Yaratılış gayesi ve kulluk gerçeği
Varlık âleminin yaratılış sebebini bir kudsi hadiste, Peygamber Efendimizin lisanından Cenâb-ı Hakk şöyle beyan buyuruyor: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murat eyledim ve mahlûkatı yarattım.”
23.10.2024 18:13:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
![Yaratılış gayesi ve kulluk gerçeği](resimler/haberler/23/yaratilis-gayesi-ve-kulluk-gercegi-H1545413-11.webp)
![](temalar/resimler/bos.gif)
![Yaratılış gayesi ve kulluk gerçeği](resimler/haberler/23/yaratilis-gayesi-ve-kulluk-gercegi-H1545413-12.webp)
![](temalar/resimler/bos.gif)
![](temalar/resimler/bos.gif)
Varlık âleminin yaratılış sebebini bir kudsi hadiste, Peygamber Efendimizin lisanından Cenâb-ı Hakk şöyle beyan buyuruyor: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murat eyledim ve mahlûkatı yarattım."
Ezel ve ebed çizgisi içinde mutlak var olan Allah'tır. Mahlûkat dediğimiz varlığın bir başlangıcı ve elbette bir sonu olacaktır. Cenâb-ı Hakk'ın kendi Zâtını, kendi Esmâ-i İlâhîsini, kendi ef'alini, kendi sıfat-ı Bâri'sini tanıma, bilinme isteğinden dolayı bu mahlûkat âlemi yaratılmıştır.
Mahlûkatın yaratılışı da çok çeşitli cilveleri içerisinde saklamaktadır. Şöyle ki, insana baktığımız zaman, Cenâb-ı Hakk insana ayrı bir tecelli ile ve o tecellinin çok ayrıntıları ile beraber tecelli ederek onun varlığını vücuda getiriyor.
Mesela Zât-ı Bâri'nin tecellisi ile birlikte var ettiği mahlûk insandır. Ama bir de Zât-ı Bâri ile değil de ef'ali ile tecelli ederek vücuda getirdiği varlıklar vardır.
Esmâ-i İlâhîsinin tecellisi ile beraber vücuda getirdiği varlıklar vardır. Sıfat-ı Bari'si ile tecelli ederek vücuda getirdiği varlıklar vardır. Yani kısaca bu kâinatta var olan sonsuz çeşitteki varlıkların her birinin sonsuz tecelliden vücut bulduğu hakikati vardır.
Onun için dikkat edilirse hiçbir varlık diğerine benzemez. Hepsi çiçektir ama çiçek olmasına rağmen hepsi de ayrıdır. Her çiçeğin kendine mahsus, aynı esmânın tecellisi de olsa ayrı ayrı yanları ve tonları vardır. Bu kadar güçlü bir sanat, bu kadar mükemmel bir ispat hiçbir yerde yoktur.
Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk'ın varlığını izhar ederek bilinmesi arzusundan yaratılmıştır.
Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzünde, hatta kâinatta yarattığı canlı cansız melek, cin, hayvan, bitki ve daha adını ve sayısını idrak edemediğimiz milyonlarca mahlûk vardır. Bunların her birinin de bir maksat ve gâyesi vardır.
Hiçbir şey, kâinatta maksatsız ve gâyesiz yaratılmamıştır. Biz, bu yaratılmışların ancak bazısının maksat ve gâyesini biliyoruz, anlıyoruz. Bilinen bir hakikat var ki, maksatlarını bildiklerimizin veya bilmediklerimizin tamamı sadece insan için yaratılmıştır.
Allah, öyle bir tecelli ile, insan dediğimiz varlığı yaratmış, eşrefi mahlûk/yaratılmışların en şereflisi olarak onu seçmiş ve merkez olarak da insan-ı tayin etmiştir.
Âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Biz insanı en güzel biçimde yarattık."
İnsanın merkez olması münasebetiyle, yaratılış gayesi olan kulluk yönünde çok yüce olması gerekiyor.
Eğer insan, yemek yemek, giyinmek, ev yapmak, ticaret yapmak, zengin olmak gibi sebeplerle yaratılsa idi; o zaman Cenâb-ı Hakk'ın onu böyle pek mükemmel ve pek kıymetli bir şekilde yaratmasına gerek yoktu.
Çünkü bu âlemde Cenâb-ı Hakk'ın insandan başka yarattığı varlıklar da vardır. Mesela hayvanlar da bizim yaptığımız bazı şeyleri yapıyor. O da yiyor, içiyor. O da dölleniyor. Onun da yuvası var. Biz sadece bu işleri, işin süs boyutuna kaçarak yapıyoruz. O hâlde vardığımız sonuç şudur ki; yaratılış itibari ile eşref-i mahlûk olan insan sadece bu işler için yaratılmadı.
Diğer bütün varlıklarla mukayese ettiğimiz zaman, onun mutlaka farklı bir yönünün olması gerektiğini tespit etmemiz mümkündür ki, o hikmet kulluktur. İnsan olmanın farkı kulluktur.
Hayvanların böyle bir iddiası yoktur. Onun için gelişi güzel yaşarlar.
Ârifler de bunun için "Nereden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş" diyor.
Hayatı bir tesadüf olarak görüp, tesadüfü yaşamak arzusu bizi hayvanın pek üstüne çıkarmıyor. Fakat bunun ötesinde biz, kuluz… Allah bizi bir gâye için yarattı. Yani bizim yaratılış maksadımız; Allah'a mükemmel bir kul olmaktır.
Kelime mânâsı itibari ile kulluk (ubûdiyyet); emre itaat ve ittika/yasaklardan sakınma mânâsına gelir. Yani tam bir teslimiyet…
Buna Arap dilinde kölelik de denir. Ama öyle bir kölelik ki bu, içinde esâret olan bir kölelik değil…
Muhabbetle kendini Hakk'a vakfetme noktasında, nefsi Allah'a adama mânâsında, O'ndan gayri hiçbir şey düşünmeme, O'ndan gayrı her şeyden azade ve hür olmak mânâsında bir kölelik...
Kulluk iddiası öyle bir iddiadır ki, "Bu âlemin hâkim-i mutlakı olan bir tek yaratıcı var. İşte benim sevdam O'nadır. Benim korkum O'ndandır. Benim güzelliğim de O'ndandır. Kısaca benim her şeyim O'ndandır."
İşte bu iddia ile Allah'a bağlanmanın adına kulluk diyoruz.
İşin esasını düşündüğümüzde insana ait hiçbir şeyin olmadığını, her şeyin bir emanet olduğunu görürüz. Gözlerimiz, kulaklarımız, ellerimiz, yüzümüz, canımız, ruhumuz, bedenimiz, kısacası her şeyimiz birer emanettir, bize ait hiçbir şey yoktur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Ezel ve ebed çizgisi içinde mutlak var olan Allah'tır. Mahlûkat dediğimiz varlığın bir başlangıcı ve elbette bir sonu olacaktır. Cenâb-ı Hakk'ın kendi Zâtını, kendi Esmâ-i İlâhîsini, kendi ef'alini, kendi sıfat-ı Bâri'sini tanıma, bilinme isteğinden dolayı bu mahlûkat âlemi yaratılmıştır.
Mahlûkatın yaratılışı da çok çeşitli cilveleri içerisinde saklamaktadır. Şöyle ki, insana baktığımız zaman, Cenâb-ı Hakk insana ayrı bir tecelli ile ve o tecellinin çok ayrıntıları ile beraber tecelli ederek onun varlığını vücuda getiriyor.
Mesela Zât-ı Bâri'nin tecellisi ile birlikte var ettiği mahlûk insandır. Ama bir de Zât-ı Bâri ile değil de ef'ali ile tecelli ederek vücuda getirdiği varlıklar vardır.
Esmâ-i İlâhîsinin tecellisi ile beraber vücuda getirdiği varlıklar vardır. Sıfat-ı Bari'si ile tecelli ederek vücuda getirdiği varlıklar vardır. Yani kısaca bu kâinatta var olan sonsuz çeşitteki varlıkların her birinin sonsuz tecelliden vücut bulduğu hakikati vardır.
Onun için dikkat edilirse hiçbir varlık diğerine benzemez. Hepsi çiçektir ama çiçek olmasına rağmen hepsi de ayrıdır. Her çiçeğin kendine mahsus, aynı esmânın tecellisi de olsa ayrı ayrı yanları ve tonları vardır. Bu kadar güçlü bir sanat, bu kadar mükemmel bir ispat hiçbir yerde yoktur.
Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk'ın varlığını izhar ederek bilinmesi arzusundan yaratılmıştır.
Cenâb-ı Hakk'ın yeryüzünde, hatta kâinatta yarattığı canlı cansız melek, cin, hayvan, bitki ve daha adını ve sayısını idrak edemediğimiz milyonlarca mahlûk vardır. Bunların her birinin de bir maksat ve gâyesi vardır.
Hiçbir şey, kâinatta maksatsız ve gâyesiz yaratılmamıştır. Biz, bu yaratılmışların ancak bazısının maksat ve gâyesini biliyoruz, anlıyoruz. Bilinen bir hakikat var ki, maksatlarını bildiklerimizin veya bilmediklerimizin tamamı sadece insan için yaratılmıştır.
Allah, öyle bir tecelli ile, insan dediğimiz varlığı yaratmış, eşrefi mahlûk/yaratılmışların en şereflisi olarak onu seçmiş ve merkez olarak da insan-ı tayin etmiştir.
Âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Biz insanı en güzel biçimde yarattık."
İnsanın merkez olması münasebetiyle, yaratılış gayesi olan kulluk yönünde çok yüce olması gerekiyor.
Eğer insan, yemek yemek, giyinmek, ev yapmak, ticaret yapmak, zengin olmak gibi sebeplerle yaratılsa idi; o zaman Cenâb-ı Hakk'ın onu böyle pek mükemmel ve pek kıymetli bir şekilde yaratmasına gerek yoktu.
Çünkü bu âlemde Cenâb-ı Hakk'ın insandan başka yarattığı varlıklar da vardır. Mesela hayvanlar da bizim yaptığımız bazı şeyleri yapıyor. O da yiyor, içiyor. O da dölleniyor. Onun da yuvası var. Biz sadece bu işleri, işin süs boyutuna kaçarak yapıyoruz. O hâlde vardığımız sonuç şudur ki; yaratılış itibari ile eşref-i mahlûk olan insan sadece bu işler için yaratılmadı.
Diğer bütün varlıklarla mukayese ettiğimiz zaman, onun mutlaka farklı bir yönünün olması gerektiğini tespit etmemiz mümkündür ki, o hikmet kulluktur. İnsan olmanın farkı kulluktur.
Hayvanların böyle bir iddiası yoktur. Onun için gelişi güzel yaşarlar.
Ârifler de bunun için "Nereden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş" diyor.
Hayatı bir tesadüf olarak görüp, tesadüfü yaşamak arzusu bizi hayvanın pek üstüne çıkarmıyor. Fakat bunun ötesinde biz, kuluz… Allah bizi bir gâye için yarattı. Yani bizim yaratılış maksadımız; Allah'a mükemmel bir kul olmaktır.
Kelime mânâsı itibari ile kulluk (ubûdiyyet); emre itaat ve ittika/yasaklardan sakınma mânâsına gelir. Yani tam bir teslimiyet…
Buna Arap dilinde kölelik de denir. Ama öyle bir kölelik ki bu, içinde esâret olan bir kölelik değil…
Muhabbetle kendini Hakk'a vakfetme noktasında, nefsi Allah'a adama mânâsında, O'ndan gayri hiçbir şey düşünmeme, O'ndan gayrı her şeyden azade ve hür olmak mânâsında bir kölelik...
Kulluk iddiası öyle bir iddiadır ki, "Bu âlemin hâkim-i mutlakı olan bir tek yaratıcı var. İşte benim sevdam O'nadır. Benim korkum O'ndandır. Benim güzelliğim de O'ndandır. Kısaca benim her şeyim O'ndandır."
İşte bu iddia ile Allah'a bağlanmanın adına kulluk diyoruz.
İşin esasını düşündüğümüzde insana ait hiçbir şeyin olmadığını, her şeyin bir emanet olduğunu görürüz. Gözlerimiz, kulaklarımız, ellerimiz, yüzümüz, canımız, ruhumuz, bedenimiz, kısacası her şeyimiz birer emanettir, bize ait hiçbir şey yoktur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.