Uzun bir aradan sonra siz muhterem okuyucularımla beraberiz. Bugün sizlere Doç. Dr. Sefa Saygılı Bey'in kaleme aldığı rahmetli, Prof. Dr. Ayhan Songar'ın hayatı ve makalelerini derlediği eserin ilk makalesini aktaracağım...
Makale 18.1.1997 tarihinde Türkiye gazetesinde yayınlanmış... Şöyle diyor Prof. Dr. Ayhan Songar; "... Komşu deyince aklıma önce, Allah Resulünün "komşusu açken tok yatan bizden değildir" mealindeki hadis-i şerifleri gelir. Senelerce evvel trenle Avrupa'ya gidiyordum. Kompartıman arkadaşım bir Fransız eczacı... O devirde komünist Bulgaristan ve Yugoslavya'yı geçerken vagonların kapıları kilitlenir yolcuların istasyonlarda inmemeleri için her kapının önüne de birer silahlı nöbetçi dikilirdi. Sanki memleketlerini kaçıracaktık. Bizim yolculukta da öyle oldu. Sofya'da durduk ama inmek, birşeyler almak, şöyle bir karın doyurmak mümkün değil. Trende lokantalı vagon da yok. Bu durumu bildiğim için önceden hazırlıklı idim, hanımımın hazırlayıp yanıma verdiği nevalemi açıp yemeğe başladım, ama bu arada bizim Fransız "komşu"yu da buyur etmeyi elbette unutmadım. Adam kıpkızıl aç... Pek sevindi verdiğim yiyeceklere, sonra da gözlerinde endişe dolu bir bakışla bana "peki ben size bunun karşılığında ne vereceğim, benim yanımda yiyeceğim yok ki?" diye sormayı ihmal etmedi. Ona "biri yer biri bakar" kıssasını anlattım ve bir de insanların yiyeceklerini komşuları ile paylaşmalarının adet olduğunu söyledim. Çok şaşırdı bizim medeni Avrupalı bu işe ve tekrar tekrar teşekkür etmekten kendini alamadı.
Bir başka hatıram... 1970'li yıllarda muayenehanemde yangın çıktı ve bütün kat yandı. Hadise gece geç saatlerde oluyordu. İtfaiye gelmiş camları kırmış ve içeriye su basarak yangını söndürmüş. Ertesi sabah harabe haline gelmiş iş yerimde dolaşırken alt kattaki muayenehane komşum, genç meslektaşım geldi. Kendisini pek tanımıyordum. O güne kadar karşı karşıya gelip konuşmamıştık hiç. İtfaiyenin bastığı su elbette onun muayenehanesini berbat etmiş, fizik tedavi uzmanı olan bu meslektaşımın onca kıymetli cihazını kullanılamaz hale getirmiş. Ben komşumun uğradığı zararın hesabını benden soracak diye beklediğim için kendisinden özür dilemeye kalktım. Halbuki bu genç meslektaşım o gün bana büyük bir insanlık ve ahlak abidesi örneği vermişti.
"Aman efendim, siz ne söylüyorsunuz yangın bu, benim katım da yanabilirdi. Komşumuza karşı üç beş aletin lafı mı olur? Benim buraya gelmemim sebebi size muayenehanemin anahtarını getirmek içindi. Sizin iş yeriniz tamir oluncaya kadar buyurun, benim muayenehanemin yarısı sizin, orada çalışın..."
İşte kendisine ikram edilen bir kaç dilim peynir ekmeğin bedelini soran Fransız ile uğradığı büyük zararı elinin tersiyle bir kenara itip komşusuna yardıma koşan Türk'ün terbiyesi, inancı, ahlakı ve töresi arasındaki fark..."
Prof. Dr. Ayhan Songar hocamız makalesinin son cümlesinde "gönül ister ki çizgiyi kaybetmeyelim" diyor.
Bu çizgi öyle anlamlı öyle önemli çizgi ki tarihin ulu çınar gibi dünyayı serinlettiği, İslam ahlakının dalga dalga yayıldığı topraklarda mahalleler, beldeler, vilayetler bu çizginin doğruluğu ve ihlası ile huzur buldu.
Bir İstanbul beyefendisi olan rahmetli Ayhan Songar ilmi, ahlakı, örnek kişiliği ile hem yaşadı hem de yazdı.
Körü körüne betonlaşan, üstüste yığılan taşlar gibi hissiz apartmanların, blokların, sitelerin komşuluğu, dostluğu, hamiyeti, kardeşliği, vefayı, hak ve hukuku insanlık hissiyatını nasıl taşa çevirdiğini, değirmen taşı altında nasıl öğütülüp bozulduğunu hep beraber görüyoruz.
Yukarıda bahsi geçen iki ibretli tablodan bir kıyaslamaya girişirsek Türk insanının töresinden, kültüründen, dininden gelen ahlakî şahsiyetinin nasıl gönülleri aydınlattığına, hem komşuyu, hem mahalleyi, hem dünyayı bu ahlak abidelerinin aydınlatacağına bir kez daha şahit oluyoruz.
Ve bu eşsiz misaller tarihin derununda, milletimizin gönül hazinesinde şekillenmiş iken bugün kargaların menfaatçi taksimatı gibi Fransızın ve Avrupalı'nın maddeci anlayışına şu milletin gönül hazinelerini bir paçavra kadar değersiz görenlere ne demeli bilmem...
Belki söz uzadı ama şu misali vermek istiyorum: Adamlar globalleşme, küreselleşme diyerek bir nakarat tutturdular, güya bununla dünyaya huzur gelecek. Hani hepsi birden toplanmış çamurdan Ağrı Dağı büyüklüğünde elmas yapmışlar. Ve diyorlar ki işte bu elmas ile dünya kurtulur. Bizde ise kucak dolusu elmaslar var... Elbette onların çamurlarından değerlidir.
Bizim insanımızdaki vefa, doğruluk, komşu hakkına riayet, anne sevgisi, evlat sevgisi, arkadaşlık, iyilik gibi manevi dinamikler, gönül zenginlikleri bir zamanlar bütün dünyayı cezbediyor, hayrette bırakıyor, gönüllere akıyordu...
Fert fert insanımızı abide-i şahsiyet olur
İnsanına sahip çıkanlar, abad olur şeref bulur
Bir makalede "komşu hakkı" iki ibret levhası
Örnek oldu Türk genci yazıldı ser levhası...
Mustafa Sabri
Makale 18.1.1997 tarihinde Türkiye gazetesinde yayınlanmış... Şöyle diyor Prof. Dr. Ayhan Songar; "... Komşu deyince aklıma önce, Allah Resulünün "komşusu açken tok yatan bizden değildir" mealindeki hadis-i şerifleri gelir. Senelerce evvel trenle Avrupa'ya gidiyordum. Kompartıman arkadaşım bir Fransız eczacı... O devirde komünist Bulgaristan ve Yugoslavya'yı geçerken vagonların kapıları kilitlenir yolcuların istasyonlarda inmemeleri için her kapının önüne de birer silahlı nöbetçi dikilirdi. Sanki memleketlerini kaçıracaktık. Bizim yolculukta da öyle oldu. Sofya'da durduk ama inmek, birşeyler almak, şöyle bir karın doyurmak mümkün değil. Trende lokantalı vagon da yok. Bu durumu bildiğim için önceden hazırlıklı idim, hanımımın hazırlayıp yanıma verdiği nevalemi açıp yemeğe başladım, ama bu arada bizim Fransız "komşu"yu da buyur etmeyi elbette unutmadım. Adam kıpkızıl aç... Pek sevindi verdiğim yiyeceklere, sonra da gözlerinde endişe dolu bir bakışla bana "peki ben size bunun karşılığında ne vereceğim, benim yanımda yiyeceğim yok ki?" diye sormayı ihmal etmedi. Ona "biri yer biri bakar" kıssasını anlattım ve bir de insanların yiyeceklerini komşuları ile paylaşmalarının adet olduğunu söyledim. Çok şaşırdı bizim medeni Avrupalı bu işe ve tekrar tekrar teşekkür etmekten kendini alamadı.
Bir başka hatıram... 1970'li yıllarda muayenehanemde yangın çıktı ve bütün kat yandı. Hadise gece geç saatlerde oluyordu. İtfaiye gelmiş camları kırmış ve içeriye su basarak yangını söndürmüş. Ertesi sabah harabe haline gelmiş iş yerimde dolaşırken alt kattaki muayenehane komşum, genç meslektaşım geldi. Kendisini pek tanımıyordum. O güne kadar karşı karşıya gelip konuşmamıştık hiç. İtfaiyenin bastığı su elbette onun muayenehanesini berbat etmiş, fizik tedavi uzmanı olan bu meslektaşımın onca kıymetli cihazını kullanılamaz hale getirmiş. Ben komşumun uğradığı zararın hesabını benden soracak diye beklediğim için kendisinden özür dilemeye kalktım. Halbuki bu genç meslektaşım o gün bana büyük bir insanlık ve ahlak abidesi örneği vermişti.
"Aman efendim, siz ne söylüyorsunuz yangın bu, benim katım da yanabilirdi. Komşumuza karşı üç beş aletin lafı mı olur? Benim buraya gelmemim sebebi size muayenehanemin anahtarını getirmek içindi. Sizin iş yeriniz tamir oluncaya kadar buyurun, benim muayenehanemin yarısı sizin, orada çalışın..."
İşte kendisine ikram edilen bir kaç dilim peynir ekmeğin bedelini soran Fransız ile uğradığı büyük zararı elinin tersiyle bir kenara itip komşusuna yardıma koşan Türk'ün terbiyesi, inancı, ahlakı ve töresi arasındaki fark..."
Prof. Dr. Ayhan Songar hocamız makalesinin son cümlesinde "gönül ister ki çizgiyi kaybetmeyelim" diyor.
Bu çizgi öyle anlamlı öyle önemli çizgi ki tarihin ulu çınar gibi dünyayı serinlettiği, İslam ahlakının dalga dalga yayıldığı topraklarda mahalleler, beldeler, vilayetler bu çizginin doğruluğu ve ihlası ile huzur buldu.
Bir İstanbul beyefendisi olan rahmetli Ayhan Songar ilmi, ahlakı, örnek kişiliği ile hem yaşadı hem de yazdı.
Körü körüne betonlaşan, üstüste yığılan taşlar gibi hissiz apartmanların, blokların, sitelerin komşuluğu, dostluğu, hamiyeti, kardeşliği, vefayı, hak ve hukuku insanlık hissiyatını nasıl taşa çevirdiğini, değirmen taşı altında nasıl öğütülüp bozulduğunu hep beraber görüyoruz.
Yukarıda bahsi geçen iki ibretli tablodan bir kıyaslamaya girişirsek Türk insanının töresinden, kültüründen, dininden gelen ahlakî şahsiyetinin nasıl gönülleri aydınlattığına, hem komşuyu, hem mahalleyi, hem dünyayı bu ahlak abidelerinin aydınlatacağına bir kez daha şahit oluyoruz.
Ve bu eşsiz misaller tarihin derununda, milletimizin gönül hazinesinde şekillenmiş iken bugün kargaların menfaatçi taksimatı gibi Fransızın ve Avrupalı'nın maddeci anlayışına şu milletin gönül hazinelerini bir paçavra kadar değersiz görenlere ne demeli bilmem...
Belki söz uzadı ama şu misali vermek istiyorum: Adamlar globalleşme, küreselleşme diyerek bir nakarat tutturdular, güya bununla dünyaya huzur gelecek. Hani hepsi birden toplanmış çamurdan Ağrı Dağı büyüklüğünde elmas yapmışlar. Ve diyorlar ki işte bu elmas ile dünya kurtulur. Bizde ise kucak dolusu elmaslar var... Elbette onların çamurlarından değerlidir.
Bizim insanımızdaki vefa, doğruluk, komşu hakkına riayet, anne sevgisi, evlat sevgisi, arkadaşlık, iyilik gibi manevi dinamikler, gönül zenginlikleri bir zamanlar bütün dünyayı cezbediyor, hayrette bırakıyor, gönüllere akıyordu...
Fert fert insanımızı abide-i şahsiyet olur
İnsanına sahip çıkanlar, abad olur şeref bulur
Bir makalede "komşu hakkı" iki ibret levhası
Örnek oldu Türk genci yazıldı ser levhası...
Mustafa Sabri
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.