‘Son merhaledeyim’ zannıyla aldananlar
Bir kısım tasavvuf erbabı bütün mesafeleri kat edip ötelere geçmiş, İlâhî yakınlığın son haddine ermişlerdir. Buraya kadar hatasız yol aldıkları halde, bundan sonra yanılıp, vardıkları İlâhî yakınlıktan dolayı Allah’ın zatına erdik sanmışlardır. Bunlar da yanılmıştır
22.09.2023 21:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle anlatıyor:
Tasavvuf ehlinin bir kısmı, yaptığımız amellere lüzum olmadığını sanarak, ameli bırakır, vazife yükünden sıyrılır. Onlar bilmez ki, yapılan işler, yalnız kendileri içindir, iyi veya kötü, neticesi kendilerine aittir.
Bir başka zümre de, bütün dünya nimeti çeşitleri içine dalar. Hiçbir ayırma ve seçme yapmaz. Bilemez ki, bulunduğu makam için, helâlin bile çoğu yakışmaz. Kaldı ki, haramı yığsın...
Bir kısımlarına da bazı manevî yollar açılabilir. Bu yolda ufacık bir marifet esintisi duyar, erdiğini sanır. Hâlbuki bu yolun acayip halleri bitip tükenmez. Her makamda durup kalanın yolu uzar. Vuslat halini bulamaz.
Bunların dışında bir zümre daha vardır ki, çok ileridedir. Yolda görünen hiçbir makam nuruna iltifat etmemişlerdir. Bol ilâhî nimetler de bunları zat-ı Hakk'a varmaktan alıkoymamıştır. Hiçbir ferah hal de bunların ilerlemesine engel değildir. Bütün mesafeleri kat edip ötelere geçmiş, İlâhî yakınlığın son haddine ermişlerdir. Buraya kadar hatasız yol aldıkları halde, bundan sonra yanılıp, vardıkları İlâhî yakınlıktan dolayı Allah Teâlâ'nın zatına erdik sanmışlardır. Bunlar yanılmıştır. Çünkü Allah Teâlâ'nın zatına ait yetmiş tane nurdan perde vardır. Bu perdelerin birine yetişen kimse erdiğini sanır. Hâlbuki aldanır.
Bu yolcunun hali tıpkı İbrahim (a.s.)'ın haline benzer. Onun hikâyesini anlatan ayet-i kerimeyi burada zikredelim: "Vakta ki, onu gece karanlığı sardı, bir yıldız gördü ve bu Rabbimdir dedi." (En'am, 76). Buradaki yıldız, gördüğümüz gökte ışık veren yıldızlardan değildir. O bunu, ta küçük yaşta görüyordu ve ne olduğunu da biliyordu. Onun bir ilâh olmayacağını da ayrıca bilmekteydi. Çünkü o gökteki yıldızlar çoktu, bir değildi. Böyle bir şeye, cahil halktan biri bile aldanmaz, kaldı ki İbrahim (a.s.) aldansın. Bu ayet-i kerimede zikri geçen 'yıldız', zat-ı İlahi'ye has nurlardan biridir ki, ilâhî perdelerin ilkidir. O nurlar, yolcunun yolu üzerindedir. Tam vuslata erip, onları kat etmeden tasavvur edilemez.
Onlar birtakım nurdan perdelerdir, her biri zat-ı İlahi'ye yakınlığı nispetinde büyük veya küçüktür. Gökyüzünün en küçük nuru yıldız olduğu için, anlatılan ayet-i kerimede, ilk defa istiare yolu ile 'yıldız' tabiri kullanıldı. Gökyüzünün en küçük nuru yıldız, en büyüğü de güneştir. İkisi arasında ay vardır.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Tasavvuf ehlinin bir kısmı, yaptığımız amellere lüzum olmadığını sanarak, ameli bırakır, vazife yükünden sıyrılır. Onlar bilmez ki, yapılan işler, yalnız kendileri içindir, iyi veya kötü, neticesi kendilerine aittir.
Bir başka zümre de, bütün dünya nimeti çeşitleri içine dalar. Hiçbir ayırma ve seçme yapmaz. Bilemez ki, bulunduğu makam için, helâlin bile çoğu yakışmaz. Kaldı ki, haramı yığsın...
Bir kısımlarına da bazı manevî yollar açılabilir. Bu yolda ufacık bir marifet esintisi duyar, erdiğini sanır. Hâlbuki bu yolun acayip halleri bitip tükenmez. Her makamda durup kalanın yolu uzar. Vuslat halini bulamaz.
Bunların dışında bir zümre daha vardır ki, çok ileridedir. Yolda görünen hiçbir makam nuruna iltifat etmemişlerdir. Bol ilâhî nimetler de bunları zat-ı Hakk'a varmaktan alıkoymamıştır. Hiçbir ferah hal de bunların ilerlemesine engel değildir. Bütün mesafeleri kat edip ötelere geçmiş, İlâhî yakınlığın son haddine ermişlerdir. Buraya kadar hatasız yol aldıkları halde, bundan sonra yanılıp, vardıkları İlâhî yakınlıktan dolayı Allah Teâlâ'nın zatına erdik sanmışlardır. Bunlar yanılmıştır. Çünkü Allah Teâlâ'nın zatına ait yetmiş tane nurdan perde vardır. Bu perdelerin birine yetişen kimse erdiğini sanır. Hâlbuki aldanır.
Bu yolcunun hali tıpkı İbrahim (a.s.)'ın haline benzer. Onun hikâyesini anlatan ayet-i kerimeyi burada zikredelim: "Vakta ki, onu gece karanlığı sardı, bir yıldız gördü ve bu Rabbimdir dedi." (En'am, 76). Buradaki yıldız, gördüğümüz gökte ışık veren yıldızlardan değildir. O bunu, ta küçük yaşta görüyordu ve ne olduğunu da biliyordu. Onun bir ilâh olmayacağını da ayrıca bilmekteydi. Çünkü o gökteki yıldızlar çoktu, bir değildi. Böyle bir şeye, cahil halktan biri bile aldanmaz, kaldı ki İbrahim (a.s.) aldansın. Bu ayet-i kerimede zikri geçen 'yıldız', zat-ı İlahi'ye has nurlardan biridir ki, ilâhî perdelerin ilkidir. O nurlar, yolcunun yolu üzerindedir. Tam vuslata erip, onları kat etmeden tasavvur edilemez.
Onlar birtakım nurdan perdelerdir, her biri zat-ı İlahi'ye yakınlığı nispetinde büyük veya küçüktür. Gökyüzünün en küçük nuru yıldız olduğu için, anlatılan ayet-i kerimede, ilk defa istiare yolu ile 'yıldız' tabiri kullanıldı. Gökyüzünün en küçük nuru yıldız, en büyüğü de güneştir. İkisi arasında ay vardır.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.