İmâm-ı Rabbâni Hz.
O ay yirmi dokuz gün idi. Peygamber Efendimizin vefat ayı olan Rebîülevvel ayının ilk gecesi, Peygamber Efendimizin huzuruna kavuştu. Hastalık ve humma çektiği günler, yaşının sene adedi kadar olup, altmış üç gün idi. Hadis-i Şerifde; "Bir günlük humma, bir senenin keffaretidir" buyruldu. Çektikleri hastalık, bu hadis-i şerifin manasına uygun oldu.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin nurlu bedeni yıkama tahtasının üzerine konulup, elbiseleri soyulunca, orada bulunanlar hazret-i İmâm'ın namazda olduğu gibi ellerini bağladığını gördüler. Sağ elinin baş parmağı ve küçük parmağını, sol elin bileğinde halka yaptı. Halbuki, oğulları vefatından sonra, kollarını düzeltip uzatmışlardı. Yıkama tahtasına yatırılırken tebessüm etti ve bir müddet bu şekilde kaldı.
Yıkayıcı, mübarek ellerini açıp düzeltti. Sol tarafa yatırdı, sağ tarafını yıkadı. Sağ tarafa yatırıp sol tarafını yıkayacağı zaman, orada bulunanlar, velilik kuvvetinin bir alameti olarak, zaif bir hareketle ellerinin hareket ettiğini, biraraya geldiğini ve eskisi gibi tekrar sağ elinin baş ve küçük parmaklarının, sol elinin bileğinde halka yaptığını gördüler. Halbuki sağ tarafa yatınca, sağ elin sol el üzerine gelmemesi icab ederdi. Bununle beraber öyle bir kuvvetle sol elini tutmuş ki, ayırmak ve çözmek mümkün değildi. Kefene sardıkları zaman, yine ellerinin bağlandığı görüldü. Bu hal iki-üç defa vaki oldu. Nihayet oradakiler, bunda derin mana ve gizli bir sır olduğunu anlayıp, bir daha ellerini açmaya uğraşmadılar ve oğulları Hâce Muhammed Said; "Madem ki, muhterem babam böyle istiyor, böyle bırakalım" buyurdu. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifde; "Yaşadıkları gibi ölürler" buyurdu. Bu, Allah-ü Teala'nın büyük bir ihsanıdır. Dileğine ihsan eyler. O'nun ihsanı boldur.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin cenaze namazını, oğlu Hâce Muhammed Saîd kıldırdı. Vefatında 63 yaşında idi. Serhend'de evinin yanında defnedildi. Daha sonra Afganistan padişahı Şâh-i Zaman, kabri üzerine büyük ve çok sanatlı bir türbe yaptırdı. Vefat haberi, talebelerini ve sevenlerini çok üzüp ağlattı. Duyulduğu her yerde gözyaşları döküldü. Vefatı üzerine şiirler yazılmış ve pekçok tarih düşürülmüştür. Onun vefatına dayanamayan talebelerinden Muhammed Hâşim-i Keşmi şöyle anlatır: "Vefat ettiği günün akşamı şehrin kenarında virane bir mescidde, o pahasız hazinenin hayaliyle içim yanıyor, kalbim parçalanıyordu. Kalbimden soğuk ahlar çekiyor, gözümden yakıcı gözyaşları döküyordum. Ben bu halde iken birden hocamın rûhaniyeti gözüküp; "Sabretmek lazım" buyurdu. Binlerce kırıklık ve perişanlık içinde; "Ey Efendim, ateşe kim dayanabilir?" dedim. "İbrahim Aleyhisselama uymayı yerine getirmek lazımdır" buyurdu. Böylece, bu kendinden geçmiş aşığın divaneliği arttı, ızdırabımı ve ona olan muhabbetimi dile getiren şiirler söylemeğe başladım."
Büyük oğlu Muhammed Saîd buyurdu ki: "Yüksek babamı, vefatından sonra rüyada gördüm. Allah-ü Teala'nın kendisine verdiği büyük nimetlerden tam neşe ve sevinçle anlatıyordu ve bununla iftihar ediyordu. Kendisine; "Canım babacığım, şükür makamından hiç kimseye bir nasib verdiler mi?" diye arzettim. "Evet, beni de şükredenlerden eylediler" buyurdu. Arzettim ki, Kur'an-ı Kerim'den mealen; "Şükreden kullar azdır" (Sebe Sûresi: 13) buyuruluyor. Bu ayet-i kerimeden anlaşılan, bu cemaatin, peygamberler olduğudur.
O ay yirmi dokuz gün idi. Peygamber Efendimizin vefat ayı olan Rebîülevvel ayının ilk gecesi, Peygamber Efendimizin huzuruna kavuştu. Hastalık ve humma çektiği günler, yaşının sene adedi kadar olup, altmış üç gün idi. Hadis-i Şerifde; "Bir günlük humma, bir senenin keffaretidir" buyruldu. Çektikleri hastalık, bu hadis-i şerifin manasına uygun oldu.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin nurlu bedeni yıkama tahtasının üzerine konulup, elbiseleri soyulunca, orada bulunanlar hazret-i İmâm'ın namazda olduğu gibi ellerini bağladığını gördüler. Sağ elinin baş parmağı ve küçük parmağını, sol elin bileğinde halka yaptı. Halbuki, oğulları vefatından sonra, kollarını düzeltip uzatmışlardı. Yıkama tahtasına yatırılırken tebessüm etti ve bir müddet bu şekilde kaldı.
Yıkayıcı, mübarek ellerini açıp düzeltti. Sol tarafa yatırdı, sağ tarafını yıkadı. Sağ tarafa yatırıp sol tarafını yıkayacağı zaman, orada bulunanlar, velilik kuvvetinin bir alameti olarak, zaif bir hareketle ellerinin hareket ettiğini, biraraya geldiğini ve eskisi gibi tekrar sağ elinin baş ve küçük parmaklarının, sol elinin bileğinde halka yaptığını gördüler. Halbuki sağ tarafa yatınca, sağ elin sol el üzerine gelmemesi icab ederdi. Bununle beraber öyle bir kuvvetle sol elini tutmuş ki, ayırmak ve çözmek mümkün değildi. Kefene sardıkları zaman, yine ellerinin bağlandığı görüldü. Bu hal iki-üç defa vaki oldu. Nihayet oradakiler, bunda derin mana ve gizli bir sır olduğunu anlayıp, bir daha ellerini açmaya uğraşmadılar ve oğulları Hâce Muhammed Said; "Madem ki, muhterem babam böyle istiyor, böyle bırakalım" buyurdu. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifde; "Yaşadıkları gibi ölürler" buyurdu. Bu, Allah-ü Teala'nın büyük bir ihsanıdır. Dileğine ihsan eyler. O'nun ihsanı boldur.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin cenaze namazını, oğlu Hâce Muhammed Saîd kıldırdı. Vefatında 63 yaşında idi. Serhend'de evinin yanında defnedildi. Daha sonra Afganistan padişahı Şâh-i Zaman, kabri üzerine büyük ve çok sanatlı bir türbe yaptırdı. Vefat haberi, talebelerini ve sevenlerini çok üzüp ağlattı. Duyulduğu her yerde gözyaşları döküldü. Vefatı üzerine şiirler yazılmış ve pekçok tarih düşürülmüştür. Onun vefatına dayanamayan talebelerinden Muhammed Hâşim-i Keşmi şöyle anlatır: "Vefat ettiği günün akşamı şehrin kenarında virane bir mescidde, o pahasız hazinenin hayaliyle içim yanıyor, kalbim parçalanıyordu. Kalbimden soğuk ahlar çekiyor, gözümden yakıcı gözyaşları döküyordum. Ben bu halde iken birden hocamın rûhaniyeti gözüküp; "Sabretmek lazım" buyurdu. Binlerce kırıklık ve perişanlık içinde; "Ey Efendim, ateşe kim dayanabilir?" dedim. "İbrahim Aleyhisselama uymayı yerine getirmek lazımdır" buyurdu. Böylece, bu kendinden geçmiş aşığın divaneliği arttı, ızdırabımı ve ona olan muhabbetimi dile getiren şiirler söylemeğe başladım."
Büyük oğlu Muhammed Saîd buyurdu ki: "Yüksek babamı, vefatından sonra rüyada gördüm. Allah-ü Teala'nın kendisine verdiği büyük nimetlerden tam neşe ve sevinçle anlatıyordu ve bununla iftihar ediyordu. Kendisine; "Canım babacığım, şükür makamından hiç kimseye bir nasib verdiler mi?" diye arzettim. "Evet, beni de şükredenlerden eylediler" buyurdu. Arzettim ki, Kur'an-ı Kerim'den mealen; "Şükreden kullar azdır" (Sebe Sûresi: 13) buyuruluyor. Bu ayet-i kerimeden anlaşılan, bu cemaatin, peygamberler olduğudur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.