Bağımsız Türk yargısının kararlarını hiçe sayarak Bilgi Üniversitesi'nde Ermeni Konferansı tertip edilmesini teşvik ve tahrik eden AKP hükümeti, bu hareketiyle devletle yaşadığı çatışma halini gözler önüne serdi. Başbakan tüm hukuk ilkelerini hiçe sayarak, mahkemenin verdiği kararı eleştirdi, ve bu kararı çiğnemek görevini Adalet Bakanına tevdi etti.AKP hükümeti, devletle çatışan, devletle anlaşamayan ve bu yüzden de muktedir olamayan belki de tek hükümet örneğidir. Devletlerde hükümetler, başbakanlar, bakanlar ve diplomatlar değişse de, "devlet politikası" değişmez. Bu politika hükümetler üstüdür, başbakan üstüdür. Hükümetler, başbakanlar, bakanlar kendi icraatlarını bu politikaya uyduramaz, ancak ve ancak bu politikaya uyarlar, uymak zorundadırlar.Devlet idaresindeki bu olmazsa olmaz ilkeler maalesef AKP hükümeti döneminde yerle yeksan edildi. Devletle çatışan bir hükümet görüntüsüne ilk kez AKP'nin devr-i iktidarında tanık olduk. Bu çatışma, devlet için çok ciddi bir darbedir. Bu darbenin boyutlarını son 3 Ekim tartışmalarında, AB'nin Türkiye'ye dayattığı Çerçeve Belge'de daha net bir şekilde görmüş olduk. Aynı şekilde 17 Aralık Zirvesi'nde, 6 Ekim İlerleme Raporu'nda da AKP'nin devletle çatışmasının, devlet politikasını bir kenara bırakıp AKP politikasını ön plana çıkarmasının zararlarını ziyadesiyle yaşadık. Öncelikle şu soruya cevap vermemiz gerekiyor: Avrupa Birliği'ne üyelik bir devlet politikası mıdır, yoksa AKP'nin parti politikası mı?El cevap; birilerinin iddia ettiği gibi AB'ye girmek, asırlık bir proje ve Cumhuriyet'in kuruluş mantığının nihai sonucu değildir. Mustafa Kemal'in "muasır medeniyet" çıtasını AB gibi ölü doğmuş ve küresel güç olmaktan uzak bir birliğe kilitlemek Cumhuriyet'i kuran bağımsızlıkçı ruha en büyük hakarettir. Bu bakımdan AB'ye giriş, bir devlet politikası değildir. Türkiye'deki hükümetlerin dönem dönem başvurdukları ve belli bir istikrarı olmayan politikalarıdır. Özellikle AKP hükümeti döneminde AB'ye giriş, partinin ve maalesef Türkiye'nin tek hedefi olarak bilinçli bir şekilde tırmandırılmıştır. Medya ve sözde sivil toplum örgütlerinin de manipülatif propagandalarıyla bu macera, Türkiye'nin olmazsa olmaz tek politikası olarak kamuoyuna maledilmeye çalışılmıştır. Ancak gelinen son noktada bunun böyle olmadığı, AB'nin Türkiye'nin devlet politikası olmadığı ve hiçbir zaman olamayacağı net bir şekilde anlaşılmıştır. Türkiye, tarihinin en kritik sürecinden geçerken, AB'ye en önemli tavizlerin verilip çok tehlikeli tuzaklara imza atıldığı bir dönemin mimarlığını yapan AKP hükümeti bunu Türkiye adına yaptığını iddia etmektedir. Bir bakıma Türkiye'nin tasfiye süreci, Türkiye'ye maledilmektedir. 3 Ekim Çerçeve Belgesi'nin görüşüldüğü yer, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Milli Güvenlik Kurulu değil, AKP Genel Merkezi'dir. Türkiye'yi ciddi bir darboğaza sürükleyecek madde ve yükümlülüklerin bulunduğu bu belgeden Meclis'teki anamuhalefet partisi ve Cumhurbaşkanı Sezer son dakikada haberdar edilmiştir. Dışişleri Bakanı Gül, Lüksemburg uçağına binmeden beş dakika önce Baykal ve Sezer'i arayarak, üzerinden sorumluluğu attığını sanmaktadır. Madem AB'ye giriş bir devlet politikasıdır, o halde neden bu işler AKP'nin sınırlarına hapsedilmiştir. Yarım asırlık Kıbrıs davasını bir kalemde silip atan Ek Protokol'deki imza, 17 Aralık süreci, 6 Ekim İlerleme Raporu da aynı mantıkla geçiştirilmiştir. TBMM ve devletin diğer önemli organları bilinçli bir şekilde bu tasfiye süreçlerinin dışında tutulmuştur. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül kalkıp, "bütün sorumluluk bize aittir" diyebilmektedir. Sayın Gül o koltukta geçici olduğunu çok çabuk unutmuş. Milletin kendilerine verdiği krediyi bonkörce harcadıklarının ve sürelerinin dolmakta olduğunun farkında değiller.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012