‘Zihinler O’na ulaşamaz ki takdir etsin’
Hz. Ali (a.s.) tevhit konusunda buyurdu ki: “Allah değişmez, zail olmaz, kaybolması caiz olmaz. O, doğmamıştır ki doğrulmuş olsun. Doğrulmamıştır ki sınırlı olsun. Zihinler, O’na ulaşamaz ki O’nu takdir etsin. Zekâlar, O’nu kavrayamazlar ki betimleyebilsin”





İmam Ali (a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah'a nitelik isnat eden, O'nu birlememiş; örneklendiren O'nun hakikatini kavrayamamış; teşbih eden O'nu kast etmemiştir. O'na işaret eden ve tevehhüm eden O'nu ihtiyaçsız bilmemiştir. Zatıyla her şey sonradan yapılmıştır. Başkasıyla kaim olan her şey de ma'luldür. (bir nedenin sonucudur). O yapıcıdır, bir alete ihtiyaç duymadan. O takdir edicidir, düşünmeden. O zengindir, (kimseden) istifade etmeksizin. Zamanla birlikte değildir. Aletler, O'na yardım edemez. Oluşu zamanlardan, varlığı yokluktan, ezeliyeti başlangıçtan önce gelmiştir. Duyu organlarını yaratmakla, duyu organına sahip olmadığı bilinmiştir. Eşya arasında zıtlık var etmesiyle zıddının, eşyalar arasında benzerlikler var etmesiyle de eşi ve benzerinin olmadığı kavranmıştır. Nuru zulmetle, açıklığı kapaklıkla, donmuşluğu akıcılıkla, sıcağı soğuklukla birbirlerine zıt olarak yaratmıştır. O, farklı iki parçayı bir arada tutar, farklılıkların arasını eşitler, uzakları bir araya getirir, yakın olanları birbirinden ayırır. O belirli bir sınırla sınırlandırılamaz, bir sayıyla sayılamaz; çünkü sadece eşyalar birbirlerini sınırlandırabilir, ancak aletler birbirlerine benzeyip, birbirini çağrıştırabilir. 'Ne zamandan beri' tabiri kadim olmaktan alıkoymuş, 'kesin olacak' ifadesi, ezeliyete engel olmuş ve 'keşke böyle olsaydı' sözü de kâmil oluştan uzaklaştırmıştır.
Yaratıcı yaratıklarıyla akıllara tecelli eder, onlarla gözlerin bakmasına (görülüşüne) mani olunur. Allah için sükûnet ve hareket geçerli değildir. Çünkü kendisinin can ettiği şeyler (sükûnet ve hareket), nasıl kendisine cari edilebilir; kendisinin ortaya çıkardığı şeyler, nasıl kendisine dönebilir (yarattığı O'nu yaratamaz) ve kendisinin vücuda getirdiği şeyler, nasıl O'nda vücuda gelebilir? Böyle olsaydı zatı değişir, künhü parçalanmış olur ve ezelî olamazdı. Eğer onun için bir 'ön' söz konusu olsaydı, 'ard'ı da olur, böylece Zatına bir noksanlık lazım gelirdi ve tamamlanmaya ihtiyaç duyardı. Bu durumda O'nda yaratık nişanesi ortaya çıkar, başkaları kendisine delil olduğu halde, kendisi delil olur (Hâlbuki bütün yaratıkları O'nun delili ve göstergesidir), başkasına tesir eden şeyin kendisine de tesir etmesine engel olan saltanatından çıkar giderdi. O değişmez, zail olmaz, kaybolması caiz olmaz. O, doğmamıştır ki doğrulmuş olsun. Doğrulmamıştır ki sınırlı olsun. O, çocuklar edinmekten yücedir, kadınlara yaklaşmaktan münezzehtir. Zihinler, O'na ulaşamaz ki onu takdir etsin. Zekâlar, onu kavrayamazlar ki betimleyebilsin."
(Nehcü'l-Belağa'dan...)