O hep birleştirici güçtü
Hz. Ali, Hz. Fâtıma’nın vefatına kadar Hz. Ebu Bekir’e biat etmemiş, Hz. Fâtıma’dan sonra biat ederek aradaki ayrılığı gidermişti. Hz. Ali’nin bu hareketi, Müslümanlığa bağlılığının ne derece üstün olduğunu gösterir
10.06.2022 06:00:00





Sakife toplantısından sonra Hz. Ebû Bekir'in halifeliğini kabul etmeyenler olmuştu. Sa'd ibn-i Ubâde bunlardandı. Ömer, mutlaka Sa'd'den biat alınmasını istemiş fakat Kays b. Sa'd, "O ölür de biat etmez, elinize geçen şeyi bozmayın" demiş, Ebû Bekir, onun öğüdünü kabul etmişti. Sa'd, Şam ülkesindeki Havran'a gitmiş, orada öldürülmüştü. Cinler öldürdü diye bir rivayet çıkmış, iş bu suretle kapanmıştı.
Zübeyr, Selmân, Mikdâd, Ammâr, Ebû Zer (r.a.) gibi bazı sahabiler, Hz. Ali'nin halife olmasını istiyorlardı. Gadir-i Hum'da Hz. Peygamber'in, Allah'ın emriyle Hz. Ali'nin vilâyetini tebliğ etmesi, onlarca reddedilemeyecek bir hüccetti. Hâşimoğulları, Hz. Ali'nin halifeliğinde ısrar ediyordu. Hz. Abbas da bu fikirdeydi. Ebu Süfyan da fırsatı ganimet biliyor, "Medine'yi adamla doldurur, hakkını zorla alırım" diye Hz. Ali'yi isyana teşvik ediyordu. Hz. Ali, metanetini hiç bozmamış, Ebû Süfyan'ın teklifini şiddetle reddetmişti.
Hz. Ali, Hz. Fâtıma'nın vefatına kadar Ebu Bekr'e biat etmemiş, Hz. Fâtıma'dan sonra biat ederek aradaki ayrılığı gidermiştir. Hz. Ali'nin bu hareketi, Müslümanlığa bağlılığının ne derece üstün olduğunu gösterir.
Hz. Ali, üç halife zamanında savaşlara katılmamakla ve bir memuriyet kabul etmeyip tam bir inzivâ hayatı yaşamakla beraber gerektikçe fikir yürütmüş, öğütler vermişti. Onlar da sırası geldikçe Hz. Ali'ye müracaat etmişlerdi. Nitekim Ömer, İran harbine gidip gitmemek hususunda Hz. Ali'ye danışmıştı. Hz. Ali, Hz. Peygamber'in bütün savaşlara katıldığını, orduyu bizzat sevk ve idare ettiğini biliyordu. Fakat o vakit merkez çok yakındı, orduda Hz. Muhammed'in bulunması, büyük bir manevi kuvvet sağlıyordu. Ordu bozulsa bile çeşitli ayrılıkların, aykırılıkların çıkması, nihayet boy rekabetlerine dayanabilirdi, hâlbuki inanç, bu rekabetleri yıkmıştı. Şimdiyse merkez, savaş yerinden çok uzaktı. Mümessilinin merkezden ayrılması ortaya çeşitli reylerin çıkmasına sebep olabilirdi. Para ve dünya, artık gözlere tatlı görünmeye başlamıştı. Müslümanlığın ilk sadeliği, kaybolmak üzereydi.
Hz. Ali, bütün bu düşüncelerle Ömer'e dedi ki:
"Müslümanlığa yardım etmek yahut onu aşağılatmak, ne sayıca çoklukladır, ne azlıkla. İslâm, Allah'ın meydana getirdiği bir dindir; Müslümanlar, Allah'ın hazırladığı ve yardım ettiği bir ordudur. Sonucu, nereye vardıysa vardı, nasıl meydana gelmesi gerekse geldi. Allah, vaadini yerine getirir, ordusuna yardımcıdır, biz de O'nun vaadini beklemekteyiz. Hüküm sâhibi ve emir, boncuk dizilen ipe benzer, boncukları toplar, bir araya getirir. İp koptu mu boncuklar dağılır, bir daha onları bir araya getirmeye imkân yoktur. Arap, bugün, görünüşte azlıktır ama Müslümanlık sâyesinde çokluktur, onlar, aynı inançta birleştiklerinden üstündür. Sen, değirmen taşının mili ol, savaş değirmenini onlarla döndür. Kendin gitmeden savaş ateşini onlarla alevlendir. Çünkü sen, bizzat buradan gittin mi, civardaki Araplar işi bozarlar, buyruktan çıkarlar, buraları korumak, oradaki savaştan daha çetin olur. Yarın, karşıdaki düşman, seni görünce der ki: İşte Arapların kökü bu; onu yok ettiniz mi rahat edersiniz. Bu düşünce, seni yok etme hususunda hırslarını arttırır, tamahlarını ziyadeleştirir. O çoğunluğun Müslümanlarla savaşa geleceklerini söylüyorsun ya, hiç şüphe yok ki noksan, sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları aşağılatır, onun, dilemediğini gidermeye gücü yeter, sayılarının çokluğunu söylüyorsun, biz, bundan önce sayıca çok olduğumuzdan savaşmadık, ancak Allah yardımıyla savaştık da üst olduk." (Nehc'ül-Belâga, Tahran, 1302, 1, s. 493-494).
Zübeyr, Selmân, Mikdâd, Ammâr, Ebû Zer (r.a.) gibi bazı sahabiler, Hz. Ali'nin halife olmasını istiyorlardı. Gadir-i Hum'da Hz. Peygamber'in, Allah'ın emriyle Hz. Ali'nin vilâyetini tebliğ etmesi, onlarca reddedilemeyecek bir hüccetti. Hâşimoğulları, Hz. Ali'nin halifeliğinde ısrar ediyordu. Hz. Abbas da bu fikirdeydi. Ebu Süfyan da fırsatı ganimet biliyor, "Medine'yi adamla doldurur, hakkını zorla alırım" diye Hz. Ali'yi isyana teşvik ediyordu. Hz. Ali, metanetini hiç bozmamış, Ebû Süfyan'ın teklifini şiddetle reddetmişti.
Hz. Ali, Hz. Fâtıma'nın vefatına kadar Ebu Bekr'e biat etmemiş, Hz. Fâtıma'dan sonra biat ederek aradaki ayrılığı gidermiştir. Hz. Ali'nin bu hareketi, Müslümanlığa bağlılığının ne derece üstün olduğunu gösterir.
Hz. Ali, üç halife zamanında savaşlara katılmamakla ve bir memuriyet kabul etmeyip tam bir inzivâ hayatı yaşamakla beraber gerektikçe fikir yürütmüş, öğütler vermişti. Onlar da sırası geldikçe Hz. Ali'ye müracaat etmişlerdi. Nitekim Ömer, İran harbine gidip gitmemek hususunda Hz. Ali'ye danışmıştı. Hz. Ali, Hz. Peygamber'in bütün savaşlara katıldığını, orduyu bizzat sevk ve idare ettiğini biliyordu. Fakat o vakit merkez çok yakındı, orduda Hz. Muhammed'in bulunması, büyük bir manevi kuvvet sağlıyordu. Ordu bozulsa bile çeşitli ayrılıkların, aykırılıkların çıkması, nihayet boy rekabetlerine dayanabilirdi, hâlbuki inanç, bu rekabetleri yıkmıştı. Şimdiyse merkez, savaş yerinden çok uzaktı. Mümessilinin merkezden ayrılması ortaya çeşitli reylerin çıkmasına sebep olabilirdi. Para ve dünya, artık gözlere tatlı görünmeye başlamıştı. Müslümanlığın ilk sadeliği, kaybolmak üzereydi.
Hz. Ali, bütün bu düşüncelerle Ömer'e dedi ki:
"Müslümanlığa yardım etmek yahut onu aşağılatmak, ne sayıca çoklukladır, ne azlıkla. İslâm, Allah'ın meydana getirdiği bir dindir; Müslümanlar, Allah'ın hazırladığı ve yardım ettiği bir ordudur. Sonucu, nereye vardıysa vardı, nasıl meydana gelmesi gerekse geldi. Allah, vaadini yerine getirir, ordusuna yardımcıdır, biz de O'nun vaadini beklemekteyiz. Hüküm sâhibi ve emir, boncuk dizilen ipe benzer, boncukları toplar, bir araya getirir. İp koptu mu boncuklar dağılır, bir daha onları bir araya getirmeye imkân yoktur. Arap, bugün, görünüşte azlıktır ama Müslümanlık sâyesinde çokluktur, onlar, aynı inançta birleştiklerinden üstündür. Sen, değirmen taşının mili ol, savaş değirmenini onlarla döndür. Kendin gitmeden savaş ateşini onlarla alevlendir. Çünkü sen, bizzat buradan gittin mi, civardaki Araplar işi bozarlar, buyruktan çıkarlar, buraları korumak, oradaki savaştan daha çetin olur. Yarın, karşıdaki düşman, seni görünce der ki: İşte Arapların kökü bu; onu yok ettiniz mi rahat edersiniz. Bu düşünce, seni yok etme hususunda hırslarını arttırır, tamahlarını ziyadeleştirir. O çoğunluğun Müslümanlarla savaşa geleceklerini söylüyorsun ya, hiç şüphe yok ki noksan, sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları aşağılatır, onun, dilemediğini gidermeye gücü yeter, sayılarının çokluğunu söylüyorsun, biz, bundan önce sayıca çok olduğumuzdan savaşmadık, ancak Allah yardımıyla savaştık da üst olduk." (Nehc'ül-Belâga, Tahran, 1302, 1, s. 493-494).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.