Analiz:Recep BAHAR
Salı günkü dünya tarihinin en büyük, insanlığın yüz karası terör eyleminin ardından Amerika diken üstünde. Bu akıllara durgunluk veren 'terör ameliyesinin" ABD'li yöneticiler ve Amerikan halkı üzerinde yol açtığı korku, ürküntü, telaş, yılgınlık ve panik havası ülke semalarında bir hayalet gibi dolaşmaya devam ediyor.
Ülkenin askeri ve ekonomik büyüklüğünün sembolleri konumundaki binalar 'terör hareketiyle' bir anda tarumar edildi. Yetmedi, önceki gece 'yasama gücünün' sembolü konumundaki Senato Binası (Capitol Hill) bomba ihbarı nedeniyle boşaltıldı. Yürütme gücünün başı Başkan Bush'a birşeyler olur korkusuyla, Başkan Yardımcısı Dick Chenney Camp David'e götürüldü. Bir düğmeye basarak tüm dünyayı nükleer cehenneme çevirebilecek bir insan yani ABD Başkanı'nın can güvenliğinin olmadığı bir halet-i ruhiye içinde Amerika.
ABD'deki kamu binaları yapılan asılsız bomba ihbarları neticesinde habire boşaltılıp duruyor. İnsanlar kalabalık ortamlardan öcü gibi kaçıyor. Halkın çoğu bu 'dehşet günlerini' evinde geçirmeyi tercih ediyor. Bu 'korku' durumu sadece teröre maruz kalmış New York ve Washington D.C gibi kentleri değil, aynı zamanda tüm ABD şehirlerini etkisini altına almış durumda.
20. yüzyılda patlak vermiş, Avrupa ve Asya'da yaklaşık 65 milyon insanın canına mal olmuş iki dünya savaşından sivil halk bazında en küçük bir şekilde etkilenmemiş; 1945'ten 1990 yılına kadar süren klasik Soğuk Savaş döneminde vuku bulan onlarca bölgesel çatışmada tek bir sivil kaybetmemiş olan bir toplumun iki saat içinde, askeri ve ekonomi dallarında 30 bin yetişmiş insanını yitirmesi olağanüstü bir durumdur. İşte Amerikan halkı bu tarihte tanık olunmamış bu olağanüstü hali tüm hücrelerine yaşıyor.
Şiddeti belirsiz deprem
Amerikan toplumu, Marmara Bölgesi'nde yaşayan bizim gibilerin 17 Ağustos depremi sonrasındaki psikolojik halinin iki gömlek üst derecesini yaşıyor. O dönemde İstanbullular, büyük bir deprem beklentisiyle bir ay boyunca dışarıda gecelediler. Her artçı şokla birlikte dışarı fırladılar. Her an fayların harekete geçebileceği endişesi içindeydiler. Rahata ve programlı bir hayata alışmış Amerika halkı açısından durum çok, çok daha vahim. Çünkü, o dönemde bizler tehlikenin yer altından, tabiattan kaynaklandığının farkında iken; onlar tehlikenin nereden geldiğini bilemiyorlar. Üstelik bu 'dehşet havasını' oluşturanlar da kimliği meçhul insanlar. Üstelik kendi ülkelerine ait seçkin havayollarının seçkin uçaklarıyla!
Amerikan toplumu bu psikolojik havayı uzun yıllar, belki de hiç atlatamayacaktır. Artık dünyanın farklı köşelerinde (Örneğin Irak'ta, Somali'de) ülkelerinin askeri müdahalelerini büyük bir gururla ekranlarının başında temaşa eden, masum insanların toplu olarak ebedi hayata göçüşlerini içleri kıpırdamadan izleyen bu halk kitlesi; ilk kez "izleyen" değil, "izlenen" oldu. Bu durumun yol açtığı psikolojik yıkıntı 'nesilden nesile' miras kalacak türdendir.
İç destek olmadan asla
Salı günkü uçaklı intihar saldırıları, uzay savaşları konu edinmiş bilim kurgu yazarlarının 'hayal gücünü' aşan bir 'kurnazlık ve gelişmişlik' barındırıyor bünyesinde. Amerikalı uzmanlar, saldırıyı gerçekleştirenlerin ABD istihbaratından beslendiği konusunda artık tereddüt içinde bulunmuyor.
Çünkü, saldırıların düzenlendiği saatlerde Florida'da bulunan Başkan Bush, Washington'a dönmeye çalıştığı sırada, gizli servis yetkilileri, Başkan'ın uçağı Air Force One için, "Air Force One, bir sonraki hedefimiz" şeklinde bir mesaj almıştı. Bu mesaj iletilmeseydi, Başkan Bush belki de şu anda yaşamıyor olacaktı.
Burada en şaşırtıcı nokta, uçak kaçıran teröristlerin, "Air Force One, bir sonraki hedefimiz" şeklindeki mesajı, Beyaz Saray'ın çok gizli, özel şifresiyle iletmeleriydi.
Soru çok büyük: Teröristler Beyaz Saray şifrelerini nasıl ele geçirdiler? ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'in bir numaralı sanık sandalyesine oturttuğu ve Afganistan'a müdahale için yeterli şüpheyi oluşturduğunu varsaydığı Usame bin Ladin gibi eski bir CIA işbirlikçisinin bu şifrelere ulaşması mümkün mü? Bunun yanı sıra, teröristler, aralarında Beyaz Saray'ın şifresini kullanarak, ABD yönetimine ve halkına ne tür mesajlar iletmiş olabilirler?
Bu özel şifreli sözcüklerin kullanılmasının, Beyaz Saray, gizli servis, Federal Soruşturma Bürosu FBI, Federal Havacılık Kurumu veya Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA içinde de, teröristlerin yardımcılarının olduğuna işaret ettiği artık tartışılmaz bir gerçek. Bu da bizi ABD'nin kendi çelişkileri sonucunda, kendi içinden vurulduğunu gösteriyor.
Asıl patron kim?
Baş taşeron ABD'nin yeni dönemde düşman olarak toplumua lanse ettiği Usame bin Ladin olabilir. Ancak Amerikan Federal Araştırma Bürosu (FBI)'dan açıklanan bilgiler güvenilir değil. Ortada 'kuvvetli, en azından makul şüphe' bakımından hiç bir şey yok. Mesnetsiz suçlamalar var. Örneğin kamikaze pilotlar olarak suçlanan Suudi kardeşlerin 'tertemiz olduğunun' ortaya çıkması da bunun kanıtı. Amerikan istihbarat birimleri, tam bir çaresizlik içinde. Failleri bulacakları yerde, masum insanları suçlamanın kolaylığını yaşıyorlar.
Kesin olan şu ki, asıl patron ya ABD'nin içinde, ya da O'nun baş temsilcisi bu ülkede! Ve hiçbir güç bu asıl patrona ulaşamayacak.
Büyük Oyun yeniden başlıyor
ABD'de liderlerin demeçlerindeki sakin hava sürerken, savaş tamtamları da çalınmaya devam ediyor. Eylemin gerçekleştiği ilk andan bu yana hedefte bir değişiklik yok. Afganistan vurulacak tek ülke olarak öne çıkıyor, bilinçli bir şekilde çıkarılıyor. Peki neden Afganistan? Şunu açıkça vurgulamak istiyorum ki, Amerikalı yöneticiler artık sadece intikam hisleriyle hareket etmiyorlar. Başkan Bush üst üste Ulusal Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırarak, ABD'nin sahip olduğu dünya çapındaki egemen güç konumunun sağlama alınmasının hesaplarını yapıyor. Artık dış politika oluşturmanın gereği olan sükuneti takınıp, bu terör eylemlerinden yola çıkarak, "Hangi yarım kalmış hesabımızı kapatabiliriz? Küresel egemenliğimizi pekiştirecek hangi adımları atabiliriz?" açılımlarının peşindeler. Bu açıdan Afganistan'ın stratejik konumunu belirlemede yarar var:
Afganistan 19. yüzyıl boyunca Rusya ve İngiltere arasında süren Büyük Oyun'un sahasıydı. İngiltere, Afganistan üzerinden Orta Asya'ya hakim olmak; Güney Asya'daki (Hindistan ve Pakistan o zamanlar İngiliz sömürgesiydi) zengin kaynakları bünyesinde barındıran sömürgelerini emniyet altına almanın hesabı içindeydi. Rusya ise ta 16. yüzyılda oluşturulmuş strateji gereği sıcak denizlere inmek istiyordu. İki ülke arasındaki bu çekişme aynı zamanda Rusya'yı bir numaralı düşman edinmiş Osmanlı Devleti'nin de ömrünün uzamasını beraberinde getiriyordu. Büyük Oyun mücadelesinin bir parçası olarak İngiltere ve Fransa'nın 1853-56 yılları arasında süren Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yanında savaşa girmeleri de Rusya'nın sıcak denizlere inme siyasetinin önüne set çekmek amacıyla yapılmıştı.
Gelelim günümüze... Günümüz dünyasının en stratejik bölgesi kuşkusuz Orta Asya'dır. Orta Asya, jeopolitik uzmanları tarafından 'dünyanın kalbi (Heartland-merkez bölge)' olarak adlandırılmaktadır. Dünyanın en zengin doğal gaz ve petrol kaynakları bu bölgenin altında yatmaktadır. Oysa ABD, bu bölgeleri istediği gibi nüfuz edemiyor. Hem Rusya, hem de Çin engeliyle karşılaşıyor.
Hedef Çin'i çevrelemek
Batı dünyasında yayınlanan ve üniversitelerin uluslararası ilişkiler bölümlerinde okutulan ders kitaplarında (Mesela Kegley-Wittkopf ikilisinin yazdığı World Politics (Dünya Politikası); Berridge'nin kaleme aldığı İnternational Politics (Uluslararası Politika); Baylis'in derlediği Globalization of World Politics (Dünya Siyasetinin Küreselleşmesi) adlı kitaplarda 21. yüzyılda ABD egemenliğine meydan okuyabilecek birinci güç olarak Çin; ikinci derecede güçler olarak Rusya, Almanya ve Japonya gösterilmektedir. Yani Amerikalı diplomat adayları, bu zihniyetle yetiştirilmektedir. ABD yönetimi işte son terör eylemlerinden yola çıkarak, tıpkı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'ne karşı uyguladığı güneyden "çevreleme politikasını" yeni dönemde hem Çin'e, hem de Rusya'ya karşı uygulamaya çalışacaktır. Washington'un bunu gerçekleştirebilmesinin yolu da Afganistan'ı işgalden; oradaki belirsizliği ortadan kaldırmaktan geçiyor.
Ortadoğu'dan sonra
Orta ve Güney Asya
Bilindiği gibi bundan 11 yıl önce eski bir tescilli CIA ajanı olan Saddam Hüseyin, Kuveyt'i işgal ederek, ABD'nin Körfez Bölgesi'ne yerleşmesinin yolunu açmıştı. Körfez Savaşı'nda çoluk-çocuk yaklaşık 500 bin Iraklı Amerikan bombaları sonucunda hayatını yitirmişti. Ama savaşın müsebbibi olan Saddam Hüseyin koltuğunun başında bırakılmıştı! Üstelik savaş sonrasında Kuzey Irak'ta Kürtlere, Güney Irak'ta ise Şii Araplara saldırmasına müsaade edilmişti. Bu savaşla birlikte ABD, Ortadoğu'daki egemenliğini pekiştirdi.
Şimdi sıra Güney Asya'ya geldi. Sam Amca'nın hedefini yukarıda belirttik: Çin ve Rusya'yı kuşatmak, Güney Asya'da Pakistan'ı kontrol altında tutmak ve Orta Asya'daki doğal kaynakların dağılımını kontrol etmek.
Geleceğe dönük yapılan analizlerde, 10 yıl sonra Çin'in ekonomik güç açısından ABD'yi geçeceğine işaret ediliyor. BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkı bulunan, ekonomik olarak bir numara olan Çin'in bu durumda Orta Doğu'dan Latin Amerika'ya küresel politikalar izlemesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durum ABD'nin egemenliğine son verecektir. Washington'daki düşünce üretim merkezlerinde çalışan strateji uzmanları, bu gidişatı durdurmak için rapor üstüne rapor hazırlıyorlar. Bu eylemler ABD'nin harekete geçmesi için tam da 'bahane' oluşturuyor.
Tıpkı Saddam Hüseyin vakasında olduğu gibi Usame bin Ladin'e büyük ihtimalle bir şey yapılmayacak. Ama onun üzerinden ABD, stratejik hesaplarını bir bir gerçekleştirecek.
Sonuç olarak, Büyük Oyun yeniden oynanıyor.
Bu bağlamda Türkiye'nin izlemesi gereken politikayı yarın tarihsel perspektifle değerlendireceğiz.
Salı günkü dünya tarihinin en büyük, insanlığın yüz karası terör eyleminin ardından Amerika diken üstünde. Bu akıllara durgunluk veren 'terör ameliyesinin" ABD'li yöneticiler ve Amerikan halkı üzerinde yol açtığı korku, ürküntü, telaş, yılgınlık ve panik havası ülke semalarında bir hayalet gibi dolaşmaya devam ediyor.
Ülkenin askeri ve ekonomik büyüklüğünün sembolleri konumundaki binalar 'terör hareketiyle' bir anda tarumar edildi. Yetmedi, önceki gece 'yasama gücünün' sembolü konumundaki Senato Binası (Capitol Hill) bomba ihbarı nedeniyle boşaltıldı. Yürütme gücünün başı Başkan Bush'a birşeyler olur korkusuyla, Başkan Yardımcısı Dick Chenney Camp David'e götürüldü. Bir düğmeye basarak tüm dünyayı nükleer cehenneme çevirebilecek bir insan yani ABD Başkanı'nın can güvenliğinin olmadığı bir halet-i ruhiye içinde Amerika.
ABD'deki kamu binaları yapılan asılsız bomba ihbarları neticesinde habire boşaltılıp duruyor. İnsanlar kalabalık ortamlardan öcü gibi kaçıyor. Halkın çoğu bu 'dehşet günlerini' evinde geçirmeyi tercih ediyor. Bu 'korku' durumu sadece teröre maruz kalmış New York ve Washington D.C gibi kentleri değil, aynı zamanda tüm ABD şehirlerini etkisini altına almış durumda.
20. yüzyılda patlak vermiş, Avrupa ve Asya'da yaklaşık 65 milyon insanın canına mal olmuş iki dünya savaşından sivil halk bazında en küçük bir şekilde etkilenmemiş; 1945'ten 1990 yılına kadar süren klasik Soğuk Savaş döneminde vuku bulan onlarca bölgesel çatışmada tek bir sivil kaybetmemiş olan bir toplumun iki saat içinde, askeri ve ekonomi dallarında 30 bin yetişmiş insanını yitirmesi olağanüstü bir durumdur. İşte Amerikan halkı bu tarihte tanık olunmamış bu olağanüstü hali tüm hücrelerine yaşıyor.
Şiddeti belirsiz deprem
Amerikan toplumu, Marmara Bölgesi'nde yaşayan bizim gibilerin 17 Ağustos depremi sonrasındaki psikolojik halinin iki gömlek üst derecesini yaşıyor. O dönemde İstanbullular, büyük bir deprem beklentisiyle bir ay boyunca dışarıda gecelediler. Her artçı şokla birlikte dışarı fırladılar. Her an fayların harekete geçebileceği endişesi içindeydiler. Rahata ve programlı bir hayata alışmış Amerika halkı açısından durum çok, çok daha vahim. Çünkü, o dönemde bizler tehlikenin yer altından, tabiattan kaynaklandığının farkında iken; onlar tehlikenin nereden geldiğini bilemiyorlar. Üstelik bu 'dehşet havasını' oluşturanlar da kimliği meçhul insanlar. Üstelik kendi ülkelerine ait seçkin havayollarının seçkin uçaklarıyla!
Amerikan toplumu bu psikolojik havayı uzun yıllar, belki de hiç atlatamayacaktır. Artık dünyanın farklı köşelerinde (Örneğin Irak'ta, Somali'de) ülkelerinin askeri müdahalelerini büyük bir gururla ekranlarının başında temaşa eden, masum insanların toplu olarak ebedi hayata göçüşlerini içleri kıpırdamadan izleyen bu halk kitlesi; ilk kez "izleyen" değil, "izlenen" oldu. Bu durumun yol açtığı psikolojik yıkıntı 'nesilden nesile' miras kalacak türdendir.
İç destek olmadan asla
Salı günkü uçaklı intihar saldırıları, uzay savaşları konu edinmiş bilim kurgu yazarlarının 'hayal gücünü' aşan bir 'kurnazlık ve gelişmişlik' barındırıyor bünyesinde. Amerikalı uzmanlar, saldırıyı gerçekleştirenlerin ABD istihbaratından beslendiği konusunda artık tereddüt içinde bulunmuyor.
Çünkü, saldırıların düzenlendiği saatlerde Florida'da bulunan Başkan Bush, Washington'a dönmeye çalıştığı sırada, gizli servis yetkilileri, Başkan'ın uçağı Air Force One için, "Air Force One, bir sonraki hedefimiz" şeklinde bir mesaj almıştı. Bu mesaj iletilmeseydi, Başkan Bush belki de şu anda yaşamıyor olacaktı.
Burada en şaşırtıcı nokta, uçak kaçıran teröristlerin, "Air Force One, bir sonraki hedefimiz" şeklindeki mesajı, Beyaz Saray'ın çok gizli, özel şifresiyle iletmeleriydi.
Soru çok büyük: Teröristler Beyaz Saray şifrelerini nasıl ele geçirdiler? ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'in bir numaralı sanık sandalyesine oturttuğu ve Afganistan'a müdahale için yeterli şüpheyi oluşturduğunu varsaydığı Usame bin Ladin gibi eski bir CIA işbirlikçisinin bu şifrelere ulaşması mümkün mü? Bunun yanı sıra, teröristler, aralarında Beyaz Saray'ın şifresini kullanarak, ABD yönetimine ve halkına ne tür mesajlar iletmiş olabilirler?
Bu özel şifreli sözcüklerin kullanılmasının, Beyaz Saray, gizli servis, Federal Soruşturma Bürosu FBI, Federal Havacılık Kurumu veya Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA içinde de, teröristlerin yardımcılarının olduğuna işaret ettiği artık tartışılmaz bir gerçek. Bu da bizi ABD'nin kendi çelişkileri sonucunda, kendi içinden vurulduğunu gösteriyor.
Asıl patron kim?
Baş taşeron ABD'nin yeni dönemde düşman olarak toplumua lanse ettiği Usame bin Ladin olabilir. Ancak Amerikan Federal Araştırma Bürosu (FBI)'dan açıklanan bilgiler güvenilir değil. Ortada 'kuvvetli, en azından makul şüphe' bakımından hiç bir şey yok. Mesnetsiz suçlamalar var. Örneğin kamikaze pilotlar olarak suçlanan Suudi kardeşlerin 'tertemiz olduğunun' ortaya çıkması da bunun kanıtı. Amerikan istihbarat birimleri, tam bir çaresizlik içinde. Failleri bulacakları yerde, masum insanları suçlamanın kolaylığını yaşıyorlar.
Kesin olan şu ki, asıl patron ya ABD'nin içinde, ya da O'nun baş temsilcisi bu ülkede! Ve hiçbir güç bu asıl patrona ulaşamayacak.
Büyük Oyun yeniden başlıyor
ABD'de liderlerin demeçlerindeki sakin hava sürerken, savaş tamtamları da çalınmaya devam ediyor. Eylemin gerçekleştiği ilk andan bu yana hedefte bir değişiklik yok. Afganistan vurulacak tek ülke olarak öne çıkıyor, bilinçli bir şekilde çıkarılıyor. Peki neden Afganistan? Şunu açıkça vurgulamak istiyorum ki, Amerikalı yöneticiler artık sadece intikam hisleriyle hareket etmiyorlar. Başkan Bush üst üste Ulusal Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırarak, ABD'nin sahip olduğu dünya çapındaki egemen güç konumunun sağlama alınmasının hesaplarını yapıyor. Artık dış politika oluşturmanın gereği olan sükuneti takınıp, bu terör eylemlerinden yola çıkarak, "Hangi yarım kalmış hesabımızı kapatabiliriz? Küresel egemenliğimizi pekiştirecek hangi adımları atabiliriz?" açılımlarının peşindeler. Bu açıdan Afganistan'ın stratejik konumunu belirlemede yarar var:
Afganistan 19. yüzyıl boyunca Rusya ve İngiltere arasında süren Büyük Oyun'un sahasıydı. İngiltere, Afganistan üzerinden Orta Asya'ya hakim olmak; Güney Asya'daki (Hindistan ve Pakistan o zamanlar İngiliz sömürgesiydi) zengin kaynakları bünyesinde barındıran sömürgelerini emniyet altına almanın hesabı içindeydi. Rusya ise ta 16. yüzyılda oluşturulmuş strateji gereği sıcak denizlere inmek istiyordu. İki ülke arasındaki bu çekişme aynı zamanda Rusya'yı bir numaralı düşman edinmiş Osmanlı Devleti'nin de ömrünün uzamasını beraberinde getiriyordu. Büyük Oyun mücadelesinin bir parçası olarak İngiltere ve Fransa'nın 1853-56 yılları arasında süren Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yanında savaşa girmeleri de Rusya'nın sıcak denizlere inme siyasetinin önüne set çekmek amacıyla yapılmıştı.
Gelelim günümüze... Günümüz dünyasının en stratejik bölgesi kuşkusuz Orta Asya'dır. Orta Asya, jeopolitik uzmanları tarafından 'dünyanın kalbi (Heartland-merkez bölge)' olarak adlandırılmaktadır. Dünyanın en zengin doğal gaz ve petrol kaynakları bu bölgenin altında yatmaktadır. Oysa ABD, bu bölgeleri istediği gibi nüfuz edemiyor. Hem Rusya, hem de Çin engeliyle karşılaşıyor.
Hedef Çin'i çevrelemek
Batı dünyasında yayınlanan ve üniversitelerin uluslararası ilişkiler bölümlerinde okutulan ders kitaplarında (Mesela Kegley-Wittkopf ikilisinin yazdığı World Politics (Dünya Politikası); Berridge'nin kaleme aldığı İnternational Politics (Uluslararası Politika); Baylis'in derlediği Globalization of World Politics (Dünya Siyasetinin Küreselleşmesi) adlı kitaplarda 21. yüzyılda ABD egemenliğine meydan okuyabilecek birinci güç olarak Çin; ikinci derecede güçler olarak Rusya, Almanya ve Japonya gösterilmektedir. Yani Amerikalı diplomat adayları, bu zihniyetle yetiştirilmektedir. ABD yönetimi işte son terör eylemlerinden yola çıkarak, tıpkı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'ne karşı uyguladığı güneyden "çevreleme politikasını" yeni dönemde hem Çin'e, hem de Rusya'ya karşı uygulamaya çalışacaktır. Washington'un bunu gerçekleştirebilmesinin yolu da Afganistan'ı işgalden; oradaki belirsizliği ortadan kaldırmaktan geçiyor.
Ortadoğu'dan sonra
Orta ve Güney Asya
Bilindiği gibi bundan 11 yıl önce eski bir tescilli CIA ajanı olan Saddam Hüseyin, Kuveyt'i işgal ederek, ABD'nin Körfez Bölgesi'ne yerleşmesinin yolunu açmıştı. Körfez Savaşı'nda çoluk-çocuk yaklaşık 500 bin Iraklı Amerikan bombaları sonucunda hayatını yitirmişti. Ama savaşın müsebbibi olan Saddam Hüseyin koltuğunun başında bırakılmıştı! Üstelik savaş sonrasında Kuzey Irak'ta Kürtlere, Güney Irak'ta ise Şii Araplara saldırmasına müsaade edilmişti. Bu savaşla birlikte ABD, Ortadoğu'daki egemenliğini pekiştirdi.
Şimdi sıra Güney Asya'ya geldi. Sam Amca'nın hedefini yukarıda belirttik: Çin ve Rusya'yı kuşatmak, Güney Asya'da Pakistan'ı kontrol altında tutmak ve Orta Asya'daki doğal kaynakların dağılımını kontrol etmek.
Geleceğe dönük yapılan analizlerde, 10 yıl sonra Çin'in ekonomik güç açısından ABD'yi geçeceğine işaret ediliyor. BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkı bulunan, ekonomik olarak bir numara olan Çin'in bu durumda Orta Doğu'dan Latin Amerika'ya küresel politikalar izlemesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durum ABD'nin egemenliğine son verecektir. Washington'daki düşünce üretim merkezlerinde çalışan strateji uzmanları, bu gidişatı durdurmak için rapor üstüne rapor hazırlıyorlar. Bu eylemler ABD'nin harekete geçmesi için tam da 'bahane' oluşturuyor.
Tıpkı Saddam Hüseyin vakasında olduğu gibi Usame bin Ladin'e büyük ihtimalle bir şey yapılmayacak. Ama onun üzerinden ABD, stratejik hesaplarını bir bir gerçekleştirecek.
Sonuç olarak, Büyük Oyun yeniden oynanıyor.
Bu bağlamda Türkiye'nin izlemesi gereken politikayı yarın tarihsel perspektifle değerlendireceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.