Merhaba sevgili Yeni Mesaj okuyucuları. Zaman zaman bu köşemizde ülkemizin tarım ve hayvancılıkta nereden nereye geldiğini ve çözüm yolları hakkında değerlendirmelerde bulunmaya çalışacağım.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1913'te bir sanayi sayımı yapılıyor; buradan edindiğimiz bilgilere göre makine kullanan sadece 269 işyeri var ve bu işyerlerinde toplam çalışan işçi sayısı bin 700. Aslına bakarsanız bu dönemde Osmanlı iflasın eşiğinde bir görüntü veriyordu. Dış borçlar 15 milyon Osmanlı Lirası'nı aşmış durumda idi. 1881'de devreye giren Düyûn-ı Umûmiye, borçlara karşılık devletin bütün gelirlerine el koyuyordu. O zamanki gayri safi milli hasıla 210 milyon Osmanlı Lirası olup, bunun 32 milyonluk kısmı dış borçlar karşılığı ayrılmaktadır. 1914 yılı devlet bütçesi ise sadece 30 milyon Osmanlı Lirası. Aslına bakarsanız, devlet iflas etmiş, halk bir yok oluşa terk edilmiş durumdadır. 1914 savaşı bu dışa bağımlılıktan kaynaklanmıştır demek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu savaş sonucunda 2 milyon insanımız kaybedilmiş ve topraklarımız yer yer işgal edilmiş durumdadır. Perişan halk bir yandan işgal güçleri, diğer yandan çetecilerle savunmasız ve biçare bırakılmıştır.
Bu ekonomik çöküntü Milli Mücadele'nin ilk yıllarında da etkisini göstermiştir. Orduda yetersiz silah ve teçhizat, yetersiz nakil vasıtaları ve bir çok olumsuz etkenlere rağmen Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sahip olduğu Ehl-i Beyt nefesi sayesinde, bu durum kendisinin askeri dehası ve ordumuzun vatan aşkından kaynaklanmıştır.
Daha milli mücadele bitmeden Gazi'nin Bursa Maarif Kongresi ve arkasından İzmir İktisat Kongresini düzenlemesi milletin geleceği ve ülkenin bağımsızlığı açısından son derece önemlidir. Henüz 1924 yılında Gazi, bu durumla ilgili sözleri söylüyor; "Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da ekonomisindeki kazançların derecesiyle orantılı olur. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve araçlar, ekonomik yaşamın açılma ve gelişmesiyle olabilir."
Atatürk, burada ekonominin ne denli önemli olduğunu; yoksulluk, toplumsal ve siyasal felaketlerin ekonominin yetersizliğinden kaynaklandığını, memleket yönetimindeki başarının da ekonomiyle direkt bağlantılı olduğunu ve son olarak güçlü bir ekonominin tam bağımsızlık yolunda önemli bir araç olduğunu vurguluyor.
1922 yılında, "Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve layık olan da köylüdür. T.B.M.M. Hükümeti'nin izleyeceği yol bu temel yönde olmalıdır" diyordu. Daha o yıllarda tarım okullarının açılması emrini vermişti.
1925 yılında bazılarına değineceğim aşağıdaki maddeleri kanunlaştırmıştır:
- 1925 yılında Osmanlı'dan kalan köylünün gelirinin %10'unu gasp eden Aşar Vergisi kaldırıldı.
- Aşar Vergisi yüzünden parasız, tohumsuz ve hayvansız kalan köylüye faizsiz 4 bin TL. vererek köylünün eksiklerini tamamlamasını sağladı. 20 yıla varan vadelerde geri ödemeli köylüye finansman desteği sağlandı.
- Topraksız köylülere üretim karşılığı toprak verilmesini sağladı. Bu maksatla 1 milyon 77 bin dönüm arazi topraksız köylüye bedelsiz olarak verildi. Böylelikle hem geniş bir istihdam hem de çok ciddi bir üretim artışını sağladı.
- Köylünün ürününü geliştirme ve koruma kanunu çıkardı.
Bu ilk yazımdı sevgili okurlar. İnşallah buradan sonra Osmanlı'dan günümüze kadar, tarım ve hayvancılıkta yapılan doğruları, yanlışları, olması gerekenleri, beklentileri, anılarımızı paylaşarak tarafsız bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışacağım.
Görüşmek dileğiyle.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1913'te bir sanayi sayımı yapılıyor; buradan edindiğimiz bilgilere göre makine kullanan sadece 269 işyeri var ve bu işyerlerinde toplam çalışan işçi sayısı bin 700. Aslına bakarsanız bu dönemde Osmanlı iflasın eşiğinde bir görüntü veriyordu. Dış borçlar 15 milyon Osmanlı Lirası'nı aşmış durumda idi. 1881'de devreye giren Düyûn-ı Umûmiye, borçlara karşılık devletin bütün gelirlerine el koyuyordu. O zamanki gayri safi milli hasıla 210 milyon Osmanlı Lirası olup, bunun 32 milyonluk kısmı dış borçlar karşılığı ayrılmaktadır. 1914 yılı devlet bütçesi ise sadece 30 milyon Osmanlı Lirası. Aslına bakarsanız, devlet iflas etmiş, halk bir yok oluşa terk edilmiş durumdadır. 1914 savaşı bu dışa bağımlılıktan kaynaklanmıştır demek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu savaş sonucunda 2 milyon insanımız kaybedilmiş ve topraklarımız yer yer işgal edilmiş durumdadır. Perişan halk bir yandan işgal güçleri, diğer yandan çetecilerle savunmasız ve biçare bırakılmıştır.
Bu ekonomik çöküntü Milli Mücadele'nin ilk yıllarında da etkisini göstermiştir. Orduda yetersiz silah ve teçhizat, yetersiz nakil vasıtaları ve bir çok olumsuz etkenlere rağmen Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sahip olduğu Ehl-i Beyt nefesi sayesinde, bu durum kendisinin askeri dehası ve ordumuzun vatan aşkından kaynaklanmıştır.
Daha milli mücadele bitmeden Gazi'nin Bursa Maarif Kongresi ve arkasından İzmir İktisat Kongresini düzenlemesi milletin geleceği ve ülkenin bağımsızlığı açısından son derece önemlidir. Henüz 1924 yılında Gazi, bu durumla ilgili sözleri söylüyor; "Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da ekonomisindeki kazançların derecesiyle orantılı olur. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve araçlar, ekonomik yaşamın açılma ve gelişmesiyle olabilir."
Atatürk, burada ekonominin ne denli önemli olduğunu; yoksulluk, toplumsal ve siyasal felaketlerin ekonominin yetersizliğinden kaynaklandığını, memleket yönetimindeki başarının da ekonomiyle direkt bağlantılı olduğunu ve son olarak güçlü bir ekonominin tam bağımsızlık yolunda önemli bir araç olduğunu vurguluyor.
1922 yılında, "Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve layık olan da köylüdür. T.B.M.M. Hükümeti'nin izleyeceği yol bu temel yönde olmalıdır" diyordu. Daha o yıllarda tarım okullarının açılması emrini vermişti.
1925 yılında bazılarına değineceğim aşağıdaki maddeleri kanunlaştırmıştır:
- 1925 yılında Osmanlı'dan kalan köylünün gelirinin %10'unu gasp eden Aşar Vergisi kaldırıldı.
- Aşar Vergisi yüzünden parasız, tohumsuz ve hayvansız kalan köylüye faizsiz 4 bin TL. vererek köylünün eksiklerini tamamlamasını sağladı. 20 yıla varan vadelerde geri ödemeli köylüye finansman desteği sağlandı.
- Topraksız köylülere üretim karşılığı toprak verilmesini sağladı. Bu maksatla 1 milyon 77 bin dönüm arazi topraksız köylüye bedelsiz olarak verildi. Böylelikle hem geniş bir istihdam hem de çok ciddi bir üretim artışını sağladı.
- Köylünün ürününü geliştirme ve koruma kanunu çıkardı.
Bu ilk yazımdı sevgili okurlar. İnşallah buradan sonra Osmanlı'dan günümüze kadar, tarım ve hayvancılıkta yapılan doğruları, yanlışları, olması gerekenleri, beklentileri, anılarımızı paylaşarak tarafsız bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışacağım.
Görüşmek dileğiyle.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Suat Hayri Sapmaz / diğer yazıları
- Işığın olabilir miyim anne? / 28.03.2021
- Bozkırın gönül eri: Neşet Ertaş / 21.03.2021
- İtirazım var / 14.03.2021
- Sığır / 07.03.2021
- Çokomel, piskevit ve Jason Stetham / 28.02.2021
- Uğursuz Safiye(!) / 21.02.2021
- Minik Kuş’um / 14.02.2021
- 7 yıl askerlik, 7 yıl hapis, bizim Recep / 07.03.2020
- Keser döner sap döner / 26.02.2020
- Ağlatan mutluluk / 25.02.2020
- Bozkırın gönül eri: Neşet Ertaş / 21.03.2021
- İtirazım var / 14.03.2021
- Sığır / 07.03.2021
- Çokomel, piskevit ve Jason Stetham / 28.02.2021
- Uğursuz Safiye(!) / 21.02.2021
- Minik Kuş’um / 14.02.2021
- 7 yıl askerlik, 7 yıl hapis, bizim Recep / 07.03.2020
- Keser döner sap döner / 26.02.2020
- Ağlatan mutluluk / 25.02.2020