Türk hariciyesi ve hükümetinin Suriye ile ilgili girişimlerine baktıkça, el bombasını kurcalayan bir çocuk canlanıyor gözümün önünde. O bomba her an patlayabilir. Elinde tutanı ve çevresindekileri paramparça edebilir.
Çünkü…
İsrail, erinde geçinde, ABD istemese bile, İran’ın nükleer tesislerine saldıracaktır. İran bu saldırı karşısında meşru müdafaa hakkını koruyacak, İsrail’e misillemede bulunacak. Türkiye nasıl harıl harıl, ABD nasıl harıl harıl Suriye’deki rejimi devirmek için bütün imkân ve akıl toplamı ile mesai sarf ediyorsa, İran da, Suriye’nin ve tabi Irak rejiminin bütünlüğünü korumak için gece gündüz kafa yoruyor, planlar yapıyor, kuvvet stokluyor.
Aksini düşünmek mümkün mü?
Çünkü Suriye’nin ve ardından Irak rejiminin değişmesi demek İran’ın varlığının bitmesi demek gibi bir şey. Yine aynı anda bölgeye ABD’nin yerleşmesini istemeyen Çin ve Rusya da İran ve Irak’taki Şii varlığın devamını sağlamak için ellerinden geleni yapıyor, yapacaklar. Zaten bunu her iki ülke de açıkça deklare etti.
İşte böyle bir ortamda İbrahim Karagül’ün dediği gibi İran ön almak ister İsrail saldırmadan önce Suriye’yi İsrail’e saldırtırsa veya İsrail, İran’a yapacağını defalarca söylediği hava harekâtını gerçekleştirirse dünya, tıpkı I. ve II. Dünya Savaşları gibi “büyük felâketin” kaçınılmaz olduğu bir cehenneme çevrilecektir.
Türkiye işte böyle bir orman yangınının izmaritini kuru otlar üzerine doğru fırlatıp duruyor...
Ve bu konuda ülkeyi yönetenler…
NATO ne der, ne isterse onu yapıyor. AB ne der, ne isterse onu yapıyor. Anlaşmalarına böylesine sadık bir ülke, belki dünyada hiç olmadı, olmayacak. Çünkü her gün ortaya çıkan bilgi ve belgeler gösteriyor ki, Batı’nın sürekli bir “gizli gündemi” hep olmuş, bugün de olmaya devam ediyor. Peki, Türkiye’nin altında imzası bulunan bütün anlaşmalara uyması başının belaya girmesini önler mi?
Hayır önlemez.
ABD ve Dünya tarihinin kilit taşlarından eski Dışişleri Bakanı Henry Kıssınger kaleme aldığı anılarında, “I.Dünya Savaşı, ülkelerin anlaşma gereklerini yerine getirmemelerinden değil, aksine harfi harfine yerine getirmelerinden dolayı başlamıştır” der ve uzun uzun izah eder.
Böylesine yıkımlara ve on milyonların ölümüne sebep olan bir savaşın gerekçesi ise çok tuhaf, akla ziyan bir hadise de olabilir. Nitekim I. Dünya Savaşı da böylesine tuhaf, böylesine iç içe geçmiş tesadüfler silsilesi neticesinde başlamıştır: Fransız tahtının varisi Franz Ferdinand, Avusturya’nın Bosna Hersek’i 1908’de topraklarına katar. Bu iltihakı bir türlü içine sindiremeyen Sırp vatandaşı Gavrillo Princip 28 Haziran 1914’te Fardinand’a silahlı saldırıda bulunur, ama öldürmeyi başaramaz. Onun yerine makam şoförünü yaralar. Ferdinand da hadisenin ardından öfke ile Vali’nin konutuna geçip Avusturyalı idarecileri ihmallerinden dolayı cezalandırır.
İş burada bitseydi I. Dünya Savaşı belki hiç başlamayacak, silahlar belki daha sonraki bir tarihte patlayacaktı, bilemiyoruz.
Bir şey olacaksa, çaresi yok, olacaktır.
Olacak ya, Ferdinand tuttu karısı ile birlikte, hastanede tedavi edilen şoförünü ziyarete karar verdi. Makam arabası doğrudan hastaneye gitseydi belki yine I. Dünya Savaşı çıkmayacak yahut daha sonraki bir tarihte çıkacaktı. Lâkin yeni şoför hastanenin yolunu şaşırdı, girdiği sokaktan geri geri çıkarken Kıssınger’in ifadesi ile bir kaldırım kahvesinde hayal kırıklığını içki ile yatıştırmaya çalışan şaşkın suikastçının tam önünde durdu. Kurbanlarının kendiliğinden ayağına geldiğini gören katil, bu sefer amacına ulaştı ve Avrupa’yı kan gölüne çeviren ve Osmanlı’nın da darmadağın olması ile neticelenen I. Dünya Savaşı’na sebep oldu.
Türkiye düğmeye basma noktasında Üçüncü Cihan Harbi’nin Gavrillo Princip’i, neticeleri bakımından da Osmanlı’sı olmak istemiyorsa, kurcaladığı el bombasını bir an evvel elinden bırakmalı, kenara çekilmelidir.
“Basiret!” diyor, başka bir şey demiyorum.
Bu milleti, bu devleti, bu vatanı ateşe atmamak için “Basiret!” lütfen “Basiret!”…
Çünkü…
İsrail, erinde geçinde, ABD istemese bile, İran’ın nükleer tesislerine saldıracaktır. İran bu saldırı karşısında meşru müdafaa hakkını koruyacak, İsrail’e misillemede bulunacak. Türkiye nasıl harıl harıl, ABD nasıl harıl harıl Suriye’deki rejimi devirmek için bütün imkân ve akıl toplamı ile mesai sarf ediyorsa, İran da, Suriye’nin ve tabi Irak rejiminin bütünlüğünü korumak için gece gündüz kafa yoruyor, planlar yapıyor, kuvvet stokluyor.
Aksini düşünmek mümkün mü?
Çünkü Suriye’nin ve ardından Irak rejiminin değişmesi demek İran’ın varlığının bitmesi demek gibi bir şey. Yine aynı anda bölgeye ABD’nin yerleşmesini istemeyen Çin ve Rusya da İran ve Irak’taki Şii varlığın devamını sağlamak için ellerinden geleni yapıyor, yapacaklar. Zaten bunu her iki ülke de açıkça deklare etti.
İşte böyle bir ortamda İbrahim Karagül’ün dediği gibi İran ön almak ister İsrail saldırmadan önce Suriye’yi İsrail’e saldırtırsa veya İsrail, İran’a yapacağını defalarca söylediği hava harekâtını gerçekleştirirse dünya, tıpkı I. ve II. Dünya Savaşları gibi “büyük felâketin” kaçınılmaz olduğu bir cehenneme çevrilecektir.
Türkiye işte böyle bir orman yangınının izmaritini kuru otlar üzerine doğru fırlatıp duruyor...
Ve bu konuda ülkeyi yönetenler…
NATO ne der, ne isterse onu yapıyor. AB ne der, ne isterse onu yapıyor. Anlaşmalarına böylesine sadık bir ülke, belki dünyada hiç olmadı, olmayacak. Çünkü her gün ortaya çıkan bilgi ve belgeler gösteriyor ki, Batı’nın sürekli bir “gizli gündemi” hep olmuş, bugün de olmaya devam ediyor. Peki, Türkiye’nin altında imzası bulunan bütün anlaşmalara uyması başının belaya girmesini önler mi?
Hayır önlemez.
ABD ve Dünya tarihinin kilit taşlarından eski Dışişleri Bakanı Henry Kıssınger kaleme aldığı anılarında, “I.Dünya Savaşı, ülkelerin anlaşma gereklerini yerine getirmemelerinden değil, aksine harfi harfine yerine getirmelerinden dolayı başlamıştır” der ve uzun uzun izah eder.
Böylesine yıkımlara ve on milyonların ölümüne sebep olan bir savaşın gerekçesi ise çok tuhaf, akla ziyan bir hadise de olabilir. Nitekim I. Dünya Savaşı da böylesine tuhaf, böylesine iç içe geçmiş tesadüfler silsilesi neticesinde başlamıştır: Fransız tahtının varisi Franz Ferdinand, Avusturya’nın Bosna Hersek’i 1908’de topraklarına katar. Bu iltihakı bir türlü içine sindiremeyen Sırp vatandaşı Gavrillo Princip 28 Haziran 1914’te Fardinand’a silahlı saldırıda bulunur, ama öldürmeyi başaramaz. Onun yerine makam şoförünü yaralar. Ferdinand da hadisenin ardından öfke ile Vali’nin konutuna geçip Avusturyalı idarecileri ihmallerinden dolayı cezalandırır.
İş burada bitseydi I. Dünya Savaşı belki hiç başlamayacak, silahlar belki daha sonraki bir tarihte patlayacaktı, bilemiyoruz.
Bir şey olacaksa, çaresi yok, olacaktır.
Olacak ya, Ferdinand tuttu karısı ile birlikte, hastanede tedavi edilen şoförünü ziyarete karar verdi. Makam arabası doğrudan hastaneye gitseydi belki yine I. Dünya Savaşı çıkmayacak yahut daha sonraki bir tarihte çıkacaktı. Lâkin yeni şoför hastanenin yolunu şaşırdı, girdiği sokaktan geri geri çıkarken Kıssınger’in ifadesi ile bir kaldırım kahvesinde hayal kırıklığını içki ile yatıştırmaya çalışan şaşkın suikastçının tam önünde durdu. Kurbanlarının kendiliğinden ayağına geldiğini gören katil, bu sefer amacına ulaştı ve Avrupa’yı kan gölüne çeviren ve Osmanlı’nın da darmadağın olması ile neticelenen I. Dünya Savaşı’na sebep oldu.
Türkiye düğmeye basma noktasında Üçüncü Cihan Harbi’nin Gavrillo Princip’i, neticeleri bakımından da Osmanlı’sı olmak istemiyorsa, kurcaladığı el bombasını bir an evvel elinden bırakmalı, kenara çekilmelidir.
“Basiret!” diyor, başka bir şey demiyorum.
Bu milleti, bu devleti, bu vatanı ateşe atmamak için “Basiret!” lütfen “Basiret!”…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hasan Demir / diğer yazıları
- Artık yeter! / 02.11.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015