Ebu İshak Kâzerûnî Hz.
Hatib o gece ibadetle meşul oldu ve gönlüne Kâzeruni'nin ruhaniyeti, ne yapmak lazım geldiğini batınî yoldan öğretti. Ertesi gün Hatib, halifeye giderek, çareyi söyledi. Buna göre; herkes önüne bir kab alacak ve gürültü yapacak, ses çıkaracaktı. Ateş yakılmayacak, yüksek sesle konuşulmayacak, silahlar yanlarında bulunacak, Kâzerunlular davul ve def gibi şeylerle ses çıkarınca diğerleri de ses çıkaracak, onlar susunca onlar da susacak ve hep birden hücum edilecekti. Akşam, kararlaştırıldığı gibi, konuşulmadı ve ateş yakılmadı. Seher vaktinde Kâzerûnlular ses çıkarmaya, davul ve def gibi şeyleri çalmaya başladılar. Diğerleri de aynı şekilde davranınca, gökgürültüsü gibi bir ses çıkmaya başladı. Sanki kıyamet kopmuş, dağlar büyük gürültülerle şehrin üzerine düşmüştü. Kafirler bu sesten şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilmez bir hale gelmişlerdi. Sonra hücum eden ordu şehri fethetti. Malları, mülkleri, silahları Müslümanların eline geçti. Ganimetler taksim edildi. Müslümanlar kalenin fethine çok sevindiler. Müjde nevbeti çalarak şehirlerine geri döndüler.
Bundan sonra Kâzerûnlular gazaya gittiklerinde ve düşman kale ve şehrine ulaştıklarına "kudûm nevbeti", düşman safları ile karşılaşıp savaştıklarına "sügra nevbeti", kafirleri hezimete uğrattıklarında ise "müjde nevbeti" çalarlardı. İşte bu üç nevbet o zamandan kalmadır.
Yine bir gün bir grup Müslüman Kâzeruni hazretlerinin ziyaretine gelip; "Efendim! Emir buyursanız da şu şehrin etrafını sur ile çevirseler. Böylece şehir, emniyet ve himaye altına alınır" dediler. Kâzeruni hazretleri cevaben; "Bu şehrin surları vardır. Fakat görünmez. Öyle sağlamdır ki, âfet, bela ve musibet bu şehre zarar vermez. Ahali de himayededir" buyurdu. Ziyaretçiler bir şey anlamayıp dönüp gittiler. Kâzeruni'nin kerameti vefatından tam yetmiş iki sene sonra zuhur etti. On iki bin kaar müşrik, kâfir, şehri ele geçirmek için Kâzerun'a yöneldiler. Yaklaştıklarında düşmanlar gözlerini açıp, şehre bakmaya bile güç yetiremeyip büyük bir kargaşalığa düştüler. İçlerine korku düşüp, âdetâ hezimete uğramış bir ordu gibi şaşırmış halde geri çekildiler. Allah-ü Teala, Kâzeruni'nin (rahmetullahi aleyh) hürmetine şehri muhafaza buyurdu.
Ebû İshak Kâzerûni şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Bu toprakları zikrinle, veli ve salih kullarınla kıyamete kadar mâmûr kıl, rızkımızı helalden ve ummadığımız yerden günlük olarak ver.
Allah'ım! Peygamberin Muhammed aleyhisselam hürmetine bizleri senin uğrunda birbirini seven, sayan ve ziyaret eden kullarından eyle".
Hatib o gece ibadetle meşul oldu ve gönlüne Kâzeruni'nin ruhaniyeti, ne yapmak lazım geldiğini batınî yoldan öğretti. Ertesi gün Hatib, halifeye giderek, çareyi söyledi. Buna göre; herkes önüne bir kab alacak ve gürültü yapacak, ses çıkaracaktı. Ateş yakılmayacak, yüksek sesle konuşulmayacak, silahlar yanlarında bulunacak, Kâzerunlular davul ve def gibi şeylerle ses çıkarınca diğerleri de ses çıkaracak, onlar susunca onlar da susacak ve hep birden hücum edilecekti. Akşam, kararlaştırıldığı gibi, konuşulmadı ve ateş yakılmadı. Seher vaktinde Kâzerûnlular ses çıkarmaya, davul ve def gibi şeyleri çalmaya başladılar. Diğerleri de aynı şekilde davranınca, gökgürültüsü gibi bir ses çıkmaya başladı. Sanki kıyamet kopmuş, dağlar büyük gürültülerle şehrin üzerine düşmüştü. Kafirler bu sesten şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilmez bir hale gelmişlerdi. Sonra hücum eden ordu şehri fethetti. Malları, mülkleri, silahları Müslümanların eline geçti. Ganimetler taksim edildi. Müslümanlar kalenin fethine çok sevindiler. Müjde nevbeti çalarak şehirlerine geri döndüler.
Bundan sonra Kâzerûnlular gazaya gittiklerinde ve düşman kale ve şehrine ulaştıklarına "kudûm nevbeti", düşman safları ile karşılaşıp savaştıklarına "sügra nevbeti", kafirleri hezimete uğrattıklarında ise "müjde nevbeti" çalarlardı. İşte bu üç nevbet o zamandan kalmadır.
Yine bir gün bir grup Müslüman Kâzeruni hazretlerinin ziyaretine gelip; "Efendim! Emir buyursanız da şu şehrin etrafını sur ile çevirseler. Böylece şehir, emniyet ve himaye altına alınır" dediler. Kâzeruni hazretleri cevaben; "Bu şehrin surları vardır. Fakat görünmez. Öyle sağlamdır ki, âfet, bela ve musibet bu şehre zarar vermez. Ahali de himayededir" buyurdu. Ziyaretçiler bir şey anlamayıp dönüp gittiler. Kâzeruni'nin kerameti vefatından tam yetmiş iki sene sonra zuhur etti. On iki bin kaar müşrik, kâfir, şehri ele geçirmek için Kâzerun'a yöneldiler. Yaklaştıklarında düşmanlar gözlerini açıp, şehre bakmaya bile güç yetiremeyip büyük bir kargaşalığa düştüler. İçlerine korku düşüp, âdetâ hezimete uğramış bir ordu gibi şaşırmış halde geri çekildiler. Allah-ü Teala, Kâzeruni'nin (rahmetullahi aleyh) hürmetine şehri muhafaza buyurdu.
Ebû İshak Kâzerûni şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Bu toprakları zikrinle, veli ve salih kullarınla kıyamete kadar mâmûr kıl, rızkımızı helalden ve ummadığımız yerden günlük olarak ver.
Allah'ım! Peygamberin Muhammed aleyhisselam hürmetine bizleri senin uğrunda birbirini seven, sayan ve ziyaret eden kullarından eyle".
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.