Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Resûlü Ekrem (sav) Efendimiz, tarihî Vedâ Hutbesini irad ederken, herşeyin esası olan tek hakikati; Allahü Teâlânın varlığı ve birliğini vurgulamıştır. Zira âlemde en büyük gerçek, Allahü Teâlânın varlığı ve birliğidir. Bu hakikat, Tevhid Akidesi olarak ifade edilir. Cenâb-ı Hakk'ın birliğini esas alan, bütün ilmî hakikatlerin temelini teşkil eden bu akide, Allahü Teâlânın, zâtındaki tekliği itibariyle "Ehadiyet"; sıfatındaki tekliği itibarıyla de "Vahdaniyet" olarak anılır. Sevgili Peygamberimizin mukaddes ve mübarek tebliğ görevi bu temel akide üzerine oturmuştur. Tabiatıyla, eşsiz Vedâ Hutbesinde bu gerçek hakimdir.
Ulûhiyet ve Rubûbiyet konusu, Resûlü Ekrem'in (sav) tebliğindeki hakim davadır. Her şey onda başlar ve neticede ona döner. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm'de geniş yer almıştır:
"Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri oyuncaklar olarak yaratmadık. Biz, bunları hakkın ikamesine sebep olmaktan başka bir hikmetle yaratmadık."
"Görmez misin o kimseyi ki, Allahü Teâlânın rububiyetine dair İbrahim ile mücadele etti ve ondan delil istedi... İnkâr eden şaşırıp kaldı."
"Bunlar, hasımlarına karşı kullanılmak üzere İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir."
Bütün peygamberlerin hayatı 'tevhid' mücadelesi ile geçmiştir:
"Dediler ki: Ya Nuh! Bizimle mücadele ettin ve mücadeleyi arttırdın."
Ulûhiyet ve Rubûbiyet konusunda Kur'ân, hem inkârcılara meydan okumakta hem de delillerini sunmaktadır:
"Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'ân)dan şüphe ediyorsanız, en küçük sûresinin bir benzerini getirin bakalım."
"Söyle: Delilinizi getirin bakalım."
"Buna bir delil ve hüccetiniz yoktur."
"De ki: Yetesiye delil ve doğru yol Allah içindir."
"Alemlerin Rabbi kimdir? Ben size, açık bir sözle gelmedim mi?"
"Fakat Allahü Teâlâ; 'Mahvolan, apaçık belgeden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın' diye olacak işi yaptı."
"Eğer yerlerde ve göklerde Allah'tan başka ilâh olsaydı yer ve gökler fesada uğrardı."
Resûlü Ekrem (sav)'in, Vedâ Hutbesinin girişinde Allahü Teâlâ'nın birliğini ve nübüvveti vurgulaması çok büyük bir tespittir. Zira Vedâ Hutbesinin diğer muhtevası bu temel üzerine oturtulacaktır.
Cenâb-ı Hakkın varlığı ve birliğinin, en yüce hakikat olarak bütün ilimlerin ve hakikatlerin esasını oluşturduğuna şahidler, belgeler, deliller pekçoktur. Aşağıdaki âyet-i kerîme bu hususun bir örneğini teşkil eder:
"Allah, melekleri ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, güçlüdür, Hakimdir."
Sebeb-i Nüzul'de beyan edildiğine göre; bu âyet-i kerîme iki Nasârâ bilgininin Hz. Resûl'e: "Allah'ın kitabında en büyük şehadet nedir?" diye soru sorması üzerine nazil olmuştur. Dolayısıyla; bu âyet-i kerime ulûhiyet, vahdâniyet konusunda en büyük şehadeti bildirmektedir. "Şüphesiz en büyük şehadet de büyükler büyüğü, ortağı ve benzeri olmayan Allah'ın kendisine kendi şehadetidir. Cenab-ı Hak, enfüsî ve afakî delillerle varlığını ve birliğini izhar etti de, göklerde mevcut olan varlıkları akıllara durgunluk veren sayısız yaratıkları, milyonlarca küreleri, yerde mevcut bulunan ve herbiri birer bedia olan canlı ve cansız yaratıkları ve bilhassa yaratıkların en şereflisi olan insanın vücudunun gerek cismanî ve gerek ruhî yaratılışındaki sayısız mucizeleri, varlığına ve birliğine delil kıldı."
Esbâb-ı Nüzul'de âyeti izaha devamla şöle deniyor: "Melekler de, Allah'tan başka ilâh olmadığını ikrar ve itiraf ettiler. Allah'ın şehadeti i'lâm ve ihbar olduğu gibi, meleklerin ve müminlerin şahidlikleri de ikrar ve itiraftır. Allah, varlığını ve birliğini yarattığı varlıklarla bildirdi. Melekler de, gerek kendilerinde ve gerekse hariçte görüp müşahede ettikleri varlıklarla Allah'ın varlığına ve birliğine şahid oldular, kabul ve itiraf ettiler.
'Ve ilim sahipleri de, doğruluk ve adaletle kaim olarak şahidlik ettiler', terkibi 'peygamber'le tefsir edilmiştir ki, insanların en âlimleri onlardır. Ashâb-ı Resûl, ehl-i kitaptan iman edenler ve müminlerin âlimleri ile de tefsir edilmiştir. Mânâ, umumî olduğundan hepsine şâmildir. Peygamberler, Ashab-ı Resûl, Ehli-i Kitabın müminleri ve müminlerin âlimleri de adaletle kaim olarak, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahit oldular".
Resûlü Ekrem (sav) Efendimiz, tarihî Vedâ Hutbesini irad ederken, herşeyin esası olan tek hakikati; Allahü Teâlânın varlığı ve birliğini vurgulamıştır. Zira âlemde en büyük gerçek, Allahü Teâlânın varlığı ve birliğidir. Bu hakikat, Tevhid Akidesi olarak ifade edilir. Cenâb-ı Hakk'ın birliğini esas alan, bütün ilmî hakikatlerin temelini teşkil eden bu akide, Allahü Teâlânın, zâtındaki tekliği itibariyle "Ehadiyet"; sıfatındaki tekliği itibarıyla de "Vahdaniyet" olarak anılır. Sevgili Peygamberimizin mukaddes ve mübarek tebliğ görevi bu temel akide üzerine oturmuştur. Tabiatıyla, eşsiz Vedâ Hutbesinde bu gerçek hakimdir.
Ulûhiyet ve Rubûbiyet konusu, Resûlü Ekrem'in (sav) tebliğindeki hakim davadır. Her şey onda başlar ve neticede ona döner. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm'de geniş yer almıştır:
"Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri oyuncaklar olarak yaratmadık. Biz, bunları hakkın ikamesine sebep olmaktan başka bir hikmetle yaratmadık."
"Görmez misin o kimseyi ki, Allahü Teâlânın rububiyetine dair İbrahim ile mücadele etti ve ondan delil istedi... İnkâr eden şaşırıp kaldı."
"Bunlar, hasımlarına karşı kullanılmak üzere İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir."
Bütün peygamberlerin hayatı 'tevhid' mücadelesi ile geçmiştir:
"Dediler ki: Ya Nuh! Bizimle mücadele ettin ve mücadeleyi arttırdın."
Ulûhiyet ve Rubûbiyet konusunda Kur'ân, hem inkârcılara meydan okumakta hem de delillerini sunmaktadır:
"Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'ân)dan şüphe ediyorsanız, en küçük sûresinin bir benzerini getirin bakalım."
"Söyle: Delilinizi getirin bakalım."
"Buna bir delil ve hüccetiniz yoktur."
"De ki: Yetesiye delil ve doğru yol Allah içindir."
"Alemlerin Rabbi kimdir? Ben size, açık bir sözle gelmedim mi?"
"Fakat Allahü Teâlâ; 'Mahvolan, apaçık belgeden ötürü mahvolsun, yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın' diye olacak işi yaptı."
"Eğer yerlerde ve göklerde Allah'tan başka ilâh olsaydı yer ve gökler fesada uğrardı."
Resûlü Ekrem (sav)'in, Vedâ Hutbesinin girişinde Allahü Teâlâ'nın birliğini ve nübüvveti vurgulaması çok büyük bir tespittir. Zira Vedâ Hutbesinin diğer muhtevası bu temel üzerine oturtulacaktır.
Cenâb-ı Hakkın varlığı ve birliğinin, en yüce hakikat olarak bütün ilimlerin ve hakikatlerin esasını oluşturduğuna şahidler, belgeler, deliller pekçoktur. Aşağıdaki âyet-i kerîme bu hususun bir örneğini teşkil eder:
"Allah, melekleri ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, güçlüdür, Hakimdir."
Sebeb-i Nüzul'de beyan edildiğine göre; bu âyet-i kerîme iki Nasârâ bilgininin Hz. Resûl'e: "Allah'ın kitabında en büyük şehadet nedir?" diye soru sorması üzerine nazil olmuştur. Dolayısıyla; bu âyet-i kerime ulûhiyet, vahdâniyet konusunda en büyük şehadeti bildirmektedir. "Şüphesiz en büyük şehadet de büyükler büyüğü, ortağı ve benzeri olmayan Allah'ın kendisine kendi şehadetidir. Cenab-ı Hak, enfüsî ve afakî delillerle varlığını ve birliğini izhar etti de, göklerde mevcut olan varlıkları akıllara durgunluk veren sayısız yaratıkları, milyonlarca küreleri, yerde mevcut bulunan ve herbiri birer bedia olan canlı ve cansız yaratıkları ve bilhassa yaratıkların en şereflisi olan insanın vücudunun gerek cismanî ve gerek ruhî yaratılışındaki sayısız mucizeleri, varlığına ve birliğine delil kıldı."
Esbâb-ı Nüzul'de âyeti izaha devamla şöle deniyor: "Melekler de, Allah'tan başka ilâh olmadığını ikrar ve itiraf ettiler. Allah'ın şehadeti i'lâm ve ihbar olduğu gibi, meleklerin ve müminlerin şahidlikleri de ikrar ve itiraftır. Allah, varlığını ve birliğini yarattığı varlıklarla bildirdi. Melekler de, gerek kendilerinde ve gerekse hariçte görüp müşahede ettikleri varlıklarla Allah'ın varlığına ve birliğine şahid oldular, kabul ve itiraf ettiler.
'Ve ilim sahipleri de, doğruluk ve adaletle kaim olarak şahidlik ettiler', terkibi 'peygamber'le tefsir edilmiştir ki, insanların en âlimleri onlardır. Ashâb-ı Resûl, ehl-i kitaptan iman edenler ve müminlerin âlimleri ile de tefsir edilmiştir. Mânâ, umumî olduğundan hepsine şâmildir. Peygamberler, Ashab-ı Resûl, Ehli-i Kitabın müminleri ve müminlerin âlimleri de adaletle kaim olarak, Allah'tan başka ilâh olmadığına şahit oldular".
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.