Nefsinle cihat etmeye memursun
Bilesin ki, en büyük düşmanın, iki kaburgan arasındaki nefsindir. Onun yaratılışında daima kötüye götürmek vardır. Daima şerre eğilir, hayırdan kaçar. Onun bu hali karşısında sen, onunla cihat etmeye memursun
03.12.2023 09:06:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş
İmam Gazali Hazretleri şöyle anlatıyor:
Mücahede: Nefsin hainliğini ortaya çıkarıp yaptığı hatalarını başına kakmak için çok ibadet, cihat sayılır. Ama bununla uslanmayabilir. İtaat etmeyebilir ve vazife yükünü almayabilir. Böyle olunca onunla sert mücahedeye girmek gerekir. Meselâ, namazını cemaatle kılmaktan imtina ettiği ya da nafile namaz kılmak istemediği, tembelliğe kalktığı zaman, gecenin tümünü ibadetle geçirme cezası vermeli. Mücahede yapabilmek için bu konudaki âyet ve hadisleri, mücahedenin faziletini anlatan rivayetleri okumalı, böylece nefsi uyarmalı...
Muatebe: Şunu kâfi bilesin ki, en büyük düşmanın, iki kaburgan arasındaki nefsindir. Onun yaratılışında daima kötüye götürmek vardır. Daima şerre eğilir, hayırdan kaçar. Onun bu hali karşısında sen, onunla cihat etmeye memursun. Zorla Rabbinin ibadetine çekmeye memursun. İbadetle onu kirli huylardan temizleme emrini almışsın. Uygunsuz, yersiz şehvet hislerini kıracaksın. Bu sayılan işleri ihmal edip bıraktığın anı düşün, derhal sana saldırır ve yıkar. Bir defa seni alt edince, artık sana itaat etmesi çok zor olur. Şayet, nefsin üzerine titizlikle eğilir, yaptığı hatalara ceza keser, ayıplar ve azarlarsan, yavaş yavaş kusurunu anlar, kendi kendini tenkide başlar. Bu onun levvame halidir. Bu durumda derece almış ve izan sahibi olmuştur. Mücahede ve dikkatini devam ettirirsen, daha da yükselir. Yaptığı ibadet ve taati isteyerek yapar. Âdeta hal edinir ve ibadetsiz duramaz. Bu da onun mutmainne halidir. Bu halinin sonu, Allah'ın sevdiği kulları arasına katılması olur. O kulların vasfı, çok üstündür. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razıdır.
Nefsini bir an bile başıboş bırakma. Bu vazifeyi bitirmeden başkalarına öğüt verip yol göstermeye kalkma. Allah Teâlâ, İsa Peygambere bir vahyinde şöyle buyurdu: "Ey Meryem oğlu, nefsine öğüt ver. Vaaz et. Bunu başarı ile yaptınsa, insanlara vaaza kalk. Aksi halde Benden utan."
Vaazın çok önemi vardır. Bunu şu ayet-i kerimeden anlıyoruz: "Vaaz, nasihatta bulun. Vaazlar, mü'minlere fayda sağlar." (Zari- yat, 55).
Elbette böyle bir vazifenin yapılması için, insan önce nefsini hizaya getirmelidir. Aksi halde faydası çok az olur. Bu uğurda sana düşen vazife, yaptığın nasihati önce nefsine kabul ettirmendir. Ona anlattıklarına yan çizme arzusu gösterdiği zaman, akılsızlığını, bilgisizliğini yüzüne vurman, hatta şöyle çıkışmandır: "Sen halka, cehalet ve akılsızlık isnadını yapmaktasın. Hâlbuki sen, insanların en akılsızısın. Böyle olduğun halde nasıl onlara cahilliği ve akıl kıtlığını yakıştırıyorsun. Sen bir yolcusun. Yerin ya Cennet ya da Cehennem olacak. Bu senin gidişatına bağlı. Oyuncak ve güldürücü şeylerle vakit geçirmek ne işine yarar. Hâlbuki sen, büyük vaat için arzu edilmektesin. Nedir bu
Halin! Ölümü çok uzakta görmektesin. Hâlbuki o, yakındır. O ölüm, belki bugün, bu gece veya yarın gelecek. Hangi şey ki gelecektir, ona uzak adı verilmez, yakındır. Bilmiyor musun ölüm, aniden gelir. Gelişini önceden haber veren, takdim eden olmaz..."
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den…)
Mücahede: Nefsin hainliğini ortaya çıkarıp yaptığı hatalarını başına kakmak için çok ibadet, cihat sayılır. Ama bununla uslanmayabilir. İtaat etmeyebilir ve vazife yükünü almayabilir. Böyle olunca onunla sert mücahedeye girmek gerekir. Meselâ, namazını cemaatle kılmaktan imtina ettiği ya da nafile namaz kılmak istemediği, tembelliğe kalktığı zaman, gecenin tümünü ibadetle geçirme cezası vermeli. Mücahede yapabilmek için bu konudaki âyet ve hadisleri, mücahedenin faziletini anlatan rivayetleri okumalı, böylece nefsi uyarmalı...
Muatebe: Şunu kâfi bilesin ki, en büyük düşmanın, iki kaburgan arasındaki nefsindir. Onun yaratılışında daima kötüye götürmek vardır. Daima şerre eğilir, hayırdan kaçar. Onun bu hali karşısında sen, onunla cihat etmeye memursun. Zorla Rabbinin ibadetine çekmeye memursun. İbadetle onu kirli huylardan temizleme emrini almışsın. Uygunsuz, yersiz şehvet hislerini kıracaksın. Bu sayılan işleri ihmal edip bıraktığın anı düşün, derhal sana saldırır ve yıkar. Bir defa seni alt edince, artık sana itaat etmesi çok zor olur. Şayet, nefsin üzerine titizlikle eğilir, yaptığı hatalara ceza keser, ayıplar ve azarlarsan, yavaş yavaş kusurunu anlar, kendi kendini tenkide başlar. Bu onun levvame halidir. Bu durumda derece almış ve izan sahibi olmuştur. Mücahede ve dikkatini devam ettirirsen, daha da yükselir. Yaptığı ibadet ve taati isteyerek yapar. Âdeta hal edinir ve ibadetsiz duramaz. Bu da onun mutmainne halidir. Bu halinin sonu, Allah'ın sevdiği kulları arasına katılması olur. O kulların vasfı, çok üstündür. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razıdır.
Nefsini bir an bile başıboş bırakma. Bu vazifeyi bitirmeden başkalarına öğüt verip yol göstermeye kalkma. Allah Teâlâ, İsa Peygambere bir vahyinde şöyle buyurdu: "Ey Meryem oğlu, nefsine öğüt ver. Vaaz et. Bunu başarı ile yaptınsa, insanlara vaaza kalk. Aksi halde Benden utan."
Vaazın çok önemi vardır. Bunu şu ayet-i kerimeden anlıyoruz: "Vaaz, nasihatta bulun. Vaazlar, mü'minlere fayda sağlar." (Zari- yat, 55).
Elbette böyle bir vazifenin yapılması için, insan önce nefsini hizaya getirmelidir. Aksi halde faydası çok az olur. Bu uğurda sana düşen vazife, yaptığın nasihati önce nefsine kabul ettirmendir. Ona anlattıklarına yan çizme arzusu gösterdiği zaman, akılsızlığını, bilgisizliğini yüzüne vurman, hatta şöyle çıkışmandır: "Sen halka, cehalet ve akılsızlık isnadını yapmaktasın. Hâlbuki sen, insanların en akılsızısın. Böyle olduğun halde nasıl onlara cahilliği ve akıl kıtlığını yakıştırıyorsun. Sen bir yolcusun. Yerin ya Cennet ya da Cehennem olacak. Bu senin gidişatına bağlı. Oyuncak ve güldürücü şeylerle vakit geçirmek ne işine yarar. Hâlbuki sen, büyük vaat için arzu edilmektesin. Nedir bu
Halin! Ölümü çok uzakta görmektesin. Hâlbuki o, yakındır. O ölüm, belki bugün, bu gece veya yarın gelecek. Hangi şey ki gelecektir, ona uzak adı verilmez, yakındır. Bilmiyor musun ölüm, aniden gelir. Gelişini önceden haber veren, takdim eden olmaz..."
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den…)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.