Ağustos, özellikle milli tarihimiz açısından önemli bir aydır.Müslüman Türk milletine Anadolu'nun kapılarını açan 1071 Malazgirt zaferi bu ayda kazanılmıştır ve bu yıl 935. yıldönümünü iftiharla idrak ediyoruz. Bundan tam dokuz yüz otuz beş yıl evvel, siz buna yuvarlak hesap bin yıl deyin, cennet mekan dedemiz Sultan Alparslan; Malazgirt ovasında mağlup ettiği düşman ordusunun baş komutanını esir almış fakat yanında kaldığı müddetçe esir muamelesi değil başkomutan muamelesi yapmış, özel çadır kurdurarak orada ağırlamıştır.Bin yıl sonra bu gün, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de, Lübnan'da sergilenen vahşet ve dehşet sahnelerini görünce, topyekun Batı medeniyetinin, İslam medeniyetinden en az bin yıl geride olduğunu rahatlıkla söyleye biliriz. Özellikle de Filistin halkının seçtiği vekillerin ve yerel yöneticilerin İsrail zindanlarında olduğunu düşündükçe, İslamsız ve Müslümansız bir dünyanın topyekun insanlığın zindanı olacağını söylemek hiç de abartı sayılmamalıdır. Ağustos, takvimler yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarını gösterirken; 1071'in intikamını almak için Anadolu coğrafyasına üşüşen Romen Diyojen'in torunlarının, Sultan Alparslan'ın torunları ile bir kez daha karşılaşıp, bir kez daha ağızlarını paylarını aldıkları ve geldikleri gibi gittikleri çok önemli bir zaferimizin de yıldönümüdür.Bütün bunların detaylarını öğrenmek isteyenler için sayamayacağımız kadar kaynaklarımız mevcut, özellikle de "Şu Çılgın Türkler"i gençlerimize tavsiye ediyoruz.Bu yazıda, asıl maksadım maziye doğru bir gezinti yaparak, bugün dahi izahını yapamadığım bazı hususların altını çizmek ve tartışmaya açmak.Mesela; lise öğrencisi olduğumuz yıllarda, 1978'in Ağustos ayında, İstanbul'un büyük camilerinden birinde, kılınan öğle namazına müteakip okunan Kur'an ayetlerinden sonra, mihraptaki imam efendinin söze şöyle başladığını hatırlıyorum: "Değerli kardeşlerim! Bilindiği gibi, Ağustos, ecdadımızın zaferle süslediği, hem bizim hem de dünya tarihi açısından çok önemli olayların cereyan ettiği bir aydır. Ceddimiz Sultan Alparslan tarafından Anadolu kapıları Müslüman Türk milletine bu ayda açılmıştır. Yine haçlı dünyası adına bağrımıza kadar sokulan şımarık Yunan ordusuna nihai darbe bu ayda vurulmuş, topraklarımız haçlılardan temizlenmiştir". Bu giriş cümlesi bittiğinde, camideki cemaatin dörtte üçünün boşaldığını gördüm.Giderken de, hocaefendiye sert bakışlar yönelttiklerini ve etraftakiler duyacak kadar söylendiklerini iyi hatırlıyorum.Yaklaşık otuz yıl geçmiş fakat cevabını bulamadığım sorular yerli yerinde duruyorlar:Vakit namazını cemaatle kılacak kadar dikkatli olan fakat Ağustos'un zafer ayı olduğu, Sultan Alparslan'ın Bizans ordusunu yendiği, Sakarya Meydan Muharebesinin sonunda kazanılan zaferle haçlıların kovulduğu tarzındaki söylemden rahatsız olan ve bir anda camiyi boşaltan bu cemaat.hangi iklimde yetişmişti? Hangi fikri cereyanın etkisinde kalmış insanlardı? İftihar edilmesi gereken tablolardan adeta utanan bu insanlar hangi fikri ve siyasi ekollerden besleniyorlardı?Bir başka örnek; 1983 yılında, bugün BTP'nin Genel Başkanlığını yürüten sayın Prof. Dr. Haydar Baş'ın gayretleri ile yayın hayatına başlayan İcmal Dergisi'nin, ilk sayısından itibaren hem yazarları arasında hem de dağıtan, abone yapanlar arasında olduğumu iftiharla her zaman söylerim. Eylül'de yayına başlayan dergi, takip eden Temmuz ya da Ağustos sayısında, Türk ordusunun Kıbrıs zaferini anlatan ve yer yer alkışlayan bir başyazı yayınlamıştı. İşte o sayıyı, İstanbul/Eminönü civarında,Yeşil Direk-Tahtakale'de satıyoruz, abone yapıyoruz. Girdiğimiz iki dükkandan biri, dergiyi uzattığımız iki kişiden biri, dudak büküyor, surat asıyor ve Türk ordusunun zaferinden söz edilemeyeceğini anlatmaya çalışıyordu. Bu insanlar, camide hocayı protesto edenlerle aynı ekolden miydiler, aynı kaynaktan mı besleniyorlardı bilemiyorum ama o sayıyı satarken hayli zorlandığımızı iyi hatırlıyorum.Bu günden şöyle geriye doğru biraz dikkatli bakınca sanki; bir el, dinin arkasına sığınarak, dini ön plana çıkararak bu milletin gençliğini milli tarihinden, milli mefahirinden uzaklaştırıcı söylemler geliştirmiş, torunları, dedelerinin başarılarıyla dalga geçecek bir zihni sefalete sürüklemiş olduğunu hissediyoruz. Bu ekolün, bu okulun öncüleri, öğretmenleri kimler idi, ne yapmak istiyorlardı, hala aynı görevlerine devam ediyorlar mı? Bütün bunlar da ayrı ayrı araştırma konuları.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Yaşadıklarımızın resmidir / 21.04.2025
- Vefatının beşinci yıl dönümünde Haydar Baş tüm yurtta anılıyor / 15.04.2025
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025