‘Cehennemde ebedi olarak kalacağım’
Harun Reşid'in emriyle Ehl-i Beyt soyundan insanları öldüren Humeyd bin Kahtaba et-Tâi et-Tûsi diyor ki: "Benim böyle bir günahım vardır. Resûlullah'ın evlatlarından altmışını öldürdüm, artık oruç ve namazımın bana ne faydası olabilir? Ben cehennemde ebedi olarak kalacağımdan şüphe etmiyorum"
10.09.2023 10:20:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş
Ubeydullah el-Bezzaz en-Nîşaburî şöyle diyor:
Humeyd bin Kahtaba et-Tâi et-Tûsi beni yanına çağırttı. Sofra açıldı, ben de Ramazan ayında oruçlu olduğumu unutmuştum. Hatırladığımda elimi sofradan çektim. Humeyd; "Neden yemiyorsun" diye sorduğunda şöyle cevap verdim: "Ey emir! Bu ay Ramazan ayıdır. Ben hasta değilim ve yemek yemem için de herhangi bir sebep yoktur. Herhalde sizin için bir özür vardır ki yemek yiyorsunuz." Bu sözüme karşılık şöyle dedi: "Benim için yemek yememe sebep olabilecek herhangi bir özür yoktur. Üstelik sağlığım da yerindedir." Sonra gözlerinden yaşlar aktı ve ağladı.
Yemek yedikten sonra, "Sizi ağlatan nedir?" diye sordum. Cevabında şöyle dedi: "Hârun'ur-Reşid Tus'da olduğu zaman beni çağırdı. Oraya vardığımda yanında yanan bir mum ve kınından çıkmış yeşil bir kılıç gördüm. Karşısında ise kölesi ayakta bekliyordu. Bana, 'Emirel müminine karşı itaatin nasıldır?' dedi. Ben de, 'Malım ve canımla hizmetindeyim' dedim. Sonra eve dönmem için izin verdi. Kısa bir süre sonra görevlisi tekrar yanıma gelip, 'Emirel müminine icabet et' dedi. Ben kendi kendime şöyle dedim: 'Herhalde o beni öldürmeye niyetlenmiş, beni görünce de utanmıştı.' Tekrar yanına gittim. Bana, 'Emirel müminine olan itaatin nasıldır?' dedi. 'Malım, canım, ailem ve çocuklarımla' dediğimde güldü, sonra tekrar dönmem için izin verdi.
Eve döndüm. Kısa bir süre geçmeden yine beni çağırdı. Bana yine aynı soruyu sordu. Ben bu defasında şöyle dedim: 'Canım, malım, ailem, çocuklarım ve dinimle itaat ederim.' Hârun gülerek bana şöyle dedi: 'O zaman al bu kılıcı ve hizmetçinin sana emrettiği şeyleri yerine getir!'
Hizmetçi kılıcı alıp bana vererek kapısı kilitli bir eve götürdü. Kapıyı açtığı zaman o evin ortasında bir kuyu, üç tane kilitli oda vardı. O kapılardan birisini açtığında, içerisinde saçları uzamış kâküllü yirmi tane zincirlerle bağlanmış yaşlı, genç erkek gördüm. Hizmetçi bana, 'Emirel müminin bunları öldürmeni emrediyor' dedi. Bunların hepsi Fâtıma ve Ali (a.s)'ın soyundan olan şahıslardı. Onları bir bir çıkarıp bana getiriyor, ben de boyunlarını vuruyordum. Sonuna kadar hepsinin boynunu vurdum. Köle ise bu ceset ve kafaların hepsini o kuyuya attı. Daha sonra başka bir odanın kapısını açtı. Orada da Fâtıma ve Ali (a.s)'ın soyundan olan zincirlerle bağlanmış yirmi tane seyit vardı. Hepsinin boyunlarını vurdum. Üçüncü oda da Fâtıma ve Ali (a.s)'ın evlatlarından yirmi tane erkek vardı. Onların da boyunlarını vuruyordum. O daha sonra cesetleri kuyuya atıyordu. Bu şekilde on dokuz tanesini öldürmüştüm, onlardan yalnızca yaşlı, uzun saçlı birisi kalmıştı. Bana şöyle dedi: 'Ey uğursuz adam! Allah seni kahretsin! Kıyamet günü ceddim Resûlullah'ın yanına getirildiğinde nasıl bir mazeretin olacaktır? Oysa sen, Ali ve Fâtıma (a.s)'ın evlatlarından olan altmış kişiyi öldürdün.'
Bunları duyduğumda ellerim ve vücudum titremeye başladı. Köle bana sinirli bir şekilde bakarak beni bu durumdan men etti. Ben o yaşlı adamı da öldürdüm. Köle onu da kuyuya attı.
Benim böyle bir günahım vardır. Resûlullah'ın evlatlarından altmışını öldürdüm, artık oruç ve namazımın bana ne faydası olabilir? Ben cehennemde ebedi olarak kalacağımdan şüphe etmiyorum."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)
Humeyd bin Kahtaba et-Tâi et-Tûsi beni yanına çağırttı. Sofra açıldı, ben de Ramazan ayında oruçlu olduğumu unutmuştum. Hatırladığımda elimi sofradan çektim. Humeyd; "Neden yemiyorsun" diye sorduğunda şöyle cevap verdim: "Ey emir! Bu ay Ramazan ayıdır. Ben hasta değilim ve yemek yemem için de herhangi bir sebep yoktur. Herhalde sizin için bir özür vardır ki yemek yiyorsunuz." Bu sözüme karşılık şöyle dedi: "Benim için yemek yememe sebep olabilecek herhangi bir özür yoktur. Üstelik sağlığım da yerindedir." Sonra gözlerinden yaşlar aktı ve ağladı.
Yemek yedikten sonra, "Sizi ağlatan nedir?" diye sordum. Cevabında şöyle dedi: "Hârun'ur-Reşid Tus'da olduğu zaman beni çağırdı. Oraya vardığımda yanında yanan bir mum ve kınından çıkmış yeşil bir kılıç gördüm. Karşısında ise kölesi ayakta bekliyordu. Bana, 'Emirel müminine karşı itaatin nasıldır?' dedi. Ben de, 'Malım ve canımla hizmetindeyim' dedim. Sonra eve dönmem için izin verdi. Kısa bir süre sonra görevlisi tekrar yanıma gelip, 'Emirel müminine icabet et' dedi. Ben kendi kendime şöyle dedim: 'Herhalde o beni öldürmeye niyetlenmiş, beni görünce de utanmıştı.' Tekrar yanına gittim. Bana, 'Emirel müminine olan itaatin nasıldır?' dedi. 'Malım, canım, ailem ve çocuklarımla' dediğimde güldü, sonra tekrar dönmem için izin verdi.
Eve döndüm. Kısa bir süre geçmeden yine beni çağırdı. Bana yine aynı soruyu sordu. Ben bu defasında şöyle dedim: 'Canım, malım, ailem, çocuklarım ve dinimle itaat ederim.' Hârun gülerek bana şöyle dedi: 'O zaman al bu kılıcı ve hizmetçinin sana emrettiği şeyleri yerine getir!'
Hizmetçi kılıcı alıp bana vererek kapısı kilitli bir eve götürdü. Kapıyı açtığı zaman o evin ortasında bir kuyu, üç tane kilitli oda vardı. O kapılardan birisini açtığında, içerisinde saçları uzamış kâküllü yirmi tane zincirlerle bağlanmış yaşlı, genç erkek gördüm. Hizmetçi bana, 'Emirel müminin bunları öldürmeni emrediyor' dedi. Bunların hepsi Fâtıma ve Ali (a.s)'ın soyundan olan şahıslardı. Onları bir bir çıkarıp bana getiriyor, ben de boyunlarını vuruyordum. Sonuna kadar hepsinin boynunu vurdum. Köle ise bu ceset ve kafaların hepsini o kuyuya attı. Daha sonra başka bir odanın kapısını açtı. Orada da Fâtıma ve Ali (a.s)'ın soyundan olan zincirlerle bağlanmış yirmi tane seyit vardı. Hepsinin boyunlarını vurdum. Üçüncü oda da Fâtıma ve Ali (a.s)'ın evlatlarından yirmi tane erkek vardı. Onların da boyunlarını vuruyordum. O daha sonra cesetleri kuyuya atıyordu. Bu şekilde on dokuz tanesini öldürmüştüm, onlardan yalnızca yaşlı, uzun saçlı birisi kalmıştı. Bana şöyle dedi: 'Ey uğursuz adam! Allah seni kahretsin! Kıyamet günü ceddim Resûlullah'ın yanına getirildiğinde nasıl bir mazeretin olacaktır? Oysa sen, Ali ve Fâtıma (a.s)'ın evlatlarından olan altmış kişiyi öldürdün.'
Bunları duyduğumda ellerim ve vücudum titremeye başladı. Köle bana sinirli bir şekilde bakarak beni bu durumdan men etti. Ben o yaşlı adamı da öldürdüm. Köle onu da kuyuya attı.
Benim böyle bir günahım vardır. Resûlullah'ın evlatlarından altmışını öldürdüm, artık oruç ve namazımın bana ne faydası olabilir? Ben cehennemde ebedi olarak kalacağımdan şüphe etmiyorum."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)