Hz. Peygamberi doğru anlamak Zühd ve takvâ ölçüleri ile yaşamak, fazîlet, azîmet ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e kurbiyettir. Toplumun bütün fertleri bu yaşayışa zorlanamaz. Zîrâ bu, istîdâd ve kâbiliyete bağlı bir keyfiyettir.Bundan dolayı dünyâ nimetlerine tavır ifâde eden zühd ve takvâ sebebiyle ictimâî hayâtın dinamizmine bir halel geleceği ve milletlerin böylece düşmanları karşısında geri kalacağı olacağı düşünülmemelidir.Toplumun bütün fertlerinin tatbîkle mükellef bulunduğu şer'î kâidelerin muhtevâsındaki dinamizm ve hamlecilik, böyle bir mahzûru bertaraf eder. Ayrıca şer'î hükümlerin, terakkîyi günle ölçüp "Kimin iki günü birbirine eşitse, o hüsrândadır!" kâidesini koyması ile dünyâ nimetlerine iltifatsızlık, hattâ tenezzülsüzlük ifâde eden zühd ve takvâ ölçüleri arasında da bir tenâkuz mevcûd değildir. Zîrâ dünyâdan istiğnâ, asıl mânâsıyla fiilî ve zâhirî olmaktan ziyâde kalbî ve zihnîdir...Nitekim Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur: "Dünyâ, Allah'tan gâfil olmaktır! Dünyâ, para-pul, kadın, giyim-kuşam değildir! Bunu bil!.."Buna göre, kalbde bir yeri olmamak ve kullanırken isrâfa kaçmamak şartıyla pek çok emlâk ve emvâle sâhip olmak, zühd ve takvâya aykırı düşmediği hâlde, muhabbeti gönle giren ve binâenaleyh putlaşma temâyülü gösteren pek az malın zühd ve takvâya aykırılığı düşünülürse, bu gerçek daha berrak bir sûrette kavranabilir.Peygamberlerden Süleymân -aleyhisselâm-, ashâb-ı kirâmdan Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Osmân, Hazret-i Talhâ ve Hazret-i Abdurrahmân bin Afv -radıyallâhü anhüm-'ün hâlleri bu ölçüye ne güzel bir misâldir. Diğer taraftan bazı zühd ve takvâ tezâhürleri, istiğnâdan ziyâde imkânsızlıktan doğmuş olabilir. Burada, o imkânsızlık sebebiyle isyân etmeyip Cenâb-ı Hakk'ın takdîrine gönülden râzı olmak bu tavrın asıl özünü teşkîl ederken, bunu böyle anlamayıp, varken fiiliyatta yokmuş gibi davranmak da takvânın yanlış anlaşılmasından doğar. Meselâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in bazı zamanlarda bertaraf edilemeyen açlık karşısında mübârek karnına taş bağlaması gibi keyfiyetler, bu kabîldendir. Nimetin bilhassa bolca infâk yoluyla gerçekleştirilmesinin zühd ve takvâya daha fazla muvâfık olmasına rağmen varlığı ketmederek (gizleyerek) yaşamak, hasîsliği takvâ ile tevîl etmek gibi insanın kendini veya başkalarını aldatması aslâ doğru olamaz!Bu ölçüler dâhilinde tahlîl edildiği zaman görülür ki O, insanların en muttakîsi idi. Takvâsından ötürü fakîrler gibi yaşarlardı. Âişe -radıyallâhu anhâ-:"Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- , ömrü boyunca iki gün üst üste arpa ekmeği ile doymadan âhırete intikâl etti.." buyurmuşlardır.Enes -radıyallâhu anh- anlatıyor:"Peygamberimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bazen arpa ekmeği ile katık olarak neredeyse bayatlamak üzere olan kuyruk veyâ içya'ı yemeğe dâvet edilirdi ve O ulvî insan, yapılan bu dâvete icâbet buyururdu. Zırhını birisine rehin olarak vermişti. Ancak bolca infâkları dolayısıyla ölünceye kadar zırhını kurtaracak mâlî imkân bulamadı."Bununla birlikte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, helâl olan yiyecek ve içeceklerin, zühd adına nefse harâm kılınmasını yasaklamışlardı. O, helâl olan şeyleri yer ve içerdi. Ancak, hiçbir zaman helâldir diye, yemekte karnını tıka basa doyurmazlardı. Hattâ bir seferinde huzûrunda geğiren bir adama:"Geğirmeyi bırak! Çünkü dünyâda çok doyanlar, kıyâmet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır!.." buyurdular.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.