Arap yarımadası halkı, Kâbe'nin bulunduğu Mekke'ye akın akın gelirlerdi. Hac mevsiminde panayırlar kurulur, ticaret hayatı canlanırdı. Arapları buraya çeken, Allah'ın evi kutsal Kâbe idi. Halkı buradan ayırıp başka yerlere çekerek ticareti ele geçirmek amacı ile başka ibadet yerleri kurmayı deneyenler olmuştu. O zamanlar Bizans'ın etkisi altında kalan Habeşistan, Arap yarımadasının güneyindeki Yemen'i ele geçirmişti. Buraya Ebrehe adlı bir vali göndermişlerdi. Ebrehe, Bizans'ın da yardımı ile Yemen'in merkezi Sana'da, benzeri görülmemiş bir güzellikte mabed yaptırdı. Onun güzelliğini yaymak için adamlar vazifelendirdi. Herkesi ibadet için bu güzel mabede gelmeye çağırdı.
Araplar mabedin yapılışındaki kötü niyeti bildikleri için ondan nefret ediyorlardı. Bir gece içine girerek, orasını burasını kirlettiler. Ebrehe çok kızdı. Kâbe'yi yıkmadan rahat edemeyeceğini, bunun için yardım gerektiğini hem Habeş kralına, hem Bizans'a bildirdi, yardım istedi. O zamanlarda savaşlarda her ordunun önünde fil bulundurmak adetti. Büyük fille güçlü bir ordu Ebrehe'nin komutasında Mekke'ye doğru ilerlemeye başladı. Korkunç haber Araplar arasında yayıldı. Karşı durma denemeleri boşa çıkıyordu. Ordu bütün karşı güçleri eze eze yürüyordu. Ordu Kâbe'ye doğru ilerliyordu. Nihayet Mekke'ye yaklaştılar. Son molalarını vermek için çadırlarını kurdular. Ebrehe'nin adamları ne bulsalar yağmalıyorlardı. Ve bu yağma sırasında da Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib'in de yüz devesini alıp götürdüler.
Ebrehe Mekke'ye elçi gönderdi. Gayesinin kan dökmek olmadığını sadece şu evi, yani Kâbe'yi yıkmak için geldiğini, kendisine karşı konulmazsa evi yıktıktan sonra gideceğini bildirdi. Mekkeliler adına cevap veren Abdülmuttalib, kan dökülmesini kendilerinin de istemediğini bildirdi ve adamlarını alarak Ebrehe'yi ziyarete gitti. Ebrehe, Abdülmuttalib'i huzuruna kabul ettiğinde ne için geldiğini sordu. Abdülmuttalib de: "Yağma olarak alınan yüz devesinin ve kabilesine ait diğer malların geri verilmesini istemek için geldiğini" söyledi.
Ebrehe çok şaşırmıştı, Abdülmuttalib'e küçümseyerek baktı ve şöyle dedi:
-Ben de seni ulu bir kişi sanmıştım. Geliş sebebinin Kâbe'nin yıkılmamasını rica etmek olacağını düşünmüştüm. Meğerse sen sadece develerin peşinde imişsin.
Abdümmuttalib bunun üzerine Ebrehe'yi çok şaşırtan bir cevap verdi:
-Ben develerin sahibiyim, onları korumaya ve istemeye geldim. Kâbe'nin de sahibi vardır. Onu da o koruyacaktır.
Ebrehe Abdülmuttalib'in taleplerini kabul etti, yağma edilen malların hepsini geri verdirdi. Fakat Kâbe'yi yıkma fikrinden vazgeçmedi.
Hücum için kararlaştırdığı saat gelince ordusuna "Yürü" emri verdi. Kocaman fil ordusunun önünde, zırhlı, miğferli askerler arasında hücum başladı. İşte tam bu sırada beklenmedik bir olay oldu. Büyük fil çökmüş, yerinden kımıldamıyordu. Ne kadar vurdular, dürttülerse de kımıldatamadılar. Yüzünü geri, Yemen'e çevirdilerinde hemen kalkıyor koşmaya başlıyor, Mekke'ye Kâbe'ye doğru çevirdiklerinde yeniden yere çöküyordu. Çaresiz büyük fili yerinde bıraktılar, diğer fillerle yollarına devam ettiler. Mekkelilerin hepsi şehri boşaltarak civardaki kayalıklara ve mağaralara çekilmişlerdi. Neler olacağını merakla bekliyorlardı.
Kâbe'yi koruyacak hiç kimse kalmamıştı. Ebrehe'nin ordusu gayet kendinden emin, korkusuzca yol alıyordu. İşte böyle, yapacakları işin neticesinden hiç şüphe etmedikleri bir sırada akıllarına gelmeyen bir felaketle karşılaştılar. Deniz tarafından kırlangıca benzer kuşlar sürü halinde gelerek gökyüzünü adeta bir bulut gibi kapladılar. Kuşlardan her biri, ağızlarında ve pençelerinde taşıdıkları ufacık taşları ordunun üzerine bırakıveriyorlardı. Bu ufacık taşlar, hızla düştüklerinden, askerlerin miğferlerine bile rastlasa, delerek başlarına ve vücutlarına saplanıyordu.
Taşın deldiği vücuttan kan fışkırıyor, kanayan yerde yaralar meydana geliyordu. Ve etler parça parça dökülüyordu. Filler ürkmüş gerisin geri kaçarken kendi adamlarını çiğniyorlardı. Ordu darmadağın oldu. Herkes çığlıklar atarak sığınacak bir yer aramaya başladı. Ortalık cesetlerle doldu.
Ebrehe de vücudu yara içinde olduğu halde Yemen'e döndü ve orada öldü. Bu olay Arapların Kâbe'ye bağlılıklarını, Ebrehe'nin düşündüğünün aksine büsbütün artırdı.
Ve o gün hem insanları ve hem de koca filleri minicik kuşlar ve onların attığı minicik taşlar perişan etti.
Araplar mabedin yapılışındaki kötü niyeti bildikleri için ondan nefret ediyorlardı. Bir gece içine girerek, orasını burasını kirlettiler. Ebrehe çok kızdı. Kâbe'yi yıkmadan rahat edemeyeceğini, bunun için yardım gerektiğini hem Habeş kralına, hem Bizans'a bildirdi, yardım istedi. O zamanlarda savaşlarda her ordunun önünde fil bulundurmak adetti. Büyük fille güçlü bir ordu Ebrehe'nin komutasında Mekke'ye doğru ilerlemeye başladı. Korkunç haber Araplar arasında yayıldı. Karşı durma denemeleri boşa çıkıyordu. Ordu bütün karşı güçleri eze eze yürüyordu. Ordu Kâbe'ye doğru ilerliyordu. Nihayet Mekke'ye yaklaştılar. Son molalarını vermek için çadırlarını kurdular. Ebrehe'nin adamları ne bulsalar yağmalıyorlardı. Ve bu yağma sırasında da Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib'in de yüz devesini alıp götürdüler.
Ebrehe Mekke'ye elçi gönderdi. Gayesinin kan dökmek olmadığını sadece şu evi, yani Kâbe'yi yıkmak için geldiğini, kendisine karşı konulmazsa evi yıktıktan sonra gideceğini bildirdi. Mekkeliler adına cevap veren Abdülmuttalib, kan dökülmesini kendilerinin de istemediğini bildirdi ve adamlarını alarak Ebrehe'yi ziyarete gitti. Ebrehe, Abdülmuttalib'i huzuruna kabul ettiğinde ne için geldiğini sordu. Abdülmuttalib de: "Yağma olarak alınan yüz devesinin ve kabilesine ait diğer malların geri verilmesini istemek için geldiğini" söyledi.
Ebrehe çok şaşırmıştı, Abdülmuttalib'e küçümseyerek baktı ve şöyle dedi:
-Ben de seni ulu bir kişi sanmıştım. Geliş sebebinin Kâbe'nin yıkılmamasını rica etmek olacağını düşünmüştüm. Meğerse sen sadece develerin peşinde imişsin.
Abdümmuttalib bunun üzerine Ebrehe'yi çok şaşırtan bir cevap verdi:
-Ben develerin sahibiyim, onları korumaya ve istemeye geldim. Kâbe'nin de sahibi vardır. Onu da o koruyacaktır.
Ebrehe Abdülmuttalib'in taleplerini kabul etti, yağma edilen malların hepsini geri verdirdi. Fakat Kâbe'yi yıkma fikrinden vazgeçmedi.
Hücum için kararlaştırdığı saat gelince ordusuna "Yürü" emri verdi. Kocaman fil ordusunun önünde, zırhlı, miğferli askerler arasında hücum başladı. İşte tam bu sırada beklenmedik bir olay oldu. Büyük fil çökmüş, yerinden kımıldamıyordu. Ne kadar vurdular, dürttülerse de kımıldatamadılar. Yüzünü geri, Yemen'e çevirdilerinde hemen kalkıyor koşmaya başlıyor, Mekke'ye Kâbe'ye doğru çevirdiklerinde yeniden yere çöküyordu. Çaresiz büyük fili yerinde bıraktılar, diğer fillerle yollarına devam ettiler. Mekkelilerin hepsi şehri boşaltarak civardaki kayalıklara ve mağaralara çekilmişlerdi. Neler olacağını merakla bekliyorlardı.
Kâbe'yi koruyacak hiç kimse kalmamıştı. Ebrehe'nin ordusu gayet kendinden emin, korkusuzca yol alıyordu. İşte böyle, yapacakları işin neticesinden hiç şüphe etmedikleri bir sırada akıllarına gelmeyen bir felaketle karşılaştılar. Deniz tarafından kırlangıca benzer kuşlar sürü halinde gelerek gökyüzünü adeta bir bulut gibi kapladılar. Kuşlardan her biri, ağızlarında ve pençelerinde taşıdıkları ufacık taşları ordunun üzerine bırakıveriyorlardı. Bu ufacık taşlar, hızla düştüklerinden, askerlerin miğferlerine bile rastlasa, delerek başlarına ve vücutlarına saplanıyordu.
Taşın deldiği vücuttan kan fışkırıyor, kanayan yerde yaralar meydana geliyordu. Ve etler parça parça dökülüyordu. Filler ürkmüş gerisin geri kaçarken kendi adamlarını çiğniyorlardı. Ordu darmadağın oldu. Herkes çığlıklar atarak sığınacak bir yer aramaya başladı. Ortalık cesetlerle doldu.
Ebrehe de vücudu yara içinde olduğu halde Yemen'e döndü ve orada öldü. Bu olay Arapların Kâbe'ye bağlılıklarını, Ebrehe'nin düşündüğünün aksine büsbütün artırdı.
Ve o gün hem insanları ve hem de koca filleri minicik kuşlar ve onların attığı minicik taşlar perişan etti.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.