Nasûhî Üsküdârî Hz.
Aklım başıma geldiğinde hemen eğilip elini öptüm. Sonra da; "Muhterem efendim! Tehlikeye girdiğimde hayatımın kurtulmasına sebeb oldunuz" derken, sözümü kesti ve; "Oğul! Ne garip kelam edersin. Seninle ilk defa karşılaşıyoruz. Orada senin gördüğün kimse bu vücud değildir. Cenâb-ı Hakk meleklerinden birini benim suretimde oraya gönderip, seni tehlikeden kurtarmış" diyerek hallerini gizledi. Üç gün dergahta kalıp istirahat etmemi emretti. Dışarı çıktıktan sonra, bu zatın kim olduğunu sordum. Nasûhî Efendi olduğunu söylediler. Üç gün cana can katan, kalb hastalıklarına şifa olan sohbetleriyle şereflendim. Bereketli teveccühleri ile kalbim aydınlandı, haller sahibi oldum. Üç gün sonra huzuruna çıktığımda buyurdular ki; "Evladım! Şimdi memleketine geri dön. Pederinin dergahında makâmına otur. Bu yolun âdâbına uyarak talebeleri yetiştirmeye çalış. Silsile-i aliyye büyüklerinin rûhâniyetleri seni terbiye ederler. O zaman yüksek haller, zevk sâhibi olursun. Sana duâ ediyorum. Başın dara düştüğü zaman bizi hatırla" Bu sözleri can kulağımla dinledim. Mübârek ellerini öptükten sonra vedâlaştım. Memleketime gelip, gördüğüm gibi burada talebelerin başında, onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. İşte yukarıda anlattığım sebeblerden dolayı Nasûhî Efendi'yi ziyâret edip okumanı istedim.
İlimde ve fazilette yüksek bir zât olan Muhammed Nasûhi Hazretleri, güzel ahlâk sâhibiydi. Riyâzet, nefsin istediklerini yapmamak ve mücâhede, nefsin istemediklerini yapmak sûretiyle Allah-ü Teâlanın rızâsına kavuşmaya çalışırdı. Uzun müddet halvette kalırdı. Recep ayının başında halvete girip, Ramazan-ı şerif bayramında halvetten çıkardı. İki erbain (kırk gün) ve itikafdan başka olan halvet ve erbaînlerinde yirmi dört saatte bir yemek verdi. Yağlı ve tuzlu yiyeceklerden sakınırdı. Yediği tuzsuz çorba ve tuzsuz ekmeğin hepsi otuz dirheme (yaklaşık 150 gr) ulaşmazdı. Erbaîn ve halvetlerle oruçlu olduğu gibi, diğer zamanlarda Pazartesi ve Perşembe günleri ve Arabî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutardı.
Aklım başıma geldiğinde hemen eğilip elini öptüm. Sonra da; "Muhterem efendim! Tehlikeye girdiğimde hayatımın kurtulmasına sebeb oldunuz" derken, sözümü kesti ve; "Oğul! Ne garip kelam edersin. Seninle ilk defa karşılaşıyoruz. Orada senin gördüğün kimse bu vücud değildir. Cenâb-ı Hakk meleklerinden birini benim suretimde oraya gönderip, seni tehlikeden kurtarmış" diyerek hallerini gizledi. Üç gün dergahta kalıp istirahat etmemi emretti. Dışarı çıktıktan sonra, bu zatın kim olduğunu sordum. Nasûhî Efendi olduğunu söylediler. Üç gün cana can katan, kalb hastalıklarına şifa olan sohbetleriyle şereflendim. Bereketli teveccühleri ile kalbim aydınlandı, haller sahibi oldum. Üç gün sonra huzuruna çıktığımda buyurdular ki; "Evladım! Şimdi memleketine geri dön. Pederinin dergahında makâmına otur. Bu yolun âdâbına uyarak talebeleri yetiştirmeye çalış. Silsile-i aliyye büyüklerinin rûhâniyetleri seni terbiye ederler. O zaman yüksek haller, zevk sâhibi olursun. Sana duâ ediyorum. Başın dara düştüğü zaman bizi hatırla" Bu sözleri can kulağımla dinledim. Mübârek ellerini öptükten sonra vedâlaştım. Memleketime gelip, gördüğüm gibi burada talebelerin başında, onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. İşte yukarıda anlattığım sebeblerden dolayı Nasûhî Efendi'yi ziyâret edip okumanı istedim.
İlimde ve fazilette yüksek bir zât olan Muhammed Nasûhi Hazretleri, güzel ahlâk sâhibiydi. Riyâzet, nefsin istediklerini yapmamak ve mücâhede, nefsin istemediklerini yapmak sûretiyle Allah-ü Teâlanın rızâsına kavuşmaya çalışırdı. Uzun müddet halvette kalırdı. Recep ayının başında halvete girip, Ramazan-ı şerif bayramında halvetten çıkardı. İki erbain (kırk gün) ve itikafdan başka olan halvet ve erbaînlerinde yirmi dört saatte bir yemek verdi. Yağlı ve tuzlu yiyeceklerden sakınırdı. Yediği tuzsuz çorba ve tuzsuz ekmeğin hepsi otuz dirheme (yaklaşık 150 gr) ulaşmazdı. Erbaîn ve halvetlerle oruçlu olduğu gibi, diğer zamanlarda Pazartesi ve Perşembe günleri ve Arabî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutardı.