Sadaka Ehl-i Beyt'e haramdır
İmam Rıza (a.s.) buyurdu ki: "Sadaka Muhammed (s.a.a)'e ve O'nun Ehl-i Beyt'ine haramdır. Sadaka (zekât), gerçekte insanların (malının) kiri olduğu için onlara helal değildir; zira onlar her çeşit kötülük ve kirden münezzeh kılınmışlardır"
20.03.2017 00:00:00
(dünden devam?)
İmam Rıza (a.s.) konuşmasına şöyle devam etti: "Allah Teâlâ ganimet ve feyde, kendi payıyla Hz. Peygamber'in payını, onların payı ile birlikte zikrettiği gibi, onların itaat ve velayetlerini de Hz. Peygamber ve kendisinin itaat ve velayetiyle yanaştırarak birlikte zikretmiştir. Allah Teâlâ'nın Ehl-i Beyt'e olan bu nimeti ne kadar da büyüktür.
Ama sadaka (zekât) meselesi geldiğinde Allah Teâlâ hem Kendisini, hem Resulünü, hem de Resulünün Ehl-i Beyt'ini ondan münezzeh kıldı ve şöyle buyurdu: 'Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kalpleri (İslam'a) ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmışlar içindir.' (Tevbe/60).
Acaba bu söylenenler arasında Allah Teâlâ'nın Kendisi, Resulü ve zilkurbâ (yakınlar) için bir pay zikrettiğini bulabilir misiniz? Tenzih etme sırası geldiğinde Kendisini, Resulünü ve Resulünün Ehl-i Beyt'ini sadaka (farz zekât)'dan münezzeh kıldı; hatta sadakayı onlara haram bile etti. Çünkü sadaka Muhammed (s.a.a)'e ve O'nun Ehl-i Beyt'ine haramdır. Sadaka (zekât), gerçekte insanların (malının) kiri olduğu için onlara helal değildir; zira onlar her çeşit kötülük ve kirden münezzeh kılınmışlardır. Allah Teâlâ onları tertemiz kılıp seçtiğinde, kendisine beğendiği bir şeyi onlar için de beğendi ve kendisine beğenmediği bir şeyi onlar için de beğenmedi.
Dokuzuncu ayet: Biz Kur'an'ın buyurduğu zikir ehliyiz. Zira Kur'an şöyle buyurmuştur: 'Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun.' (Nahl/43). İşte zikir ehli bizleriz; o halde bilmiyorsanız bizden sorun.
Âlimler: "Allah bu ayetten Yahudî ve Hıristiyanları kastetmiştir" dediler.
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: "Sübhanallah! Böyle bir şey mümkün mü? Bu durumda onlar bizi kendi dinlerine çağırır ve 'Bizim dinimiz İslam dininden daha üstündür' derler."
Memun: "Ey Ebu'l-Hasan! Onların dediklerinin aksini ispatlayacak bir açıklamanız var mıdır?"
İmam (a.s): "Evet; zikir, Resûlullah (s.a.a)'dir ve biz de zikrin (O'nun) ehli (ailesi)'yiz. Bu konu Talak suresinde apaçık gelmiştir. Allah orada şöyle buyuruyor: 'Artık çekinin Allah'tan ey aklı başında olanlar; ey iman edenler, and olsun ki Allah, size zikir olan bir Peygamberi göndermiştir ki, Allah'ın apaçık ayetlerini okumaktadır size.'
Bu ayetteki zikir, Resûlullah (s.a.a)'dir ve biz de O'nun ehli (ailesi)'yiz. Bu da dokuzuncusudur.
Onuncu ayet: Nisa suresindeki şu tahrim ayetidir: 'Anneleriniz, kızlarınız ve kızkardeşleriniz... Size haram kılındı.' (Nisa/23). Şimdi söyleyiniz eğer şu an Resûlullah (s.a.a) hayatta olmuş olsalardı, benim kızım ve oğlumun kızı yahut benim neslimden olan diğer kızlarla evlenmesi doğru olur muydu?
Âlimler: "Hayır, olmazdı."
İmam (a.s): "Söyleyin bakalım, eğer Resûlullah hayatta olsaydı sizin kızlarınızla evlenebilir miydi?"
Âlimler: "Evet, evlenebilirdi."
İmam (a.s): "İşte bunun kendisi, benim O Hazretin Âl'inden olduğuma bir delildir, sizin değil. Eğer siz onun Âl'inden olsaydınız, benim kızlarımın O Hazrete haram olduğu gibi sizin kızlarınız da ona haram olurdu. Demek ki ben, O'nun Âl'indenim, siz ise O'nun ümmetindensiniz. İşte bu, Âl ve ümmet arasındaki başka bir farktır. Bu da onuncusudur.
On birinci ayet de Mü'min suresinde bulunan şu ayettir: 'Firavun ailesinden imanı gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır.' (Mü'min/28).
Bu adam Firavun'un dayısının oğluydu. Allah (c.c) onu soyundan dolayı Firavun'a nispet etmiştir, dininden dolayı değil. Böylece biz de doğum yönünden Hz. Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'inden olduğumuzdan soy yönünden özelleştirilmişiz ama din yönünden bütün insanlar gibi sayılmışız. Bu da Âl ve ümmet arasındaki diğer bir farktır. Bu da on birincisidir.
On ikinci ayet de şudur: 'Ve ehline namazı emret ve kendin de ona (namaza) karşı sabırlı ol.' (Tâha/132). Allah Teâlâ bizi bu özellikle ayrıcalıklı saymıştır (üstün kılmıştır). Çünkü (bir defasında) bize ümmet ile beraber namazı emretmiş, daha sonra bize (Peygamberle birlikte namazı emrederek) üstün kılmıştır, ümmeti değil. Resûlullah (s.a.a) bu ayet nâzil olduktan sonra dokuz ay boyunca her gün beş defa namaz vakitlerinde Ali ve Fâtıma (s.a)'nın kapısına gelerek şöyle buyurdu: 'Namaza! Allah size rahmet etsin!' Allah Teâlâ, peygamberlerin evlatlarından hiç kimseye, bize ikram ettiği derecede ikram etmemiştir; peygamberler ailesinden sadece bizi has kılmıştır."
Memun ve âlimler dedi ki: "Allah bu ümmet tarafından siz Ehl-i Beyt'e hayır (mükâfat) versin. Biz müphem meselelerin gerekli açıklama ve izahını ancak sizin nezdinizde bulabiliyoruz."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh).
İmam Rıza (a.s.) konuşmasına şöyle devam etti: "Allah Teâlâ ganimet ve feyde, kendi payıyla Hz. Peygamber'in payını, onların payı ile birlikte zikrettiği gibi, onların itaat ve velayetlerini de Hz. Peygamber ve kendisinin itaat ve velayetiyle yanaştırarak birlikte zikretmiştir. Allah Teâlâ'nın Ehl-i Beyt'e olan bu nimeti ne kadar da büyüktür.
Ama sadaka (zekât) meselesi geldiğinde Allah Teâlâ hem Kendisini, hem Resulünü, hem de Resulünün Ehl-i Beyt'ini ondan münezzeh kıldı ve şöyle buyurdu: 'Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kalpleri (İslam'a) ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmışlar içindir.' (Tevbe/60).
Acaba bu söylenenler arasında Allah Teâlâ'nın Kendisi, Resulü ve zilkurbâ (yakınlar) için bir pay zikrettiğini bulabilir misiniz? Tenzih etme sırası geldiğinde Kendisini, Resulünü ve Resulünün Ehl-i Beyt'ini sadaka (farz zekât)'dan münezzeh kıldı; hatta sadakayı onlara haram bile etti. Çünkü sadaka Muhammed (s.a.a)'e ve O'nun Ehl-i Beyt'ine haramdır. Sadaka (zekât), gerçekte insanların (malının) kiri olduğu için onlara helal değildir; zira onlar her çeşit kötülük ve kirden münezzeh kılınmışlardır. Allah Teâlâ onları tertemiz kılıp seçtiğinde, kendisine beğendiği bir şeyi onlar için de beğendi ve kendisine beğenmediği bir şeyi onlar için de beğenmedi.
Dokuzuncu ayet: Biz Kur'an'ın buyurduğu zikir ehliyiz. Zira Kur'an şöyle buyurmuştur: 'Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun.' (Nahl/43). İşte zikir ehli bizleriz; o halde bilmiyorsanız bizden sorun.
Âlimler: "Allah bu ayetten Yahudî ve Hıristiyanları kastetmiştir" dediler.
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdu: "Sübhanallah! Böyle bir şey mümkün mü? Bu durumda onlar bizi kendi dinlerine çağırır ve 'Bizim dinimiz İslam dininden daha üstündür' derler."
Memun: "Ey Ebu'l-Hasan! Onların dediklerinin aksini ispatlayacak bir açıklamanız var mıdır?"
İmam (a.s): "Evet; zikir, Resûlullah (s.a.a)'dir ve biz de zikrin (O'nun) ehli (ailesi)'yiz. Bu konu Talak suresinde apaçık gelmiştir. Allah orada şöyle buyuruyor: 'Artık çekinin Allah'tan ey aklı başında olanlar; ey iman edenler, and olsun ki Allah, size zikir olan bir Peygamberi göndermiştir ki, Allah'ın apaçık ayetlerini okumaktadır size.'
Bu ayetteki zikir, Resûlullah (s.a.a)'dir ve biz de O'nun ehli (ailesi)'yiz. Bu da dokuzuncusudur.
Onuncu ayet: Nisa suresindeki şu tahrim ayetidir: 'Anneleriniz, kızlarınız ve kızkardeşleriniz... Size haram kılındı.' (Nisa/23). Şimdi söyleyiniz eğer şu an Resûlullah (s.a.a) hayatta olmuş olsalardı, benim kızım ve oğlumun kızı yahut benim neslimden olan diğer kızlarla evlenmesi doğru olur muydu?
Âlimler: "Hayır, olmazdı."
İmam (a.s): "Söyleyin bakalım, eğer Resûlullah hayatta olsaydı sizin kızlarınızla evlenebilir miydi?"
Âlimler: "Evet, evlenebilirdi."
İmam (a.s): "İşte bunun kendisi, benim O Hazretin Âl'inden olduğuma bir delildir, sizin değil. Eğer siz onun Âl'inden olsaydınız, benim kızlarımın O Hazrete haram olduğu gibi sizin kızlarınız da ona haram olurdu. Demek ki ben, O'nun Âl'indenim, siz ise O'nun ümmetindensiniz. İşte bu, Âl ve ümmet arasındaki başka bir farktır. Bu da onuncusudur.
On birinci ayet de Mü'min suresinde bulunan şu ayettir: 'Firavun ailesinden imanı gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır.' (Mü'min/28).
Bu adam Firavun'un dayısının oğluydu. Allah (c.c) onu soyundan dolayı Firavun'a nispet etmiştir, dininden dolayı değil. Böylece biz de doğum yönünden Hz. Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'inden olduğumuzdan soy yönünden özelleştirilmişiz ama din yönünden bütün insanlar gibi sayılmışız. Bu da Âl ve ümmet arasındaki diğer bir farktır. Bu da on birincisidir.
On ikinci ayet de şudur: 'Ve ehline namazı emret ve kendin de ona (namaza) karşı sabırlı ol.' (Tâha/132). Allah Teâlâ bizi bu özellikle ayrıcalıklı saymıştır (üstün kılmıştır). Çünkü (bir defasında) bize ümmet ile beraber namazı emretmiş, daha sonra bize (Peygamberle birlikte namazı emrederek) üstün kılmıştır, ümmeti değil. Resûlullah (s.a.a) bu ayet nâzil olduktan sonra dokuz ay boyunca her gün beş defa namaz vakitlerinde Ali ve Fâtıma (s.a)'nın kapısına gelerek şöyle buyurdu: 'Namaza! Allah size rahmet etsin!' Allah Teâlâ, peygamberlerin evlatlarından hiç kimseye, bize ikram ettiği derecede ikram etmemiştir; peygamberler ailesinden sadece bizi has kılmıştır."
Memun ve âlimler dedi ki: "Allah bu ümmet tarafından siz Ehl-i Beyt'e hayır (mükâfat) versin. Biz müphem meselelerin gerekli açıklama ve izahını ancak sizin nezdinizde bulabiliyoruz."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh).