Uluslararası İlişkiler Profesörü Deniz Ülke Arıboğan, Akşam'daki yazısında Fransa'daki kitlesel eylemleri değerlendirerek, şunları yazıyor: Hiçbir zaman Fransız olamayan, belki de kimilerinin söylediği gibi Fransızlığı hak etmeyen Fransalılar, bir türlü ait olamadıkları ülkelerini yangın yerine çeviriyorlar Avrupa'nın yeni hasta adamının kim olduğunu keşfetmiş bulunuyoruz. Mükemmel gibi gözüken, sağlıklı ve uyumlu bir toplum modeli üzerine bina edilmiş Avrupa evinin merkezinde, Paris'te alevler yükseliyor. Ateşe vermeler itilmiş ve kakılmışların yaşam alanlarında gerçekleşse de, aslında esas tepki süregiden düzene, yani sistemin egemen güçlerine karşı olduğundan yangınların etkisi yalnızca varoşlarla sınırlı kalmayacak gibi. Nitekim önceleri sadece Paris'in kenar mahallelerinde sıkışan isyan hareketi, giderek diğer şehirleri de kapsayan yaygın bir ayaklanmaya dönüşmek üzere. Hiçbir zaman Fransız olamayan, belki de kimilerinin söylediği gibi Fransızlığı hak etmeyen Fransalılar, bir türlü ait olamadıkları ülkelerini yangın yerine çeviriyorlar. Gerilimin ana kaynağıİki gencin polisten kaçarken sığındıkları yerde elektrik akımına kapılarak ölmeleri değil, asıl sorun. Bağıran çağıran ortalığı ateşe verenler de gençlerin yakınları falan değil. Doğdukları andan itibaren Fransız olanlarla, sonradan yalnızca Fransalı olabilenler arasındaki gerilimden kaynaklanan bir lav, dışarı akan. O Fransa ki, bir yandan uygarlığın merkezi, Aydınlanma düşüncesinin beşiği, özgürlüklerin kalesi; ama aynı zamanda gizli ırkçılığın en güçlü zemini, sömürgeci geçmişinden rahatsızlık duymayan bir emperyalist geleneğin mekanı, İslam karşıtlığının en net gözlendiği laik ülkelerden biri. 'Öteki'ni aşağılıyorlarToplumda Fransız kabul edilmeyenlere karşı çok bilinen, rahatça fark edilebilen bir aşağılama söz konusu. Ama kurulu 'cumhuriyet'lerinin, anayasa gereği ırk, dil din ayrımı gözetmeksizin, herkese eşitlik taahhüdünde bulunuyor olması, bu duyguların gizli tutulmasını sağlıyor. 'Öteki' olarak kabul ettikleri kimselere karşı sadece, 'onlar bizden farklı' biçiminde bir bakış yok. Geçerli olan 'onlar bizden aşağıda' yaklaşımı. Kendilerinden olmayanı sevmek mecburiyetinde hissetmiyorlar kendilerini, ama onlara hoşgörü göstermek zorunda olduklarını biliyorlar. Bu nedenle Le Pen tipindeki politikacılar her zaman belirli bir düzeyde performans göstermelerine karşın, etkinlikleri sınırlı kalıyor. Müslümanlara baskı artıyorSiyasiler, Fransa'nın güneydoğu Asya ve Afrika'daki kolonilerinden, II. Dünya Savaşı sonrasında gelmeye başlayan göçmenlere karşı son derece dikkatli. 1970'lerde 'ailelerin yeniden birleşmesi' hakkındaki yasanın kabulü ile büyük bir göçmen dalgasına maruz kalan ülkede 'yeni Fransalılar' yalnızca oy kapısı değil. Aynı zamanda sosyal huzurun da anahtarı. Zira giderek daha da sıkıntılı bir hal almaya başlayan işsizlik problemi, gettolardan kentlere doğru büyük bir baskı uyguluyor. Genç ve işsiz nüfus ekonomik zenginliklerden yeterince nasiplenemiyor. Üstelik laik cumhuriyette, 11 Eylül sonrasında biraz daha sertleşen dini baskılar, İslam dinine karşı bir hareket olarak algılanıyor. Kısaca Fransızlaşamayan Fransalılar son derece huzursuz ve gergin. Fransa'nın Fransızları da onlardan aşağı kalmıyor. Ülkelerine gelip ekmek kapısı bulan bu insanların hızlı çoğalmasından, üretmeden tüketme isteklerinden, kendilerine sunulanlardan bir türlü tatmin olamamasından rahatsızlar. Kaldı ki, 11 Eylül sonrası onlara güven de duymuyorlar. Ne de olsa hepsi potansiyel El Kaide elemanı olabilirler (!) Uygarlığı öğrenemeyen barbarların onların arasında işleri olmadığını düşünüyorlar. Siyasiler de bir kenarda saklı tuttukları kızgınlıklarını artık dışa vurmaya başladılar. Sarkozy'in deyimi ile 'pislikler' ya da 'ayak takımı' bu görüntüsüyle uygar toplumla bir arada yaşama hakkının olmadığını ispatlıyor. Öyle ya, kim ülkesini ateşe verenlerden hesap sormaz? Hangi sebep meşru olabilir? Bu girişimlere karşı demokratik prensiplerden taviz vermeden normale dönüş sağlanabilir mi? Ayaklanmalar Avrupa sathında bir salgına dönüşür mü? İzleyip göreceğiz. Tam da kuş gribine konsantre olmuş, uçan kaçan bütün kanatlılara karşı evrensel bir cihad ilan etmişken, birden Paris'teki 'ayak takımı'nın ayaklanmasına takıldık, bu aralar. Ama bu da en az kuş gribi kadar ciddi bir pandemi tehdidi yaratıyor, kanımca. Paris'te başlayıp da Avrupa'nın kalanına sirayet etmeyen ayaklanma, zaten ayaklanma da sayılmaz ya(!) Belki de demokrasinin yan etkileri deyip geçmek lazım. Ne demişler, 'demokrasi şişme bir bot gibidir, kolay kolay batmazsın ama ayakların hep ıslak kalır'.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.