'O Latif'tir ama gizlilikle vasıflandırılamaz'
Hz. Ali (a.s.), Cenab-ı Hak hakkında buyurdu ki: "Konuşandır fakat düşünerek değil. İrade edendir, kast/himmet etmeksizin. Yaratandır, aza ve organları olmaksızın. Latif'tir, gizlilikle vasıflandırılamaz. Büyüktür ama zulümle nitelendirilemez. Basir'dir ama hisle vasıflandırılmaz"
07.07.2016 00:00:00
Hz. Ali (a.s.), hilafetinin başlarında verdiği bu hutbede, Allah'ın vahdaniyeti, Peygamber'in risaleti ve takva hakkında şöyle buyurmuştur:
"Hiçbir iş O'nu meşgul edemez, hiçbir zaman O'nu değiştiremez, hiçbir mekân O'nu kuşatamaz, hiçbir dil O'nu vasıflandıramaz. Yağmur tanelerinin, göğün yıldızlarının, yelin savurduğu tozların sayısı, düz ve beyaz taşın üzerinde yürüyen karıncanın hareketi ve karanlık gecelerde küçük karıncaların yuvası bile O'ndan gizli kalmaz. Ağaçtan düşen yaprakları ve gözlerin gizli bakışını görür. Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve hiçbir dengi bulunmadığına; hakkında hiçbir şüpheye düşmeden, dinini ve her varlığı yaratanın O olduğunu inkâr etmeden; doğru bir niyet, temiz bir öz, ihlaslı yakîn ve tartısı ağır gelen kişinin şahadetiyle şahadet ederim. Muhammed'in (s.a.a.), O'nun kulu, bildirdiği gerçekleri anlatmak için yarattıkları arasından seçtiği, en yüce kerem ve lutuflarıyla risaletinin en büyüğü için beğendiği, alametlerini O'nunla açıkladığı, benzersiz körlüğü O'nunla giderip aydınlattığı elçisi olduğuna da şahadet ederim. Ey insanlar! Dünya, kendisine ümit bağlayıp güvenenleri ve onu isteyenleri aldatır. Onun için yarışanlara teveccüh etmez. Kendisini yenmek isteyenleri alt eder. Allah'a yemin olsun, nimet içinde hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimeti, ancak işledikleri günahlar yüzünden yok olur gider. Çünkü Allah, kullarına zulmedici değildir. (Âl-i İmran: 182). Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltirdi.
Ben sizin hidayetten mahrum bir fetret dönemine düşmenizden korkuyorum. Geçmişte benim yanımda övülmeyen birtakım işlere meylettiniz. Ama işleriniz size tekrar geri döndürülürse, (Asr-ı Saadet'e geri dönecek olursanız) mutlu olursunuz. Bana düşen ancak çalışmaktır. Konuşmak istersem, 'Allah geçenleri affetsin' derim."
Ze'leb el-Yemani, Hz. Ali'ye sordu: "Ya Emir'el-Mü'minin, Rabbini hiç gördün mü?"
O da, "Görmediğime mi ibadet edeyim?" dedi.
"Peki, O'nu nasıl görüyorsun?" diye sordu.
Bunun üzerine şöyle dedi: "Gözler, O'nu açıkça görüp idrak edemez fakat kalpler, O'nu iman gerçekleriyle görür. Her şeye yakın olduğu halde ilişerek değil; her şeyden uzak olduğu halde ayrı değildir. Konuşandır, fakat düşünerek değil. İrade edendir, kast/himmet etmeksizin. Yaratandır, aza ve organları olmaksızın. Latif'tir, gizlilikle vasıflandırılamaz. Büyüktür ama zulümle nitelendirilemez. Basir'dir ama hisle vasıflandırılmaz. Rahim'dir; gönül yumuşaklığı ile nitelendirilemez. Yüzler O'nun azameti karşısında boyun eğmiştir. Gönüller, O'nun korkusuyla dolmuş, titrer dururlar." (Nehcü'l-Belağa'dan?)
"Hiçbir iş O'nu meşgul edemez, hiçbir zaman O'nu değiştiremez, hiçbir mekân O'nu kuşatamaz, hiçbir dil O'nu vasıflandıramaz. Yağmur tanelerinin, göğün yıldızlarının, yelin savurduğu tozların sayısı, düz ve beyaz taşın üzerinde yürüyen karıncanın hareketi ve karanlık gecelerde küçük karıncaların yuvası bile O'ndan gizli kalmaz. Ağaçtan düşen yaprakları ve gözlerin gizli bakışını görür. Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve hiçbir dengi bulunmadığına; hakkında hiçbir şüpheye düşmeden, dinini ve her varlığı yaratanın O olduğunu inkâr etmeden; doğru bir niyet, temiz bir öz, ihlaslı yakîn ve tartısı ağır gelen kişinin şahadetiyle şahadet ederim. Muhammed'in (s.a.a.), O'nun kulu, bildirdiği gerçekleri anlatmak için yarattıkları arasından seçtiği, en yüce kerem ve lutuflarıyla risaletinin en büyüğü için beğendiği, alametlerini O'nunla açıkladığı, benzersiz körlüğü O'nunla giderip aydınlattığı elçisi olduğuna da şahadet ederim. Ey insanlar! Dünya, kendisine ümit bağlayıp güvenenleri ve onu isteyenleri aldatır. Onun için yarışanlara teveccüh etmez. Kendisini yenmek isteyenleri alt eder. Allah'a yemin olsun, nimet içinde hoşnut olarak yaşayanların mutluluk nimeti, ancak işledikleri günahlar yüzünden yok olur gider. Çünkü Allah, kullarına zulmedici değildir. (Âl-i İmran: 182). Eğer insanlar, azap üzerlerine indiği, ellerindeki nimetler yok olduğu zaman Rablerine doğru niyetle ve içtenlikle sığınsalar, Rableri ellerinden giden her şeyi geri verir, içlerindeki her bozgunu düzeltirdi.
Ben sizin hidayetten mahrum bir fetret dönemine düşmenizden korkuyorum. Geçmişte benim yanımda övülmeyen birtakım işlere meylettiniz. Ama işleriniz size tekrar geri döndürülürse, (Asr-ı Saadet'e geri dönecek olursanız) mutlu olursunuz. Bana düşen ancak çalışmaktır. Konuşmak istersem, 'Allah geçenleri affetsin' derim."
Ze'leb el-Yemani, Hz. Ali'ye sordu: "Ya Emir'el-Mü'minin, Rabbini hiç gördün mü?"
O da, "Görmediğime mi ibadet edeyim?" dedi.
"Peki, O'nu nasıl görüyorsun?" diye sordu.
Bunun üzerine şöyle dedi: "Gözler, O'nu açıkça görüp idrak edemez fakat kalpler, O'nu iman gerçekleriyle görür. Her şeye yakın olduğu halde ilişerek değil; her şeyden uzak olduğu halde ayrı değildir. Konuşandır, fakat düşünerek değil. İrade edendir, kast/himmet etmeksizin. Yaratandır, aza ve organları olmaksızın. Latif'tir, gizlilikle vasıflandırılamaz. Büyüktür ama zulümle nitelendirilemez. Basir'dir ama hisle vasıflandırılmaz. Rahim'dir; gönül yumuşaklığı ile nitelendirilemez. Yüzler O'nun azameti karşısında boyun eğmiştir. Gönüller, O'nun korkusuyla dolmuş, titrer dururlar." (Nehcü'l-Belağa'dan?)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.