Önce nefsimizden başlayarak, neslimizden ve ailemizden başlayarak, evimizden-barkımızdan, yurdumuzdan, yuvamızdan başlayarak, köyümüze-kentimize, ilçemize-ilimiz ve dünyaya doğru dalga dalga bu rahmet ve mağfiret ikliminin rengini, kokusunu ve mührünü taşımalıyız.
Merkezden muhite, bu günden yarına, bu yıldan gelecek yıla, bu yüzyıldan gelecek yüzyıla, bu bin yıldan gelecek bin yıla bir aziz emanet olarak bu mukaddes mührü aktarmalıyız.
Adana'da Ağustos ayında oruçlu oruçlu tam on sekiz saat güneşin altında pamuk tarlasında çalışmış, dudakları çatlamış olan mümin ve mümine kardeşlerimizin; güneşin gitmeye, iftar saatinin gelmeye başladığı dakikalarda bir bardak suya özlemleri ne ise, ne kadarsa, tüm insanlığın Ramazan mührüne hasreti o kadardır. Belki kat kat fazladır.
Burada tasvir edilen insanların sofra önlerinde, su bardakları ellerinde ve çatlamış dudaklarını habire dilleri ile ıslatmaya çalışarak pür dikkat bekledikleri o ses; "Allah-u Ekber..." sesi, az sonra içecekleri o sudan duyacakları haz ve lezzet kadar, duyacakları ferahlık kadar tüm insanlığa haz ve lezzet bahşedecek, feraha kavuşacaktır.
Kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk bütün Müslümanların iftar saatlerinde tek vücut ve tek yürek halinde ezanı beklerken gösterdikleri hassasiyet, duygu birliği, eylem birliği diğer ilahi emirler karşısında da sergilenmelidir.
Ramazan; rahmet ve mağfiret bulutlarının sağanak yağmura dönüştüğü, merhamet rüzgarlarının estiği, gönüllerde cömertlik ve paylaşma çiçeklerinin tomurcuklandığı, aşk ve muhabbet güllerinin açtığı eşsiz bir iklimdir. Bu iklimin yaşanmadığı bir coğrafya elbette, kuraktır, çoraktır bütün bu insani özelliklerin duyulmadığı, tadılmadığı bir diyardır.
Ramazan, Müminler için bir mekteptir. Ramazan mektebinde müminler, Allah'a hesap vermenin alıştırmasını, eğitimini yaparlar. Paylaşmanın en doruk noktaya çıktığı, yüreklerin yufkalaştığı bir zaman dilimidir Ramazan. Bir ay boyunca oruç tutarak kilo verirsiniz, mükellef iseniz zekatınızı verirsiniz, gücünüz nispetinde sadaka verirsiniz, mutlaka fitrenizi verirsiniz komşulara, akrabalara, yoksullara iftar verirsiniz. Komşuların iftar sofrasına yemek verirsiniz. Gecenin bir vaktinde uyanır hemen pencereye koşarsınız, hangi komşunuzun lambası yanmıyor, sahura kalkamamışsa koşup uyandırırsınız ve vakit darıldığı için yemeğinizi ve ekmeğinizi sahura geç kalan komşunuzla paylaşırsınız. Bütün bunları yaparken sadece ve sadece tek beklentiniz vardır; o da Yaratıcının hoşnutluğunu kazanmaktır. Bir yoksulu iftar sofranıza buyur etmişseniz ya da bir komşunuza bir tas çorba göndermişseniz, duyduğunuz manevi haz milyarlarla ölçülmez.
Ramazan'ı olmayan, orucu, iftarı, sahuru, bayramı olmayan medeniyetlerin, kültürlerin mensupları bütün bu güzelliklerden mahrumdurlar. Bir güzelliği bilmeyenin, yaşamamış, tatmamış olanın başkasına yaşatması, tattırması, elbette ki mümkün değildir. Bugün dünya haritasına bir göz gezdirin göreceksiniz ki; zulmün sürdüğü, mazlumların feryadının arşa dayandığı, zengin-fakir arasındaki uçurumun korkunç boyutlara ulaştığı coğrafyalar, ülkeler, ya Ramazan mührünün hiç olmadığı, ya da silinmeye yüz tuttuğu ülkelerdir. O insanlar her zaman ve her fırsatta hep almanın peşindedirler. Maddi zenginlikler insanların kalbi ihtiyaçlarını gideremediği için en önemli yanları sürekli aç kalıyor, açık kalıyor ve bu açlık muhatapların her şeylerini aldıktan sonra canlarını dahi almaya gösterebiliyor.
Bugün her tarafta, her mahfilde edebiyatı çok yapılan ama kendisi ortalıkta gözükmeyen barışın, huzurun, paylaşmanın hayata geçirilmesi için Ramazan mührünün bütün mekanlara ve zamanlara taşınması gerekmektedir.
Sadece Allah'ın ve kendisinin bildiği yardımları ile karınları doymuş, bayramlıklarını giymiş olan yetimleri, öksüzleri seyretmenin bazı elbette ki milyon dolarlarla alınamaz, satılamaz.
Merkezden muhite, bu günden yarına, bu yıldan gelecek yıla, bu yüzyıldan gelecek yüzyıla, bu bin yıldan gelecek bin yıla bir aziz emanet olarak bu mukaddes mührü aktarmalıyız.
Adana'da Ağustos ayında oruçlu oruçlu tam on sekiz saat güneşin altında pamuk tarlasında çalışmış, dudakları çatlamış olan mümin ve mümine kardeşlerimizin; güneşin gitmeye, iftar saatinin gelmeye başladığı dakikalarda bir bardak suya özlemleri ne ise, ne kadarsa, tüm insanlığın Ramazan mührüne hasreti o kadardır. Belki kat kat fazladır.
Burada tasvir edilen insanların sofra önlerinde, su bardakları ellerinde ve çatlamış dudaklarını habire dilleri ile ıslatmaya çalışarak pür dikkat bekledikleri o ses; "Allah-u Ekber..." sesi, az sonra içecekleri o sudan duyacakları haz ve lezzet kadar, duyacakları ferahlık kadar tüm insanlığa haz ve lezzet bahşedecek, feraha kavuşacaktır.
Kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk bütün Müslümanların iftar saatlerinde tek vücut ve tek yürek halinde ezanı beklerken gösterdikleri hassasiyet, duygu birliği, eylem birliği diğer ilahi emirler karşısında da sergilenmelidir.
Ramazan; rahmet ve mağfiret bulutlarının sağanak yağmura dönüştüğü, merhamet rüzgarlarının estiği, gönüllerde cömertlik ve paylaşma çiçeklerinin tomurcuklandığı, aşk ve muhabbet güllerinin açtığı eşsiz bir iklimdir. Bu iklimin yaşanmadığı bir coğrafya elbette, kuraktır, çoraktır bütün bu insani özelliklerin duyulmadığı, tadılmadığı bir diyardır.
Ramazan, Müminler için bir mekteptir. Ramazan mektebinde müminler, Allah'a hesap vermenin alıştırmasını, eğitimini yaparlar. Paylaşmanın en doruk noktaya çıktığı, yüreklerin yufkalaştığı bir zaman dilimidir Ramazan. Bir ay boyunca oruç tutarak kilo verirsiniz, mükellef iseniz zekatınızı verirsiniz, gücünüz nispetinde sadaka verirsiniz, mutlaka fitrenizi verirsiniz komşulara, akrabalara, yoksullara iftar verirsiniz. Komşuların iftar sofrasına yemek verirsiniz. Gecenin bir vaktinde uyanır hemen pencereye koşarsınız, hangi komşunuzun lambası yanmıyor, sahura kalkamamışsa koşup uyandırırsınız ve vakit darıldığı için yemeğinizi ve ekmeğinizi sahura geç kalan komşunuzla paylaşırsınız. Bütün bunları yaparken sadece ve sadece tek beklentiniz vardır; o da Yaratıcının hoşnutluğunu kazanmaktır. Bir yoksulu iftar sofranıza buyur etmişseniz ya da bir komşunuza bir tas çorba göndermişseniz, duyduğunuz manevi haz milyarlarla ölçülmez.
Ramazan'ı olmayan, orucu, iftarı, sahuru, bayramı olmayan medeniyetlerin, kültürlerin mensupları bütün bu güzelliklerden mahrumdurlar. Bir güzelliği bilmeyenin, yaşamamış, tatmamış olanın başkasına yaşatması, tattırması, elbette ki mümkün değildir. Bugün dünya haritasına bir göz gezdirin göreceksiniz ki; zulmün sürdüğü, mazlumların feryadının arşa dayandığı, zengin-fakir arasındaki uçurumun korkunç boyutlara ulaştığı coğrafyalar, ülkeler, ya Ramazan mührünün hiç olmadığı, ya da silinmeye yüz tuttuğu ülkelerdir. O insanlar her zaman ve her fırsatta hep almanın peşindedirler. Maddi zenginlikler insanların kalbi ihtiyaçlarını gideremediği için en önemli yanları sürekli aç kalıyor, açık kalıyor ve bu açlık muhatapların her şeylerini aldıktan sonra canlarını dahi almaya gösterebiliyor.
Bugün her tarafta, her mahfilde edebiyatı çok yapılan ama kendisi ortalıkta gözükmeyen barışın, huzurun, paylaşmanın hayata geçirilmesi için Ramazan mührünün bütün mekanlara ve zamanlara taşınması gerekmektedir.
Sadece Allah'ın ve kendisinin bildiği yardımları ile karınları doymuş, bayramlıklarını giymiş olan yetimleri, öksüzleri seyretmenin bazı elbette ki milyon dolarlarla alınamaz, satılamaz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.