Kutbüddin-i Bahtiyar Kâki Hz.
Hâce Hazretleri burada kaldığı zaman içinde, bir taraftan sohbetine koşanları yetiştiriyor, bir taraftan da sultana yol gösteriyor, doğru yolda yürümesini ve ahalisine nasıl muamele etmesi icab ettiğini öğretiyordu. Sultan da bu nasihatlere uyarak, bildirilenleri seve seve yerine getiriyordu. Bu sırada Delhî'de Şeyhülislâm olan Nûreddin-i Gaznevi'nin vefatı üzerine, Sultan, Hâce Kutübddin'in bu vazifeyi almasını teklif etti ise de kabul etmedi. Bunun üzerine, Şeyhülislamlık makamına Necmeddin-i Sugrâ isimli bir zat getirildi. Bu kimse, bu yolun büyüklerinden Hâce Osman Hârûni'nin talebesi olmakla beraber, bu makama gelince, Sultanın ve diğer insanların, Hâce Kutbüddîn Hazretlerine çok alaka gösterdiklerini çekemedi, kıskandı. Ne pahasına olursa olsun, onu Delhî'den uzaklaştırmaya kara verdi. Necmeddîn-i Sugrâ isimli bu kimse, insanların teveccühüne, makam sevgsine ve benlik duygusuna kapılmakla, Allah-ü Teala'nın bir veli kuluna karşı olmak gibi çok büyük bir felakete düşmüştü. Bir fırsat bulup Hâce'ye iftira etmenin yollarını arıyordu.
Hâce Kutbüddîn Hazretleri, yanında Sultan Şemseddîn Altamid ile beraber bir gün öğle üzeri geziyorlardı. Sultanın maiyeti de kendilerini takib ediyordu. Aniden ağlayan, feryad eden bir kadın ortaya çıktı. Bu kadın Sultana yaklaşarak, çok zor durumda bulunduğunu, kendisine yardımcı olmasını, nikâhlarını kıymasını, istiyordu. Sultan, perişan vaziyetteki bu kadına kiminle nikahlanmak istediğini sorunca, kadın; (Hâce Hazretlerini göstererek), "Yanınızda yürüyen bu kimse ile bizi nikahlamanızı istiyorum. Zira gayr-i meşrû bir şekilde ondan hamile kaldım" dedi. Orada bulunanların hepsi, Hâce Kutbüddîn'in böyle bir fiili işlemiş olabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Bunun için, Hâce Kutbüddîn Hazretleri dahil, orada bulunan herkes hayretler içerisinde kaldılar. Hâce Kutbüddîn, hayatında ilk defa karşılaştığı böyle bir hal karşısında ne yapacağını şaşırdı. Yönünü, hocasının bulunduğu Ecmîr beldesine çevirerek, karşılaştığı bu çirkin iftira ve çok zor durum karşısında kendisine yardımcı olması için bütün kalbi ile hocası Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinden yardım istedi. Bulundukları belde ile hocsının bulunduğu Ecmîr beldesinin arasındaki mesafe 258 km idi. O anda, orada bulunan herkes Hâce Muînüddîn'in kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler. Zaten şaşırmış vaziyette bulunan Sultan ve beraberindekilern şaşkınlıkları, Muînüddîn Hazretlerini görünce daha çok arttı. Hemen koşup karşıladılar. Muînüddîn-i Çeştî, orada bulunanlarla müsafaha ettikten sonra, Hâce Kutbüddîn'e dönerek; "Bizden niçin yardım istemiştin?" buyurdu. O ise, bu hadisenin tesiri ile birşey konuşamıyor, sadece gözlerinden yaşlar akıyordu. Kalb gözü ile bu hadiseyi zaten bilmekte olan Muînüddîn Hazretleri, orada bulunan iftiracı, ahlaksız kadına döndü. "Ey bu kadının rahminde saklı bulunan çocuk! Anne olacak bu kadın, senin babanın bu Kutbüddîn olduğunu iddia ediyor. Şimdi sen konuş ve doğruyu söyle!" buyurdu. Allah-ü Teala'nın izniyle, o fahişe kadının rahminde bulunan çocuk orada bulunanların hepsinin duyabileceği bir ses ile konuşmaya başladı ve dedi ki: "Annem olacak bu kadının sözleri, kahredici bir yalandır, iftiradır. Bu kadın edebsizin, fahişenin biridir. Hâce Kutbüddîn'e düşman olanlar, onu kıskananlar, kendisini halkın gözünden aşağılamak için bu iftirayı hazırladılar. Zaten fahişe olan ve falan kimseden hamile kalan bu kadını kullandılar." Ana rahmindeki çocuğun bu sözlerini duydular ve çok hayret ettiler. Kadın bu hal karşısında, Sultanın ve orada bulunan diğer zatların huzurunda suçunu itiraf etmek mecburiyetinde kaldı. Hakîkat de anlaşıldı.
Hâce Kutbüddîn; Delhî'den, Ecmîr'de bulunan hocası Hâce Muînüddin'e, ayrılık ateşine dayanamadığını, huzuruna varıp elini öpmek, mübarek huzurları ile şereflenmek için müsaade istediğini bildiren bir mektup yazdı. Talebesini çok seven Hâce Muînüddin de, o günlerde Delhî'ye doğru yola çıkmıştı. Onun geldiğini haber alan Sultan ve ahali, kendisini karşılamak ve evlerine buyur etmek için şehrin dışına kadar çıktılar.
Hâce Hazretleri burada kaldığı zaman içinde, bir taraftan sohbetine koşanları yetiştiriyor, bir taraftan da sultana yol gösteriyor, doğru yolda yürümesini ve ahalisine nasıl muamele etmesi icab ettiğini öğretiyordu. Sultan da bu nasihatlere uyarak, bildirilenleri seve seve yerine getiriyordu. Bu sırada Delhî'de Şeyhülislâm olan Nûreddin-i Gaznevi'nin vefatı üzerine, Sultan, Hâce Kutübddin'in bu vazifeyi almasını teklif etti ise de kabul etmedi. Bunun üzerine, Şeyhülislamlık makamına Necmeddin-i Sugrâ isimli bir zat getirildi. Bu kimse, bu yolun büyüklerinden Hâce Osman Hârûni'nin talebesi olmakla beraber, bu makama gelince, Sultanın ve diğer insanların, Hâce Kutbüddîn Hazretlerine çok alaka gösterdiklerini çekemedi, kıskandı. Ne pahasına olursa olsun, onu Delhî'den uzaklaştırmaya kara verdi. Necmeddîn-i Sugrâ isimli bu kimse, insanların teveccühüne, makam sevgsine ve benlik duygusuna kapılmakla, Allah-ü Teala'nın bir veli kuluna karşı olmak gibi çok büyük bir felakete düşmüştü. Bir fırsat bulup Hâce'ye iftira etmenin yollarını arıyordu.
Hâce Kutbüddîn Hazretleri, yanında Sultan Şemseddîn Altamid ile beraber bir gün öğle üzeri geziyorlardı. Sultanın maiyeti de kendilerini takib ediyordu. Aniden ağlayan, feryad eden bir kadın ortaya çıktı. Bu kadın Sultana yaklaşarak, çok zor durumda bulunduğunu, kendisine yardımcı olmasını, nikâhlarını kıymasını, istiyordu. Sultan, perişan vaziyetteki bu kadına kiminle nikahlanmak istediğini sorunca, kadın; (Hâce Hazretlerini göstererek), "Yanınızda yürüyen bu kimse ile bizi nikahlamanızı istiyorum. Zira gayr-i meşrû bir şekilde ondan hamile kaldım" dedi. Orada bulunanların hepsi, Hâce Kutbüddîn'in böyle bir fiili işlemiş olabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Bunun için, Hâce Kutbüddîn Hazretleri dahil, orada bulunan herkes hayretler içerisinde kaldılar. Hâce Kutbüddîn, hayatında ilk defa karşılaştığı böyle bir hal karşısında ne yapacağını şaşırdı. Yönünü, hocasının bulunduğu Ecmîr beldesine çevirerek, karşılaştığı bu çirkin iftira ve çok zor durum karşısında kendisine yardımcı olması için bütün kalbi ile hocası Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinden yardım istedi. Bulundukları belde ile hocsının bulunduğu Ecmîr beldesinin arasındaki mesafe 258 km idi. O anda, orada bulunan herkes Hâce Muînüddîn'in kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler. Zaten şaşırmış vaziyette bulunan Sultan ve beraberindekilern şaşkınlıkları, Muînüddîn Hazretlerini görünce daha çok arttı. Hemen koşup karşıladılar. Muînüddîn-i Çeştî, orada bulunanlarla müsafaha ettikten sonra, Hâce Kutbüddîn'e dönerek; "Bizden niçin yardım istemiştin?" buyurdu. O ise, bu hadisenin tesiri ile birşey konuşamıyor, sadece gözlerinden yaşlar akıyordu. Kalb gözü ile bu hadiseyi zaten bilmekte olan Muînüddîn Hazretleri, orada bulunan iftiracı, ahlaksız kadına döndü. "Ey bu kadının rahminde saklı bulunan çocuk! Anne olacak bu kadın, senin babanın bu Kutbüddîn olduğunu iddia ediyor. Şimdi sen konuş ve doğruyu söyle!" buyurdu. Allah-ü Teala'nın izniyle, o fahişe kadının rahminde bulunan çocuk orada bulunanların hepsinin duyabileceği bir ses ile konuşmaya başladı ve dedi ki: "Annem olacak bu kadının sözleri, kahredici bir yalandır, iftiradır. Bu kadın edebsizin, fahişenin biridir. Hâce Kutbüddîn'e düşman olanlar, onu kıskananlar, kendisini halkın gözünden aşağılamak için bu iftirayı hazırladılar. Zaten fahişe olan ve falan kimseden hamile kalan bu kadını kullandılar." Ana rahmindeki çocuğun bu sözlerini duydular ve çok hayret ettiler. Kadın bu hal karşısında, Sultanın ve orada bulunan diğer zatların huzurunda suçunu itiraf etmek mecburiyetinde kaldı. Hakîkat de anlaşıldı.
Hâce Kutbüddîn; Delhî'den, Ecmîr'de bulunan hocası Hâce Muînüddin'e, ayrılık ateşine dayanamadığını, huzuruna varıp elini öpmek, mübarek huzurları ile şereflenmek için müsaade istediğini bildiren bir mektup yazdı. Talebesini çok seven Hâce Muînüddin de, o günlerde Delhî'ye doğru yola çıkmıştı. Onun geldiğini haber alan Sultan ve ahali, kendisini karşılamak ve evlerine buyur etmek için şehrin dışına kadar çıktılar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.