İnsanlar tarih boyu her daim kendinden üstün bir güç aramışlar, bir tapma, inanma ihtiyacı hissetmişlerdir.
Bu ihtiyaç insanın yaratılışından kaynaklanır. İhtiyaç üzerinden gidersek, Allah (c.c) bu ihtiyacı gidermek için her zaman ve mekanda kendini tanıtmış, peygamberi, kitapları ile 'yalnız ve yalnız kendisine ibadet edilmesini' istemiş, emretmiş, şart koşmuştur.
İlk insanın (Hz. Adem'in) aynı zamanda ilk peygamber olmasının bir sebebi de bu olsa gerek. (en doğruyu Allah bilir) Tabi bu peygamberler silsilesi Hz. Muhammed'e (s.a.a) kadar gelmiş ve nübüvvet yolu sona ermiştir. Ama kutlu yol, tertemiz yol bitmemiş velayet kanalıyla kıyamete kadar da bitmeyecektir. Kitap zaten Allah-u Teala'nın ifadesiyle 'apaçık' olarak önümüzde.
Peki, her şey bu kadar ne ve berrakken genelde insanlık, özelde ise İslam alemi (Müslümanlar) neyin peşinde? Kulluğu neden bu kadar hafife alıyoruz? Bir numaralı görevimiz olan kulluğu hayatımızda neden hep en arkalara atıyoruz? Veya seninin belli gün ya da aylarına hapsediyoruz?
Ülkemiz ve tüm Müslümanların genel görüntüsü hemen hemen bu şekilde. Bir de bu tablonun içinde sanki din kendilerine tahsis edilmiş, sanki kendileri Allah'ın dinine (haşa) galip gelmiş, sanki (haşa) Allah (c.c) bunları din polisi olarak görevlendirmiş gibi güruh ve anlayışlar var.
Bu kişi ve anlayışlar Müslümanlar arasında adeta bir hüküm koyucu gibi dolaşırlar. Kimini yüceltirler, kimilerini ise tekfir ederler. Ekonomide, siyasette, sosyal hayatta bazı marka veya anlayışları manevi söylemlerle öne çıkarırken yine aynı yöntemle bazı anlayış, kurum veya markaları reddederek toplum nazarında yok etmeye çalışırlar.
En büyük fitneleri ise devlet ile milleti karşı karşıya getirmeleridir. Baştan söyleyeyim böyle bir mantık ile İslam asla yan yana getirilemez. Bu Haçlının, misyonerlerin mantığıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş, Sosyal Devlet-Milli Devlet adlı eserinde bu mantığı şöyle deşifre ediyor;
"Özellikle Müslüman ülkelerde dindarların, kendi topraklarında ?inançlarını yaşayamadıkları- iddiası ile kitleler önce kendi devleti ile kavgalı hale getirilmiş ancak AB ve ABD gibi sözde uygar toplumlarda yaşanacağı yalanları ile devletten koparılan kitleler emperyalist devletlerin istismarına açık hale getirilmiştir.
Bunu izleyen bu sürecin hemen ardından da ?dinler arası diyalog- adı altında, kendi kültüründen ve toprağından koparılan kitlelerin dinleri değiştirilerek topraklarının ve kaynaklarının global odaklar tarafından sömürülmesine tepkisiz hale getirilmek istenmektedir?
İşin ilginç tarafı, dün güya din adına kendi devletleri ile kavga edenler, bugün kendi inançları ile taban tabana zıt olmasına rağmen yabancı devletlerle kol kola vaziyettedirler." (sh:105)
Bugün İslam Dünyası Sayın Baş'ın belirttiği noktadadır. İslam devletleri birbirleriyle savaşırken, ilişkilerini kesmişken bir bakıyorsunuz ki, tarih boyu İslam'a düşman olan devletler ile dostluklar kurmakta, beraber hareket etmektedirler.
Vatandaş boyutunda da aynı tablo önümüzdedir. Komşusuna rahmet gözüyle bakamayan, en ağır şekilde kınayan, tekfir edenler, Müslüman olmayanlara karşı sınırsız bir anlayış, hoşgörü sergisi açmışlardır.
Oysa olması gereken fikri, zikri, mezhebi, meşrebi, siyasi anlayışı ne olursa olsun kelime-i şahadet getirenlerin kardeş olduğudur. Kardeşe kastedenlerin de kalleş olduğudur.
Bu ihtiyaç insanın yaratılışından kaynaklanır. İhtiyaç üzerinden gidersek, Allah (c.c) bu ihtiyacı gidermek için her zaman ve mekanda kendini tanıtmış, peygamberi, kitapları ile 'yalnız ve yalnız kendisine ibadet edilmesini' istemiş, emretmiş, şart koşmuştur.
İlk insanın (Hz. Adem'in) aynı zamanda ilk peygamber olmasının bir sebebi de bu olsa gerek. (en doğruyu Allah bilir) Tabi bu peygamberler silsilesi Hz. Muhammed'e (s.a.a) kadar gelmiş ve nübüvvet yolu sona ermiştir. Ama kutlu yol, tertemiz yol bitmemiş velayet kanalıyla kıyamete kadar da bitmeyecektir. Kitap zaten Allah-u Teala'nın ifadesiyle 'apaçık' olarak önümüzde.
Peki, her şey bu kadar ne ve berrakken genelde insanlık, özelde ise İslam alemi (Müslümanlar) neyin peşinde? Kulluğu neden bu kadar hafife alıyoruz? Bir numaralı görevimiz olan kulluğu hayatımızda neden hep en arkalara atıyoruz? Veya seninin belli gün ya da aylarına hapsediyoruz?
Ülkemiz ve tüm Müslümanların genel görüntüsü hemen hemen bu şekilde. Bir de bu tablonun içinde sanki din kendilerine tahsis edilmiş, sanki kendileri Allah'ın dinine (haşa) galip gelmiş, sanki (haşa) Allah (c.c) bunları din polisi olarak görevlendirmiş gibi güruh ve anlayışlar var.
Bu kişi ve anlayışlar Müslümanlar arasında adeta bir hüküm koyucu gibi dolaşırlar. Kimini yüceltirler, kimilerini ise tekfir ederler. Ekonomide, siyasette, sosyal hayatta bazı marka veya anlayışları manevi söylemlerle öne çıkarırken yine aynı yöntemle bazı anlayış, kurum veya markaları reddederek toplum nazarında yok etmeye çalışırlar.
En büyük fitneleri ise devlet ile milleti karşı karşıya getirmeleridir. Baştan söyleyeyim böyle bir mantık ile İslam asla yan yana getirilemez. Bu Haçlının, misyonerlerin mantığıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş, Sosyal Devlet-Milli Devlet adlı eserinde bu mantığı şöyle deşifre ediyor;
"Özellikle Müslüman ülkelerde dindarların, kendi topraklarında ?inançlarını yaşayamadıkları- iddiası ile kitleler önce kendi devleti ile kavgalı hale getirilmiş ancak AB ve ABD gibi sözde uygar toplumlarda yaşanacağı yalanları ile devletten koparılan kitleler emperyalist devletlerin istismarına açık hale getirilmiştir.
Bunu izleyen bu sürecin hemen ardından da ?dinler arası diyalog- adı altında, kendi kültüründen ve toprağından koparılan kitlelerin dinleri değiştirilerek topraklarının ve kaynaklarının global odaklar tarafından sömürülmesine tepkisiz hale getirilmek istenmektedir?
İşin ilginç tarafı, dün güya din adına kendi devletleri ile kavga edenler, bugün kendi inançları ile taban tabana zıt olmasına rağmen yabancı devletlerle kol kola vaziyettedirler." (sh:105)
Bugün İslam Dünyası Sayın Baş'ın belirttiği noktadadır. İslam devletleri birbirleriyle savaşırken, ilişkilerini kesmişken bir bakıyorsunuz ki, tarih boyu İslam'a düşman olan devletler ile dostluklar kurmakta, beraber hareket etmektedirler.
Vatandaş boyutunda da aynı tablo önümüzdedir. Komşusuna rahmet gözüyle bakamayan, en ağır şekilde kınayan, tekfir edenler, Müslüman olmayanlara karşı sınırsız bir anlayış, hoşgörü sergisi açmışlardır.
Oysa olması gereken fikri, zikri, mezhebi, meşrebi, siyasi anlayışı ne olursa olsun kelime-i şahadet getirenlerin kardeş olduğudur. Kardeşe kastedenlerin de kalleş olduğudur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Saadettin Saran, Rümeysa, Nedim Şener ve diğerleri / 24.12.2025
- Raporlar DEM’i bozdu / 22.12.2025
- Saha, söylenenleri doğrulamıyor / 21.12.2025
- Erdoğan ve Bahçeli bu noktaya nasıl geldi? / 20.12.2025
- ‘Haydar Baş haklıymış’ dediğin zaman çok geç olacak / 19.12.2025
- 2026 bütçesinin Türkçe meali: ‘Halktan alıp zengine veriyoruz’ / 18.12.2025
- Bölücülerin sözlerine Devlet Bahçeli imzayı da attı / 16.12.2025
- Erdoğan: ‘Asgari ücretle ilgili bir sürpriz yapabiliriz’ / 15.12.2025
- Milletin gerçeklerini görmeniz için daha ne olması lazım? / 14.12.2025
- ‘Türkiye hukuk devletidir’ iddiası ispata muhtaç / 13.12.2025
- Raporlar DEM’i bozdu / 22.12.2025
- Saha, söylenenleri doğrulamıyor / 21.12.2025
- Erdoğan ve Bahçeli bu noktaya nasıl geldi? / 20.12.2025
- ‘Haydar Baş haklıymış’ dediğin zaman çok geç olacak / 19.12.2025
- 2026 bütçesinin Türkçe meali: ‘Halktan alıp zengine veriyoruz’ / 18.12.2025
- Bölücülerin sözlerine Devlet Bahçeli imzayı da attı / 16.12.2025
- Erdoğan: ‘Asgari ücretle ilgili bir sürpriz yapabiliriz’ / 15.12.2025
- Milletin gerçeklerini görmeniz için daha ne olması lazım? / 14.12.2025
- ‘Türkiye hukuk devletidir’ iddiası ispata muhtaç / 13.12.2025




















































































