55'inde bir delikanlı, değme delikanlılara taş çıkartacak bir insan, Prof. Dr. Haydar Baş, sevdalısı olduğu Türkiye'yi karış karış dolaşıyor.
Bu yaştakilerin emekli olacakları günü dört gözle beklediği bir zamanda, bu insanın zoru ne?
Çeşitli kılıflar altında bölme hesapları yapılan bir ülkeyi, Türkiye'yi bu oyunlardan kurtarmak ve bu ülke insanının mâzideki ihtişamını geri getirmek.
Ben bu 55'lik delikanlıyı 1976'da Of'ta verdiği "Allah'a Niçin İnanıyoruz" başlıklı bir konferansta ilk kez tanıdım ve sevdim.
Dilekolay aradan 26 sene geçti.
Ve bu insan, o gün ne söylüyor idiyse bugün de aynı şeyleri söylüyor.
Sadece bu kadar mı?
O bir kişiyle yaptığı sohbette o bir kişiye ne diyorsa, bin kişiye hitap ederken de aynı şeyleri söyler. Memleketin doğusunda ayrı, batısında ayrı, kuzeyinde başka, güneyinde başka konuşmaz.
İçi neyse dışı, dışı neyse içi de öyledir O'nun.
O daha önce de bu ülkeyi karış karış dolaşmıştı. "Birlik ve Berberliğin Zarureti ve Temel Unsurları" konulu konferansını varabildiği her yerde sundu insanımıza. Hatta Avrupa'daki vatandaşlarımıza bile.
Birilerinin çeşitli adlar altında ülkenin bölünmesine yol açacak yanlışları yaptığı bir zamanda, O'nun bu konferansları hayli yararlı olmuştu.
1983 tarihinde el attığı basın-yayın sahasında da bu konuyu işledi hep. Bir olmayı, beraber olmayı. Ülkeyi sevmeyi, ülke insanına hizmet etmeyi işledi her cümlede, her satırda, her sayfada.
"İman ve insan tezi" Onun tezidir.
"Kendi yararına kazanılmayan insanın ne yaradanına, ne de milletine faydası olmaz" öz deyişi de onundur.
Bütün bu tarihi tespitlerden önce şu önemli tespit de O'na aittir;
"İşin temeli insandır, insan meselesi çözülmedikten sonra hiçbir şey hallolmaz".
Çürümüş insanın ürünü bugünkü halimiz, bu sözün doğruluğunun en açık ispatı değil midir?
Bu millet vatanı, bayrağı, askeri, hatta kendini bile onun sayesinde sevmeyi öğrendi.
İnsanlar onun sayesinde özgüvenine kavuştu.
Birilerinin her fırsatta ve ısrarla Müslümanlar bayrağa sancağa düşmandır fitnesini, ellerinde Türk bayrağıyla alanlara doldurduğu yüz binlerce sakallı sakalsız, örtülü-örtüsüz, her sınıf insanla yıkan da O'dur.
Bunun gibi, vatana düşman ilan edilen bu insanlara hep bir ağızdan "Bu vatan bizimdir bizim kalacak" diye haykırtan da O'dur.
"Vatan sevgisi imandadır",
"Bayrak bir bez parçası değil mukaddes bir değerdir",
"Başörtüsü teferruat değil, farzdır",
Ve "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüz; milli bütünlüğümüz dini bütünlüğümüzdür" ölçüsünü bu millet hep O'ndan öğrendi.
"Ashaptan sonra bu yüce İslam dinine en büyük hizmeti bu aziz millet yapmıştır. Bunun için bu millet çok şerefli bir millettir" ölçüsüyle de milliyetçiliği bir kafatası kalitesinden çıkartıp herkesin ve her kesimin kabul edeceği bir ölçüye koyan da O'dur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen kavga saltanat ile yeni idare arasındaki kavga idi. Birileri bu kavgayı Cumhuriyet'in İslam'la kavgası şeklinde verdi ve Cumhuriyet dinsizliktir düşüncesini kasıtlı olarak zihinlere yerleştirdi. "Cumhuriyet bir idare şeklidir, bunun dinlisi dinisizi olmaz" deyip bu tarihi yanlışı yıkan da O'dur.
Atatürk sevgisini dine hakaret için kullananlarla, Atatürk düşmanı olmayı dindarlığın en önemli rüknü kabul edenlere, ikiniz de yanlış yapıyorsunuz diye karşı çıkan ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yüce İslam dini ve onun son peygamberi Hz. Muhammet (as) hakkında söylediği tarihi sözleri meydanlarda haykıran da O'dur.
Onun ekonomik görüşleri dünyanın en saygın kuruluşları tarafından altın madalyalarla ödüllendirildi.
Vesilesi olduğu TV ve radyolar,
Eğitim kurumları,
Sağlık kuruluşları,
Gazete ve dergiler,
Başkalarından veya "malum yerlerden" kredi veya teşvik alınarak kurulmadı.
Ya da bir ülke bütçesine denk belediye imkanlarıyla oluşturulmadı.
Bu manadan olarak O'nun, sadece bu millete, evet bu aziz millete dua ve teşekkür borçu vardır.
Bunun dışında kimseye bir kuruşluk da olsa minnet borcu yoktur O'nun.
Minnet borçlusu olanların halleri de ortadadır.
Bu millet yaklaşık on yıldır TV ekranından Allah kelamını, Kur'an'ı onun sayesinde öğreniyor.
Yıllardır Allah kelamını O'nun sayesinde dinliyor.
Milli bütünlüğümüzü tehdit eden her girişime olduğu gibi, aynı kararlılıkla dini bütünlüğümüzü tehdit eden her girişime yine o karşı çıktı.
Yani o bir yandan vatan sahip çıktı, bir yandan da dine sahip çıktı.
Eğer O, şu malum "Dinler arası diyalog" çalışmalarına karşı çıkmasaydı, mübalağasız bu milletin akaidi/inancı çok ciddi yaralar almış olacaktı.
Onun hayatı teoriden çok pratiklerle doludur.
O, Prof. Dr. Haydar Baş'tır.
Selam olsun o genç ve dinç delikanlıya.
(devam edeceğiz)
Bu yaştakilerin emekli olacakları günü dört gözle beklediği bir zamanda, bu insanın zoru ne?
Çeşitli kılıflar altında bölme hesapları yapılan bir ülkeyi, Türkiye'yi bu oyunlardan kurtarmak ve bu ülke insanının mâzideki ihtişamını geri getirmek.
Ben bu 55'lik delikanlıyı 1976'da Of'ta verdiği "Allah'a Niçin İnanıyoruz" başlıklı bir konferansta ilk kez tanıdım ve sevdim.
Dilekolay aradan 26 sene geçti.
Ve bu insan, o gün ne söylüyor idiyse bugün de aynı şeyleri söylüyor.
Sadece bu kadar mı?
O bir kişiyle yaptığı sohbette o bir kişiye ne diyorsa, bin kişiye hitap ederken de aynı şeyleri söyler. Memleketin doğusunda ayrı, batısında ayrı, kuzeyinde başka, güneyinde başka konuşmaz.
İçi neyse dışı, dışı neyse içi de öyledir O'nun.
O daha önce de bu ülkeyi karış karış dolaşmıştı. "Birlik ve Berberliğin Zarureti ve Temel Unsurları" konulu konferansını varabildiği her yerde sundu insanımıza. Hatta Avrupa'daki vatandaşlarımıza bile.
Birilerinin çeşitli adlar altında ülkenin bölünmesine yol açacak yanlışları yaptığı bir zamanda, O'nun bu konferansları hayli yararlı olmuştu.
1983 tarihinde el attığı basın-yayın sahasında da bu konuyu işledi hep. Bir olmayı, beraber olmayı. Ülkeyi sevmeyi, ülke insanına hizmet etmeyi işledi her cümlede, her satırda, her sayfada.
"İman ve insan tezi" Onun tezidir.
"Kendi yararına kazanılmayan insanın ne yaradanına, ne de milletine faydası olmaz" öz deyişi de onundur.
Bütün bu tarihi tespitlerden önce şu önemli tespit de O'na aittir;
"İşin temeli insandır, insan meselesi çözülmedikten sonra hiçbir şey hallolmaz".
Çürümüş insanın ürünü bugünkü halimiz, bu sözün doğruluğunun en açık ispatı değil midir?
Bu millet vatanı, bayrağı, askeri, hatta kendini bile onun sayesinde sevmeyi öğrendi.
İnsanlar onun sayesinde özgüvenine kavuştu.
Birilerinin her fırsatta ve ısrarla Müslümanlar bayrağa sancağa düşmandır fitnesini, ellerinde Türk bayrağıyla alanlara doldurduğu yüz binlerce sakallı sakalsız, örtülü-örtüsüz, her sınıf insanla yıkan da O'dur.
Bunun gibi, vatana düşman ilan edilen bu insanlara hep bir ağızdan "Bu vatan bizimdir bizim kalacak" diye haykırtan da O'dur.
"Vatan sevgisi imandadır",
"Bayrak bir bez parçası değil mukaddes bir değerdir",
"Başörtüsü teferruat değil, farzdır",
Ve "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüz; milli bütünlüğümüz dini bütünlüğümüzdür" ölçüsünü bu millet hep O'ndan öğrendi.
"Ashaptan sonra bu yüce İslam dinine en büyük hizmeti bu aziz millet yapmıştır. Bunun için bu millet çok şerefli bir millettir" ölçüsüyle de milliyetçiliği bir kafatası kalitesinden çıkartıp herkesin ve her kesimin kabul edeceği bir ölçüye koyan da O'dur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen kavga saltanat ile yeni idare arasındaki kavga idi. Birileri bu kavgayı Cumhuriyet'in İslam'la kavgası şeklinde verdi ve Cumhuriyet dinsizliktir düşüncesini kasıtlı olarak zihinlere yerleştirdi. "Cumhuriyet bir idare şeklidir, bunun dinlisi dinisizi olmaz" deyip bu tarihi yanlışı yıkan da O'dur.
Atatürk sevgisini dine hakaret için kullananlarla, Atatürk düşmanı olmayı dindarlığın en önemli rüknü kabul edenlere, ikiniz de yanlış yapıyorsunuz diye karşı çıkan ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yüce İslam dini ve onun son peygamberi Hz. Muhammet (as) hakkında söylediği tarihi sözleri meydanlarda haykıran da O'dur.
Onun ekonomik görüşleri dünyanın en saygın kuruluşları tarafından altın madalyalarla ödüllendirildi.
Vesilesi olduğu TV ve radyolar,
Eğitim kurumları,
Sağlık kuruluşları,
Gazete ve dergiler,
Başkalarından veya "malum yerlerden" kredi veya teşvik alınarak kurulmadı.
Ya da bir ülke bütçesine denk belediye imkanlarıyla oluşturulmadı.
Bu manadan olarak O'nun, sadece bu millete, evet bu aziz millete dua ve teşekkür borçu vardır.
Bunun dışında kimseye bir kuruşluk da olsa minnet borcu yoktur O'nun.
Minnet borçlusu olanların halleri de ortadadır.
Bu millet yaklaşık on yıldır TV ekranından Allah kelamını, Kur'an'ı onun sayesinde öğreniyor.
Yıllardır Allah kelamını O'nun sayesinde dinliyor.
Milli bütünlüğümüzü tehdit eden her girişime olduğu gibi, aynı kararlılıkla dini bütünlüğümüzü tehdit eden her girişime yine o karşı çıktı.
Yani o bir yandan vatan sahip çıktı, bir yandan da dine sahip çıktı.
Eğer O, şu malum "Dinler arası diyalog" çalışmalarına karşı çıkmasaydı, mübalağasız bu milletin akaidi/inancı çok ciddi yaralar almış olacaktı.
Onun hayatı teoriden çok pratiklerle doludur.
O, Prof. Dr. Haydar Baş'tır.
Selam olsun o genç ve dinç delikanlıya.
(devam edeceğiz)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Ana-baba hakları-2 / 30.04.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024