyük bir kerâmeti, himmeti ve bereketi olduğunu, onun, Allah-û Teâlâ'nın katında derecesinin ne kadar yüksek olduğunu söylediler. Sultan Hâlid'e Müslüman olan râhip; Seyyid Alâeddîn Hazretleri, beni, tereddüde mecâlim kalmayacak şekilde iknâ etti, irşâd etti. Allah-û Teâlâ'nın izni ve onun sebeb olması ile "Elhamdülillah hidâyete kavuştum. Bu canım sağ oldukça İslâmiyete bedenimle ve malımla hizmet edeceğim" dedi.
Seyyid Şerîf Cürcânî'nin talebesi Molla Ferîdun anlatır: "Bir gün hocam Seyyid Şerîf Hazretleri ile bahçeye çıkmıştık. Orada: "Ey Ferîdun! Şu dağda, ricâl-i erbaîn denilen kırk büyük velînin toplantısı vardır. Haydi ziyârete gidelim" buyurdu. Ben de; "Başüstüne efendim" diyerek, peşinden yürümeğe başladım. Dağın üzerine çıktığımıza, pekçok maneviyat ehli kimsenin orada toplandıklarını gördük. Herbiri edeple oturmuş birini bekliyorlardı. İçlerinden birine; Bunlar kimlerdir ve niçin bekliyorlar?" diye sorduk. O da: "Ricâl-i erbaînden biri vefât etti. Onlar, bu büyük evliyâyı dâvet ettiler. Onu bekliyoruz. O gelip vefât eden zâtın namazını kıldıracak ve içimizden birini de bu vazifeye tâyin edecek" dedi. "Şu anda Kutb-i aktâb kimdir ve nerede bulunmaktadır?" diye sorduk. O da; "Mekkei Mükerreme'dedir ve ismi Seyyid Alâeddîn Semerkandî'dir" diye cevap verdi.
Oturup biz de beklemeye başladık. Bir müddet sonra semâdan tekbîr, tesbîh sesleri arasında nûr yüzlü velîler, gâyet nurlu bir zâtı tâkip ederek geldiler. Belli ki, o zât Kutb-i aktâb idi. Yere indiklerinde, hepimiz ayağa kalkıp hürmet gösterdik. Makâmına oturduğunda, bizlere de oturmamızı işâret etti. Bir müddet başını önüne eğip murâkabeye vardı. Sonra Âl-i imrân sûresinin yüz seksen beşinci ayet-i kerîmesini okudu. "Muhakkak her nefs ölümü tadıcıdır" meâlindeki bu âyet-i kerîmenin tefsîrini yaptı. Hepimiz, hiç duymadığımız, hasta kalblere şifâ olan bu kıymetli sözleri işitmekle şereflendik. Nice hakîkateri ve ince bilgileri öğrendik.
Seyyid Alâeddîn vazifesininin bittiğini belirterek, oradakilerle vedalaşıp, berâber geldiği velîler ile birlikte ayrıldılar. Onlar gittikten sonra, Sultan Hâlid, Müslüman olan râhip ve halk, saraya doğru heyacanla yürüyerek, bir ân önce verilen haberin doğruluğunu öğrenmek istediler. Saraya yaklaştıklarında bâzı kimselerin Sultân'a müjde vermek için koştuklarını gördüler. Karşılaştıklarında, Sultâna; "Efendim! Kızınız vefât etmişti. Bir kaç saat sonra tekrar dirildi. Hayret ettik. Size bu haberi müjdelemek için geldik" dediler. Sultan ve yanındakiler birbirlerine, bunun Seyyid Alâeddîn'in büyük bir kerâmeti, himmeti ve bereketi olduğunu, onun, Allah-û Teâlâ'nın katında derecesinin ne kadar yüksek olduğunu söylediler. Sultan Hâlid'e Müslüman olan râhip; Seyyid Alâeddîn Hazretleri, beni, tereddüde mecâlim kalmayacak şekilde iknâ etti, irşâd etti. Allah-û Teâlâ'nın izni ve onun sebeb olması ile "Elhamdülillah hidâyete kavuştum. Bu canım sağ oldukça İslâmiyete bedenimle ve malımla hizmet edeceğim" dedi.
Seyyid Şerîf Cürcânî'nin talebesi Molla Ferîdun anlatır: "Bir gün hocam Seyyid Şerîf Hazretleri ile bahçeye çıkmıştık. Orada: "Ey Ferîdun! Şu dağda, ricâl-i erbaîn denilen kırk büyük velînin toplantısı vardır. Haydi ziyârete gidelim" buyurdu. Ben de; "Başüstüne efendim" diyerek, peşinden yürümeğe başladım. Dağın üzerine çıktığımıza, pekçok maneviyat ehli kimsenin orada toplandıklarını gördük. Herbiri edeple oturmuş birini bekliyorlardı. İçlerinden birine; Bunlar kimlerdir ve niçin bekliyorlar?" diye sorduk. O da: "Ricâl-i erbaînden biri vefât etti. Onlar, bu büyük evliyâyı dâvet ettiler. Onu bekliyoruz. O gelip vefât eden zâtın namazını kıldıracak ve içimizden birini de bu vazifeye tâyin edecek" dedi. "Şu anda Kutb-i aktâb kimdir ve nerede bulunmaktadır?" diye sorduk. O da; "Mekkei Mükerreme'dedir ve ismi Seyyid Alâeddîn Semerkandî'dir" diye cevap verdi.
Oturup biz de beklemeye başladık. Bir müddet sonra semâdan tekbîr, tesbîh sesleri arasında nûr yüzlü velîler, gâyet nurlu bir zâtı tâkip ederek geldiler. Belli ki, o zât Kutb-i aktâb idi. Yere indiklerinde, hepimiz ayağa kalkıp hürmet gösterdik. Makâmına oturduğunda, bizlere de oturmamızı işâret etti. Bir müddet başını önüne eğip murâkabeye vardı. Sonra Âl-i imrân sûresinin yüz seksen beşinci ayet-i kerîmesini okudu. "Muhakkak her nefs ölümü tadıcıdır" meâlindeki bu âyet-i kerîmenin tefsîrini yaptı. Hepimiz, hiç duymadığımız, hasta kalblere şifâ olan bu kıymetli sözleri işitmekle şereflendik. Nice hakîkateri ve ince bilgileri öğrendik.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.