Tevekkül, kalbin Vekil’e itimat etmesidir
Tevekkül, kalbin Vekil olana itimat etmesidir. Şu şartla ki, O’nun ilminden ve kudretinden hiçbir şeyin kaçamayacağını bilecek. Yine bilecek ki, O’ndan başkası, ne bir iyi iş yapmaya güçlü, ne de bir kötülük
01.11.2023 11:46:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle buyuruyor:
Yolcu zat, "Evet kabul ediyorum fakat senin şeklin o âlemdeki kaleme benzemiyor" deyince kalem yine söz aldı: "Sen, 'Allah âlemi, kendi sureti üzerine yarattı" hadis-i şerifini duymadın mı?"
Yolcu zat, "Evet duydum" dedi.
Kalem devam etti: "O halde arada yabancılık görme, el belki de tektir.
Orada nasıl el'e sorduysan burada, 'Padişahın sağ eli' tâbir edilen el'e sor. Ben onun tutuşuna mahkûmum. O istediği gibi beni sağa sola çevirir. Aslında, benzerlik bakımından İlâhî kalemle kulların kalemi arasında bir ayrılık yoktur. Kalem, güçsüzlüğü tutanın elinde gösterir. Bunu şu ayet-i kerimenin manasında bulursun: 'Semavat, O'nun sağ elinde dürülüdür.'
Bu ayet-i kerimeyi hiç işitmedin mi?"
Yolcu zat, "Evet işittim" dedi. Kalem devam etti: "O halde, kalem de O'nun sağ elinin hükmü altındadır. O istediği gibi onlarla yazar. Git o Yemin'i gör, durumu sor."
O Hak yolcusu kalemin yanından ayrıldı, Yemin tabir edilen o kutsi sağ ele gitti. Orada, kalbin heyecanını artıran çok acayip şeyler gördü. O gördüğü şeyleri tavsif caiz değildir. Şerh de edilemez. Orada görülen sayısız hikmetli işlerin bir kırıntısını dahi şerh etmek mümkün olsa, ciltlere sığdırmak mümkün olmaz. Orada olagelen bir parça işin, yüzde binin onda biri yazılamaz. Ciltler bu kadarını dahi alamaz.
Hulâsa, o bir Yemin, yani sağ eldir ama başkalarına benzemez. Ve o bir el ama diğer eller gibi değil... Şüphesiz parmakları da var ama kulların parmağına benzemez.
Orada kalemin, nasıl oynatıldığını gördü. Kalemin özrünü anlattı. Kalemi bu halde tutan o Yemin'e sordu. Şu cevabı aldı: "Şehadet âleminde gördüğün ellerden benim bir farkım yok. Sana vereceğim cevap onların verdiği gibi olacak ve seni kudrete göndereceğim. Aslında elin bir gücü yoktur. Kendisi oynamaz, onu kudret hareket ettirir, oynatır." Sonra kudret âlemine geçti.
Orada öyle acaibat gördü ki, öncekiler onun yanında çok küçük kaldı. Yemin'i tahrik ettirip, kaleme yazdırdığını ve olanları sordu.
Kudret cevap verdi: "Ben bir sıfatım. Kadir'in sıfatı... Sıfatlar kiminse onun emri olur. Sıfatlar sahipsiz değildir. Bir şey soracaksan, kudretin sahibi, Kadir'e sor."
Artık yolculuk sona eriyordu. Az daha ağzından o yüce makama soracaktı ki, İlâhî varlık âlemi ötesinden, 'Ona yaptığından sorulmaz. Öbürlerine sorulur' (Enbiya, 21) hitabı geldi. O ilâhî heybetin heyecanı sardı. Ve bağırıp düştü. Bir müddet o halde çırpındı. Uyandığı zaman şöyle diyordu: "Subhansın Allah'ım. Şanın ne kadar yüce. Sana dönüyorum ve tevekkül ediyorum. Senin Cebbar, Vahid, Kahhar olduğuna iman ettim. Senden başkasından korkmuyorum. Ve bir şey ümit etmiyorum. Vereceğin cezadan yalnız affına sığmıyorum. Rızana güvenerek darılmandan kurtulmak istiyorum."
Buraya kadar anlattığımız hep tevhit üzerine oldu. Hâlbuki konumuzu daha ziyade tevekkülle süsleyecektik. Arzumuz buydu... Ama istediğimiz olmadı. Şimdi konumuza dönelim ve tevekkülü anlatmaya çalışalım.
Tevekkül, kalbin vekil olana itimat etmesidir. Şu şartla ki, O'nun ilminden ve kudretinden hiçbir şeyin kaçamayacağını bilecek. Yine bilecek ki, O'ndan başkası, ne bir iyi iş yapmaya güçlü, ne de bir kötülük...
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yolcu zat, "Evet kabul ediyorum fakat senin şeklin o âlemdeki kaleme benzemiyor" deyince kalem yine söz aldı: "Sen, 'Allah âlemi, kendi sureti üzerine yarattı" hadis-i şerifini duymadın mı?"
Yolcu zat, "Evet duydum" dedi.
Kalem devam etti: "O halde arada yabancılık görme, el belki de tektir.
Orada nasıl el'e sorduysan burada, 'Padişahın sağ eli' tâbir edilen el'e sor. Ben onun tutuşuna mahkûmum. O istediği gibi beni sağa sola çevirir. Aslında, benzerlik bakımından İlâhî kalemle kulların kalemi arasında bir ayrılık yoktur. Kalem, güçsüzlüğü tutanın elinde gösterir. Bunu şu ayet-i kerimenin manasında bulursun: 'Semavat, O'nun sağ elinde dürülüdür.'
Bu ayet-i kerimeyi hiç işitmedin mi?"
Yolcu zat, "Evet işittim" dedi. Kalem devam etti: "O halde, kalem de O'nun sağ elinin hükmü altındadır. O istediği gibi onlarla yazar. Git o Yemin'i gör, durumu sor."
O Hak yolcusu kalemin yanından ayrıldı, Yemin tabir edilen o kutsi sağ ele gitti. Orada, kalbin heyecanını artıran çok acayip şeyler gördü. O gördüğü şeyleri tavsif caiz değildir. Şerh de edilemez. Orada görülen sayısız hikmetli işlerin bir kırıntısını dahi şerh etmek mümkün olsa, ciltlere sığdırmak mümkün olmaz. Orada olagelen bir parça işin, yüzde binin onda biri yazılamaz. Ciltler bu kadarını dahi alamaz.
Hulâsa, o bir Yemin, yani sağ eldir ama başkalarına benzemez. Ve o bir el ama diğer eller gibi değil... Şüphesiz parmakları da var ama kulların parmağına benzemez.
Orada kalemin, nasıl oynatıldığını gördü. Kalemin özrünü anlattı. Kalemi bu halde tutan o Yemin'e sordu. Şu cevabı aldı: "Şehadet âleminde gördüğün ellerden benim bir farkım yok. Sana vereceğim cevap onların verdiği gibi olacak ve seni kudrete göndereceğim. Aslında elin bir gücü yoktur. Kendisi oynamaz, onu kudret hareket ettirir, oynatır." Sonra kudret âlemine geçti.
Orada öyle acaibat gördü ki, öncekiler onun yanında çok küçük kaldı. Yemin'i tahrik ettirip, kaleme yazdırdığını ve olanları sordu.
Kudret cevap verdi: "Ben bir sıfatım. Kadir'in sıfatı... Sıfatlar kiminse onun emri olur. Sıfatlar sahipsiz değildir. Bir şey soracaksan, kudretin sahibi, Kadir'e sor."
Artık yolculuk sona eriyordu. Az daha ağzından o yüce makama soracaktı ki, İlâhî varlık âlemi ötesinden, 'Ona yaptığından sorulmaz. Öbürlerine sorulur' (Enbiya, 21) hitabı geldi. O ilâhî heybetin heyecanı sardı. Ve bağırıp düştü. Bir müddet o halde çırpındı. Uyandığı zaman şöyle diyordu: "Subhansın Allah'ım. Şanın ne kadar yüce. Sana dönüyorum ve tevekkül ediyorum. Senin Cebbar, Vahid, Kahhar olduğuna iman ettim. Senden başkasından korkmuyorum. Ve bir şey ümit etmiyorum. Vereceğin cezadan yalnız affına sığmıyorum. Rızana güvenerek darılmandan kurtulmak istiyorum."
Buraya kadar anlattığımız hep tevhit üzerine oldu. Hâlbuki konumuzu daha ziyade tevekkülle süsleyecektik. Arzumuz buydu... Ama istediğimiz olmadı. Şimdi konumuza dönelim ve tevekkülü anlatmaya çalışalım.
Tevekkül, kalbin vekil olana itimat etmesidir. Şu şartla ki, O'nun ilminden ve kudretinden hiçbir şeyin kaçamayacağını bilecek. Yine bilecek ki, O'ndan başkası, ne bir iyi iş yapmaya güçlü, ne de bir kötülük...
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.