Hasan Sezai
Hasan Sezai; İslam alimlerinden ve evliyanın büyüklerinden ismi Hasan bin Ali, mahlası Sezai'dir. Tasavvufta Gülşeni yoluna mensup idi. 1669 (H. 1080) yılında Gördes'de doğdu. Şehrin bugünkü adı Korent olup, Yunanistan sınırları içinde kalmıştır. 1738 (H. 1151) senesinde Edirne'de vefat etti. Kendi ismi ile anılan dergahının bahçesinde defnedildi.
Hasan Sezai, on sekiz yaşına kadar doğum yeri olan Gördes'te kaldı. 1687 senesinde Venedikliler o beldeyi istila edince, gemi ile Gördes'ten İstanbul'a geldi. Yolculuk esnasında, Halvetiyye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu. Hasan Sezai, genç ve yakışıklı olmakla, zahiri güzelliğe sahip olduğu gibi, edep ve ahlakının fevkalade olması ve çok iyi terbiye edilmesiyle batıni güzelliğe, kalb ve ruh temizliğine sahip idi. Anlayış ve istidadının pek çok olması, ilerde yüksek ilmi mertebelere yükseleceğini gösteriyordu.
İstanbul'dan Edirne'ye geçen Hasan Sezai bir taraftan oradaki alimlerden zahiri ilimlere tahsil ederken, diğer yandan kendisini tasavvuf yolunda yetiştirip, manevi terbiye verecek bir rehber aradı. Gemi yolculuğu esnasında tanıştığı zatın tesiri ve gördüğü bir rüyadaki işaret üzerine, Aşık Musa Dergahında bulunan Şeyh Muhammed Sırri Efendiye talebe olup bir müddet hizmetinde bulundu. Muhammed Sırri'nin vefatından sonra onun vekili olup, yerine geçen Mahummed La'li Fenai Efendiye bağlandı. Mahammed La'li Efendi aslen Kastamonulu olup, Edirne'de Şeyh Şüca Zaviyesinde talebe yetiştirmekle meşgul idi. Hasan Sezai'ye dergahın vakıflarının icarlarını toplamak vazifesi verildi bunun için Sezai'ye; Cabi Dede Efendi de denilmiştir. Hasan Sezai ondan mezun olup, Gülşeni Veli Dede Dergahının şeyhi oldu. Buradaki vazifesi altı ayı dolunca, hocası Muhammet La'li'nin halifesi olan Muhammed Hamdi Efendi vefat etti. Bunun üzerine Sezai onun yerine geçti.
Hasan Sezai Efendi bir gün talebeleriyle sohbet ederken kalp gözüyle hocası La'li Efendinin vefat ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü. Bu esnada bir dişi kırıldı ve bu dişi bir tahtaya saplandı. Günümüzde de bu dişi, mihrabın sağ tarafında bulunmakta ve ziyaret edenler tarafından görülmektedir.
Hasan Sezai Efendi bir ara İstanbul'a gelmişti. Daha önce Edirne'de iken ismi her tarafta duyulmuş olduğundan, İstanbul'a gelince, birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti. Fakat o, tevazuunun çokluğundan, gayet sakin idi. Böyle gelip sohbette bulunanlardan bazılarının kalbine, Hasan Sezai'yi tahmin ettikleri gibi bulamama düşüncesi geldi. O gece bu kimselerin her biri, rüyalarında Resulullah Efendimizi ziyaret için Medine-i Münevvere'ye gittiklerini, fakat kapıda Hasan Sezai'nin bulunduğunu ve huzûr-ı saadete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler. Ertesi gün rüyalarını birbirine anlattıklarında, hepsinin aynı rüyayı gördükleri anlaşıldı. Böylece Hasan Sezai hazretlerinin, Resulullah Efendimizin varisi olan büyük alimlerden olduğunu yakînen anladılar.
Hasan Sezai hazretleri daha sonra Mısır'a gitti. Kahire'de, Gülşeni Dergahında vazife yapan İbrahim Çelebi tarafından, Gülşeni meşrebinde ikinci pir olarak kabûl edildi.
Hasan Sezai; İslam alimlerinden ve evliyanın büyüklerinden ismi Hasan bin Ali, mahlası Sezai'dir. Tasavvufta Gülşeni yoluna mensup idi. 1669 (H. 1080) yılında Gördes'de doğdu. Şehrin bugünkü adı Korent olup, Yunanistan sınırları içinde kalmıştır. 1738 (H. 1151) senesinde Edirne'de vefat etti. Kendi ismi ile anılan dergahının bahçesinde defnedildi.
Hasan Sezai, on sekiz yaşına kadar doğum yeri olan Gördes'te kaldı. 1687 senesinde Venedikliler o beldeyi istila edince, gemi ile Gördes'ten İstanbul'a geldi. Yolculuk esnasında, Halvetiyye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu. Hasan Sezai, genç ve yakışıklı olmakla, zahiri güzelliğe sahip olduğu gibi, edep ve ahlakının fevkalade olması ve çok iyi terbiye edilmesiyle batıni güzelliğe, kalb ve ruh temizliğine sahip idi. Anlayış ve istidadının pek çok olması, ilerde yüksek ilmi mertebelere yükseleceğini gösteriyordu.
İstanbul'dan Edirne'ye geçen Hasan Sezai bir taraftan oradaki alimlerden zahiri ilimlere tahsil ederken, diğer yandan kendisini tasavvuf yolunda yetiştirip, manevi terbiye verecek bir rehber aradı. Gemi yolculuğu esnasında tanıştığı zatın tesiri ve gördüğü bir rüyadaki işaret üzerine, Aşık Musa Dergahında bulunan Şeyh Muhammed Sırri Efendiye talebe olup bir müddet hizmetinde bulundu. Muhammed Sırri'nin vefatından sonra onun vekili olup, yerine geçen Mahummed La'li Fenai Efendiye bağlandı. Mahammed La'li Efendi aslen Kastamonulu olup, Edirne'de Şeyh Şüca Zaviyesinde talebe yetiştirmekle meşgul idi. Hasan Sezai'ye dergahın vakıflarının icarlarını toplamak vazifesi verildi bunun için Sezai'ye; Cabi Dede Efendi de denilmiştir. Hasan Sezai ondan mezun olup, Gülşeni Veli Dede Dergahının şeyhi oldu. Buradaki vazifesi altı ayı dolunca, hocası Muhammet La'li'nin halifesi olan Muhammed Hamdi Efendi vefat etti. Bunun üzerine Sezai onun yerine geçti.
Hasan Sezai Efendi bir gün talebeleriyle sohbet ederken kalp gözüyle hocası La'li Efendinin vefat ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü. Bu esnada bir dişi kırıldı ve bu dişi bir tahtaya saplandı. Günümüzde de bu dişi, mihrabın sağ tarafında bulunmakta ve ziyaret edenler tarafından görülmektedir.
Hasan Sezai Efendi bir ara İstanbul'a gelmişti. Daha önce Edirne'de iken ismi her tarafta duyulmuş olduğundan, İstanbul'a gelince, birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti. Fakat o, tevazuunun çokluğundan, gayet sakin idi. Böyle gelip sohbette bulunanlardan bazılarının kalbine, Hasan Sezai'yi tahmin ettikleri gibi bulamama düşüncesi geldi. O gece bu kimselerin her biri, rüyalarında Resulullah Efendimizi ziyaret için Medine-i Münevvere'ye gittiklerini, fakat kapıda Hasan Sezai'nin bulunduğunu ve huzûr-ı saadete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler. Ertesi gün rüyalarını birbirine anlattıklarında, hepsinin aynı rüyayı gördükleri anlaşıldı. Böylece Hasan Sezai hazretlerinin, Resulullah Efendimizin varisi olan büyük alimlerden olduğunu yakînen anladılar.
Hasan Sezai hazretleri daha sonra Mısır'a gitti. Kahire'de, Gülşeni Dergahında vazife yapan İbrahim Çelebi tarafından, Gülşeni meşrebinde ikinci pir olarak kabûl edildi.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.