Başlıktaki bu cümle, tüm Beykozluların ve rahmetlik babamın çok sevdiği, Beykoz'da yaşamış Medineli Hafız Hacı Osman Akfırat'a ait.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamız "Hoş Geldin Atatürk" eserinde kendisini "Beykoz camii imamı" olarak anlatıyor.
Açıkçası kıymetli hocamızın eserini okuyana kadar bu önemli olayı bilmiyordum. Eserde bahsedilen imam efendinin de Hacı Osman Efendi olduğunu da sağolsunlar Beykoz'daki yaşlılarımız bize söylediler.
Doğrusu Prof. Dr. Haydar Baş hocamızdan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hafız olduğunu öğrenmiştik ama onun "müfessir" derecesinde ilim sahibi olduğunu bilmiyorduk.
Hacı Osman Efendi'nin Atatürk hakkında aşağıda anlattıklarını okuyunca, bir kısım cenahın geçmişte yaşanan bu önemli olayı neden gizlediğini ve gizleyenlerin "dinsiz Atatürk" algısı üzerine çalışan batı uşağı ajanlar olduğunu bir kez daha anladık aslında.
Uzatmayayım, olay aynen şöyle;
Beykoz camii imamı Hafız Hacı Osman Efendi, Atatürk'ün Beykoz'a gelişini ve kendisine sorduğu ilginç soruyu anlatıyor:
"Sıra gelmişken sizlere bütün ömrümce unutamayacağım bir hatıramı anlatayım da dinleyiniz.
Büyük inkılapların birbirini takip ettiği günlerdi. Ben o zaman Beykoz Camii'nde imamlık yapıyordum. Sarıkların yalnız vazife başında sarılacağı bildirildiği için camiden çıkınca şapka giyiyorduk.
Bir ikindi vakti iskelenin yanındaki kahvede oturuyordum. Bir an kahvenin önünde birkaç otomobil birden durdu. En önde duran otomobilden, o zamana kadar karşılaşmamış olduğum fakat görür görmez tanıdığım Atatürk çıktı. Sevincimden şaşkına dönmüştüm. Onun geldiği haberi o kadar çabuk yayılmıştı ki, bütün Beykozlular bir an içinde etrafını sardılar. Ben de kendimi toplayarak kalabalığın arasına karıştım. Onu çok yakından görebilmek için çok yakınlarına kadar yanaştım. Halkın sevinç nidaları uğultu halinde yükseliyor ve herkes biraz daha ileriye yaklaşmaya çalışıyordu. Atatürk, etrafına baktıktan ve halkı sükunete davet ettikten sonra şöyle dedi; 'Beykoz imamı burada mı, gelsin de konuşalım.'
Zaten tam karşısındaydım. Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve şöyle dedim; 'Buyur Paşam, konuşalım.'
Atatürk, sol avucunda duran üzümleri bana göstererek şöyle sordu: 'Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram, bize anlatsana?'
Şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap bulacaktım. Bir müddet düşündüm, aklıma bir şey gelmiyordu. Allah'tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem, aklıma gelen bir cümle dudaklarımdan döküldü: 'Paşam, karın sana helal de kızın niçin haram?'
Atatürk, bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme baktı başını sallayarak şöyle dedi: 'Hoca, sen alimsin, ben softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım.'
Ertesi günü saraya gittim. Beni karşısına oturttu, saatlerce bana Kur'an'dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti.
(Hacı Osman Efendi burada, 'O çok büyük adamdı, Allah rahmet eylesin' diye mırıldanıyor, gözlerinden dökülen yaşlar, beyaz top sakalından süzülüyordu)."
Devam ediyor Hacı Osman Efendi:
"Çanakkale zaferinin Mustafa Kemal Paşa için ayrı bir önemi olduğu malumdur.
Hani Mustafa Kemal'e 'dinsiz, inanmaz' diyorlar ya, onun Çanakkale'de şehit olanlar için her yıl Mevlid okuttuğuna ne diyecekler? Bu mevlitlerden birinde 1932 yılında bana görev tevdi edildi ve Veladet Bahri'ni okumam istendi.
Kürsüye çıktım, başladım okumaya, 'Bir acep nur kim güneş pervanesi' mısrama gelince bir fırtına koptu.
Her taraf toz duman içinde kaldı.
Zaten epeydir kara bulutlarla kapalı gök, bütün bütün karardı. Arkasından bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı.
Kürsünün etrafında ilahi ve teşvih okuyan hafızlar koşarak çardak altlarına sığındılar. Meydanda kimse kalmadı, fakat ben mevlide devam ettim. Sırılsıklam olduğum halde kıpırdamadım.
Beş dakika sonra yağmur dindi, hava açıldı. Her taraf güneş içinde idi.
O zümrüt yeşil ovada şehitlerimizin kokuları esmeye başladı. Mevlid de hitama erdi.
Hatm-i şerifler kıraat edildikten sonra İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi tarafından yapılan beliğ ve veciz bir dua ile merasim hitam buldu.
Bundan sonra şehitlerimizin kabirleri ziyaret edildi ve nutuklar irad olundu.
Tahsis edilen otomobillere binilerek Gelibolu'ya geldik. Motorla Çanakkale açıklarında hazır bulunan Gülcemal vapuruna binerek akşam üstüne doğru İstanbul'a döndük. Ertesi akşam Dolmabahçe Sarayına gittim. Atamın huzurlarına kabul edildim. Çanakkale merasiminin tafsilatını verirken bu fırtına bahsine gelince, Atatürk o yağmura ve rüzgara rağmen mevlide devam edişime o kadar mütehassis oldu ki hiç unutmam.
Elini tekrar tekrar masaya vurarak,
'Aferin hafızım, çok güzel yapmışsın, vazife başında iken taş yağsa insan yerinden kıpırdamaz' diye iltifatta bulundular."
- Şeyhler, dervişler, müritler... / 23.01.2020
- Aref iranlı olmasaydı / 04.03.2011
- Paranız yoksa faturaları ödemeyin! / 22.07.2010
- Bırakın Baykal'ı, siz kendinizi düşünün / 15.05.2010
- İngiliz yapar, Haydar Hoca yapamaz / 18.03.2010
- İmam dua etti, gökten soykırım yağdı / 13.03.2010
- Bir zahmet biri izah etsin / 25.07.2009
- Korkunç bir durum / 05.06.2009
- Özür dilerim / 21.11.2008