Mü’min, bu dünyada boş işlerle uğraşmaz
Mü’min, bu dünyada boş işlerle uğraşmaz. Her hareketini “Allah benden razı olsun” diye düşünerek yapar
14.11.2024 19:47:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Mü'min, bu dünyada boş işlerle uğraşmaz. Her hareketini "Allah benden razı olsun" diye düşünerek yapar. Dünyada yaşadığı her ânı Allah rızası için değerlendirme derdindedir.
Dünya işleriyle meşgul olmadığı vakitler, ibâdetle geçirdiği vakitlerdir. Esasen onu dünya işleri de zikrullahtan alıkoyamaz. Dünyayı âhiretine tercih etmez. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulur:
"Onlar, ne ticaret, ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar."
Velâyetin şâhı ve ilim şehrinin kapısı İmam Ali (a.s.), bu âyet-i kerimeyi okuyunca şöyle buyurdu:
"Münezzeh olan Allah, zikri kalplerin cilası kılmıştır. Ağır duyan kulaklar onunla (zikirle) iyi duymuş, zayıf gören gözler onunla görmeye başlamış ve düşmanlıklar onunla sulha ve teslimiyete dönüşmüştür.
Dünya yerine, zikri tercih eden bir zikir ehli vardır. Onları ne ticaret, ne de alışveriş bundan alıkoyabilmiştir. Bu şekilde yaşamaya devam etmişlerdir.
Her zaman gâfillerin kulaklarına Allah'ın haramlarından kaçınmayı fısıldamışlardır. Adaletle emrettiklerinde kendileri de sarılmışlar; münkerden nehyettiklerinde kendileri de kaçınmışlardır. Dünyada oldukları hâlde, sanki dünyayı âhirete taşımışlar ve öteki şeyleri görmüşler, sanki orada uzun süre kalan berzah ehlinin gaybî hâllerinden haberdâr olmuşlar.
Adeta Kıyâmet, vaatlerini onlara gerçekleştirmiş, böylece dünya ehlinin gözünün önüne gerilen perde onlar için aralanmış da; onlar, insanların göremediklerini görüp, işitmediklerini işitmişlerdir.
Eğer onları, kendi aklınca, övülmüş makamlarında ve o değerli meclislerinde amel defterlerini yaymış, nefislerini hesaba çekmek amacıyla emrolunup da kusur ettikleri veya nehyolunup da haddi aştıkları bütün küçük-büyük işleri ortaya dökmüş, günahların ağırlıklarını sırtlarına yüklenmiş, ağırlıklarından bellerini doğrultamamış, ağlamaktan boğazı düğümlenmiş, pişmanlık ve itiraf içinde şiddetle ağlayıp feryat etmiş bir hâlde tasvir edecek olursan; hidâyet sancakları ve karanlığı aydınlatan lambalar gibi olduklarını da görürsün.
Etraflarını melekler almış, üzerine bir sekine ve huzur inmiş, göklerin kapıları kendilerine açılmış, onlar için Allah'ın bildiği bir yerde keramet koltukları hazırlanmış, Rab'leri onların çalışmalarından memnun kalmış ve makamlarını övmüştür.
Allah'a dua ederken, af ve bağış havasını solumuş, O'nun fazlına çok muhtaç ve azametine boyun eğen esirleri olmuşlardır. Uzun hüzünler kalplerini yaralamış, dinmeyen ağlamalar gözlerini bozmuştur. Allah'a rağbete açılan her kapıyı çalan bir elleri vardır. Onlar, geniş (bağış) toprakları daralmayan, isteyenleri ümitsizlikle çevirmeyen kimseden isterler.
O hâlde, kendin için nefsini hesaba çek. Çünkü diğerlerinin senden başka hesap görücüleri vardır." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Dünya işleriyle meşgul olmadığı vakitler, ibâdetle geçirdiği vakitlerdir. Esasen onu dünya işleri de zikrullahtan alıkoyamaz. Dünyayı âhiretine tercih etmez. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulur:
"Onlar, ne ticaret, ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar."
Velâyetin şâhı ve ilim şehrinin kapısı İmam Ali (a.s.), bu âyet-i kerimeyi okuyunca şöyle buyurdu:
"Münezzeh olan Allah, zikri kalplerin cilası kılmıştır. Ağır duyan kulaklar onunla (zikirle) iyi duymuş, zayıf gören gözler onunla görmeye başlamış ve düşmanlıklar onunla sulha ve teslimiyete dönüşmüştür.
Dünya yerine, zikri tercih eden bir zikir ehli vardır. Onları ne ticaret, ne de alışveriş bundan alıkoyabilmiştir. Bu şekilde yaşamaya devam etmişlerdir.
Her zaman gâfillerin kulaklarına Allah'ın haramlarından kaçınmayı fısıldamışlardır. Adaletle emrettiklerinde kendileri de sarılmışlar; münkerden nehyettiklerinde kendileri de kaçınmışlardır. Dünyada oldukları hâlde, sanki dünyayı âhirete taşımışlar ve öteki şeyleri görmüşler, sanki orada uzun süre kalan berzah ehlinin gaybî hâllerinden haberdâr olmuşlar.
Adeta Kıyâmet, vaatlerini onlara gerçekleştirmiş, böylece dünya ehlinin gözünün önüne gerilen perde onlar için aralanmış da; onlar, insanların göremediklerini görüp, işitmediklerini işitmişlerdir.
Eğer onları, kendi aklınca, övülmüş makamlarında ve o değerli meclislerinde amel defterlerini yaymış, nefislerini hesaba çekmek amacıyla emrolunup da kusur ettikleri veya nehyolunup da haddi aştıkları bütün küçük-büyük işleri ortaya dökmüş, günahların ağırlıklarını sırtlarına yüklenmiş, ağırlıklarından bellerini doğrultamamış, ağlamaktan boğazı düğümlenmiş, pişmanlık ve itiraf içinde şiddetle ağlayıp feryat etmiş bir hâlde tasvir edecek olursan; hidâyet sancakları ve karanlığı aydınlatan lambalar gibi olduklarını da görürsün.
Etraflarını melekler almış, üzerine bir sekine ve huzur inmiş, göklerin kapıları kendilerine açılmış, onlar için Allah'ın bildiği bir yerde keramet koltukları hazırlanmış, Rab'leri onların çalışmalarından memnun kalmış ve makamlarını övmüştür.
Allah'a dua ederken, af ve bağış havasını solumuş, O'nun fazlına çok muhtaç ve azametine boyun eğen esirleri olmuşlardır. Uzun hüzünler kalplerini yaralamış, dinmeyen ağlamalar gözlerini bozmuştur. Allah'a rağbete açılan her kapıyı çalan bir elleri vardır. Onlar, geniş (bağış) toprakları daralmayan, isteyenleri ümitsizlikle çevirmeyen kimseden isterler.
O hâlde, kendin için nefsini hesaba çek. Çünkü diğerlerinin senden başka hesap görücüleri vardır." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)